Bizim terörist siyaseti ve şu pembe solcular, ülkemizde ortaya konan son vahşet hadisesini, devletin kışkırtması olarak görme eğilimindedirler! Birçok insan da budalaca buna inanıyor, başta bizim “Boğaziçi yazarları!”. Böyle bir şey olur mu? Devlet kendi insanını katleder mi? Eh işte, siz Suriye hadiselerinden haberdar olmazsanız işi böyle hain gözü ile görebilirsiniz! Bilseler ki, IŞİD bu aralarda suskun; Suriye’yi iyi araştırın, en önde savaşanlar PKK ve PYD militanları! Bir bakın, ne olur! Nerede, en başta Halep şehir gerillasında! Bunu gören var mı? Katiyyen bilen yok, çünkü Halep kapalı kutu! İstihbarat örgütleri durumu çok iyi biliyor! Yani Rusya, ABD, Suriye, IŞİD, Türkiye vs. herkes malumattar! Halep’te Osmanlı Arapları ve Türkler savaşıyor! Nerede, sokaklarda! Karşılarında kim var, sadece Türkiye’den giden PKK’lılar ve Suriyeli PYD’liler! Bunu bilen var mı? Neden devletimiz kamuoyuna açıklamıyor, sebebi nedir?
Aslında bütün gayretler doğudan batıya doğru kesintisiz bir Kürt koridoru yaratıp Türkiye’nin başta Halep olmak üzere Suriye ile tamamen irtibatını kesmek! Bu işi Irak’ta da yaptılar. Bu husus açık seçik görülüyor! Çok isabetli ve başarılı bir şekilde Türkiye devlet siyaseti, bunu görmüş bulunuyor ve her şeye karşı direnerek obüs top sesleri ile de inadını sürdürüyor! Kuru bir inat mı? Asla, belki de kaybedilmeye yüz tutmuş bir davanın son çığlıkları! Neden; çünkü sınırları kapatmış, yoğun Halep vahşetini elimiz kolumuz bağlı durumda, zannediyoruz ki, seyrediyoruz! Peki, ne olacak?
Türkiye’de, başını aydınların çektiği muazzam bir savaş aleyhtarlığı var; maalesef bunların düşünceleri ile müşterek bildiriye imza atmayan HDP’nin düşünceleri aynı kapıya çıkıyor! Savaş, elbette iyi bir şey değildir ve bunu kimse istemez; fakat Kürtlerin Kobani çevresinde büyük güçleri yok, ama Afrin ile birleşirse fiilen PYD devleti kurulmuş olacaktır! Yani Kuzey Irak Kürdistanı gibi bir de Kuzey Suriye Kürdistanı ortaya çıkacaktır! Tamamen yapay bir oluşum, böyle bir işin haritası bile olmaz! Çünkü Halep ile Antep arasında 360 Türkmen yerleşimi var! Afrin sırtlarında da önemsenecek derecede militarize Kürt birlikleri duruyor! PKK’nın karşı dağlarda (Amanos) yıllardır sürdürdüğü mücadele şimdi daha iyi anlaşılıyor!
Şu anda Türkiye’de savaş istemek ihanet anlamındadır, o zaman devletin varlığını nasıl izah edeceğiz? Barış temennileri gibi savaş ihtiyacı da devlet mefhumunun varoluş sebebidir! Şöyle bir bakıyorsunuz, ülkenin içinde 30 yıldan beri ayrılıkçı terörü yöntem olarak benimsemiş hareket, bir anda sınırlar dışına çıkıyor ve Türkiye’deki mücadelesini dışarıda sürdürerek dış bağlantılar kurabiliyor. Esasında Araplar için IŞİD ne kadar kötü ise Türkiye için de PKK ve PYD o kadar tehlikelidir. Türkiye’nin dış müdahalesi ihtimalinde bu sefer IŞİD ile karşı karşıya geleceksiniz! Kürtler, ABD ve Rusya’ya karşı olan bu güçler, bir anda Türkiye’ye karşı birlik oluşturacaklar. Zaten iş, mutlaka planlıdır; dünya güçleri, IŞİD’i durduramadı ama birkaç bin kişiden ibaret PYD durdurmuş; böyle bir komedyayı kabullenmek mümkün mü? Gerçekte madalyonun iki yüzü aynı: Türkiye’ye tuzak! Şimdi de PYD, ülkemizin içini kana bulamaktadır.
Türkiye, şimdiki kırmızı çizgileri uğruna savaşa girse ne olur? Cumhurbaşkanı, “Irak’ta yaptığımız hatayı Suriye’de yapmayacağız.” dedi. Bence bunun üzerinde adam akıllı düşünmek gerekiyor. Gerektiğinde savaşa girmekten korkan devlet, kendini muhafaza ve hatta müdafaa edemez! Netice itibarıyla “Akacak kan damarda durmaz!”. Peki, Rusya savaşa girer mi? Girerse ne olur? Dünyanın sonu gelmez, bir Sarıkamış ve 93 Harbi mi yapacak? Türkiye’nin böyle bir savaşa bile gücü vardır, ama Rusya’nın yok! Çünkü Türkiye kendini ve ülkesini korumaya çalışıyor, süper güç olma gibi bir iddiası yoktur! Tamamen hukuk içinde ve bir nefsi müdafaadır! Kimse yeni bir dünya savaşına hazırlıklı değildir, böyle bir savaş olmaz, sadece devletimize aba altından sopa gösterilerek gözdağı veriliyor!
Bayır Bucak’ta çete, Halep’te şehir gerillası devam ediyor. Türkler ve Türk Arapları rejim, Rus ve IŞİD’e kafa tutuyor! Elbette yalnızlar! Kimse Suriye’nin işgal edilmesi taraftarı değildir, bu işi asıl isteyen ABD ve Rusya’dır. Antep-Halep koridorunun Türkiye için hayati önemi vardır. Gidilecek yerde mutlaka “dost kuvvetler” olması gerekiyor. Suriye muhalefeti sadece Türkiye’ye güvenerek mücadele ediyor, çünkü aileleri Türkiye’de olanlar var. 2,5 milyon insan içinde, elbette katliam yapanlar bulunduğu gibi kendisini öyle gösterenler de olacaktır. Bunlar neticeyi değiştirmez. Türkiye’de iktidar ve muhalefet, doğru hedefler çizilerek devletin arkasında durmalıdır. Başka türlü ne ülkemizi koruyabilir ne de akan kanı durdurabiliriz. Ne olacaksa bir an evvel olsun!
Devlet ve Hükûmet katında, 2011’den itibaren ülkemize gelen Suriyeli mültecilerin 2,5 milyonu bulduğu, çeşitli ağızlar tarafından icap eden her ortamda ifade edilmiştir. Bu rakam, Birleşmiş Milletler Bülteni’nde de dünyaya duyurulmuş olmalıdır. Ayrıca Ürdün ve Lübnan’da Türkiye’nin iki misli mülteci biriktiği tahmin edilmektedir. İç savaş başladığından beri Suriye’nin %50 nüfus kaybederek 12 milyona düştüğü de bilgilerimiz arasındadır. Açıklama mercileri, ister ilgili ülkeler ister BM olsun milliyet, din ve mezheplere göre bir ayrım veya sınıflandırma yaptıklarına dair bir bilgi, bugüne kadar ortaya çıkmamıştır. Suriye’nin resmî dili Arapça olduğu ve bu hususta Baas iktidarlarının bağnazlık ve şovenliği nazara alınırsa elbette herkes aynı lisanı bilecektir. Çünkü bu ülkede, ana dil kullanmak gibi bir hak, vatandaşa hiçbir zaman verilmemiştir. Aksi takdirde Kamışlı Kürtleri gibi nüfusa kayıtları kabul edilmemiştir.
Ürdün ve Lübnan ile diğer Arap ülkelerine gidenler Arap menşelidir, belki aralarında bir miktar Çerkez unsur da bulunabilir. Elbette ülkelerini terk eden veya rejim güçleri tarafından öldürülenler, en azından Arapça konuşan ve Sünni olan unsurlardır. Dolayısıyla Türkiye’ye göçenlerin de Bayır Bucaklılar hariç tamamının ana lisanı Arapçadır. Bayır Bucaklılar da son yıllarda eğitim dilinin Arapça olmasından ötürü ana dillerini zayıflatmışlardır. Acaba Arapların Türkiye’yi ve dolayısıyla Batı’yı tercih etmelerinin esas sebebi nedir? Neden Ürdün, Lübnan veya sınırdaki Emirliklere sığınmıyorlar? Hiç düşündük mü?
Mülteciler üzerinde mutlaka istihbarat örgütleri çalışıyor ve onların ellerinde merak ettiğimiz bilgiler vardır! Acaba Türkiye istihbaratı da böyle bir çalışma yapmış mıdır? Bir yıl öncesine kadar havuz medyası, “Bayır Bucak’ta üç-beş bin Türkmen vardır.” şeklinde saçmalıyordu; şimdi resmî kayıtlara göre 367 bin Bayır Bucaklı, kamplara sessiz sedasız yerleştirildi. Aç ve açık kalan en azından 100-150 bini sokaklardadır! Bunlar içinde Türkmen görmeyebilirsiniz, çünkü dilencilik yapmıyorlar! Fakat onlarla ilgilenen devlet dairelerine giderseniz sayıları hakkında da bilgi edinebilirsiniz! İlgili Türkmen dernekleri de sokakta kalanların durumu hakkında bilgi sahibidir! Bayır Bucak temizlenmiş diyorlar ama kendi hâlinde oturan ve rejimin gözüne batmayan, mesela Lazkiye’de 5-10 mahalle hâlâ kendini muhafaza ediyor! Halep’te toprak sahibi Türkmenler ve Araplar da her şeye rağmen ülkelerini terk etmiyor. Antakya sokaklarını dolaşın, her taraf mülteci. Nerelisin, diye sorulduğunda %50’nin üzerinde Halep, ardından da Idlib, Hama, Humus diyorlar. Bayır Bucaklılar zaten tereddütsüz “Ben Türkmenim.” cevabını veriyor! Sadece Kırıkhan’da 80 bin Suriyeli var; Antakya kendi nüfusunu katlamış, 200 bin mülteci barındırıyor. Tabii ki bunlar çadırkentli değil, sokak rakamları! Hatay, Adana, Mersin, Gaziantep ve Urfa, nüfuslarının %40’ı kadar Suriyeli taşıyor. Dolayısıyla devletin 2,5 milyon mülteci rakamı hiçbir şekilde gerçeği yansıtmıyor!
Sorun ve dinleyin; gelenler içinde Kürt yok, bir de iktidar mevkiinde olan Nusayri yok! Demek ki hayatlarından memnunlar! Çileyi Türk ve Araplar çekiyor. D. Baykal’ın beyanı da aynı yola çıkıyor. Ama diğer muhalefet sanırım farkında değil. Ya iktidar! Onlar biliyor, bayağı da merak salmışlar ve öğrenmişler artık! Çünkü “Müslüman olsun da kim olursa olsun!” demiyorlar! Gelenlerin içinde IŞİD sempatizanı var mı? Herhâlde çok azdır, çünkü onlar Ürdün ve Lübnan’dadır. “Mezhebiniz nedir?” sorusuna, mültecilerin çoğu “Sünni ve Şafi.” Diyor; arada sırada “Selefi” diyen de var! Elbette “Selefi” diyenler de “Şafi”dir ama IŞİD’e yatkın adamlardır. “Sünni ve Hanefi” diyenler ya Türk asıllı ya Türk dostu “Osmanlılar”dır. İşte Türkiye ve Batı’ya ölüm pahasına koşanlar bunlar. Hemşehrimiz Mahalli, bunlara “Türk Arabı” diyor; ne kadar yerinde bir deyim.
Şu eskimiş Arap düşmanlığını da mültecilere uygulamamak lazım, bütün Araplar kötü değildir. Bin yıllık müşterek tarihimizde, son dönem hariç bizden ne devlet ne de hükûmet istediler! Kaynaştık, akraba olduk, kız aldık, kız verdik. Önce bizim akıllı olmamız sonra başkalarından akıllı olmayı beklemek gerekiyor. Ülkemizin her karışı kadar milletimizi de tanımalıyız. Öyle ABD haritalarını neşretmekle milliyetçilik olmaz. İnsanları bütün değerleri ile ölçmeli, ondan sonra karar vermeliyiz. Suriye’de geriye dönüş olmaz, artık diktatörlük yürümez, Rusya hariç, hiç kimse eskisi gibi bir Esed diktatoryası beklemiyor.
Biliyorsunuz, Hatay-Reyhanlı bir zamanlar Orta Doğu’ya açılan en önemli sınır kapımızdı! Burada uzun tır kuyrukları oluşur ve Hatay doğumlular da Halep’e dolmuşlarla sabah gider, akşam dönerlerdi. Evinizden işyeri veya şehre inmek için bir dolmuş kadar buraya yakındınız. 2011’den beri Suriye’de, şimdi uluslararası arenaya dönüşen bir savaş var. Artık bu savaşa “iç savaş” demek mümkün değildir. Reyhanlı’da, provokasyon denemeleri sonucu elim hadiseler oldu. Şimdi Cilvegözü kapımız kuşlara bile kapalı, tam bir savaş bozgunu manzarası arz ediyor. Türkmen dediğimiz unsurlara bırakın ulaşmayı, onları tanımıyoruz bile! Bayır Bucak boşaltılmış, burada artık sınır kapılarında ağlayışlar duyulmuyor. Hükûmet bir türlü açıklamadı ama sessiz sedasız 367 bin insanımız Türkiye’de! Cilvegözü’nden görünüyor, Halep’te şu anda tam da Diyarbakır-Sur’da olduğu gibi şedit şehir gerillası var.
Birkaç hafta önce, Ülkü Ocaklarının davetiyle Hatay’a konferansa gitmiştik. Tampon bölgede, karşı leçelikler üzerinde 2000’e yakın aile bulunuyormuş; ot bile bitmeyen taşlar üzerindeki bu sivil güçlere insani yardım yapılıyormuş; iaşeleri sağlanıyor, herhâlde durumları ölmek ile yaşamak arasında.
Hatay’daki Ülkü Ocaklı gençler sürekli Cilvegözü ve Yayladığı sınır kapısındalar. Ne yapıyorlar? Sınır kapılarımız adam akıllı kapalı. Hudut telleri yerine beton duvarlar örülmüş. Ses geliyor ama artık öte taraf görülmüyor. Ağır yaralılar, bir şekilde kapıya kadar gelmişse ve devletten de müsaade koparılmışsa onları hastanelere taşıyorlar ve başlarında sabaha kadar nöbet tutuyorlar. Ülkü Ocakları ve Türk Ocakları, Bayır Bucak olaylarında en öndeydi; bizler de gözümüzü oralarda açtık.
Ülkemizin idaresi ve durumu iyi değildir. Büyük Atatürk’ün o veciz sözlerle ifade ettiği gibi “Hattı müdafaa yok, sathı müdafaa vardır; o satıh ise bütün vatandır.”. Milliyetçiler bu şuurla hareket etmelidir. Millet olarak bu girdaptan başka çıkış şekli yoktur. Gelinen noktada, Suriye meselesi artık bir iç savaş olmaktan çıkmış; Türk milletine karşı kurulan uluslararası tuzak hâline gelmiştir. Suriye Türkleri ve aklıselim Arap muhalefetinin bizden başka kimsesi yoktur. Mültecilerin ille de Türkiye’ye yönelmesinin doğru tahlili yapılmalıdır. Az çok durumu biliyoruz, yerinde de gördük. Halep’te şehir gerillası devam ediyor. Elbette 30 yıllık tecrübeden sonra PKK, bu işte bir hayli tecrübe kazandı. Ön sırada savaştıkları bilinmektedir. Görüştüğümüz bir ağır yaralı, “Karşımızda, PYD adına PKK savaşıyor.” dedi. Hükûmet yanlısı Araplar ise sadece yol ve mekân gösteriyor. Mesele bundan ibarettir. Türkler, millet mücadelesini terk etmiş; mücadele aile seviyesine inmiştir. Halep’te hükûmet yanlısı yerli güç yok, diğer Araplar doğuda IŞİD saflarındadır. ABD ve Rusya güdümündeki PKK, IŞİD’i değil Türk ve Arap aileleri yok etmeye çalışıyor. Havadan bombalama da devam ediyor. Bizim devlet bu işi ne kadar biliyor, habersiz durumdayız. İnşallah söylendiği gibi İncirlik’ten kalkan ABD uçakları, direnen ailelere bomba yağdırmıyordur. Rusya bunu yapıyor, IŞİD unutulmuş. Görünen manzara bu!
Halep–Cilvegözü arası boş, çünkü güney İdlip üzerinden Bayır Bucak’a açılıyor! Orada da Türkmenler kır gerillalığı yapıyor; gece silahlı, gündüz külahlı! Herhâlde boşluk Kilis’e kadar devam ediyor. Buralarda şehirler IŞİD’in elinde fakat Türkmen köyleri duruyor. Asıl adı Kurt Dağı olan Hatay doğu sınırı leçeliktir. Buralar Afrin vadisine hâkim tepeler. Bu bölgede, çok sayıda yerleşik Kürt halkı var. İşte PYD, burayı Kobani kantonuna bağlamak istiyor. O zaman İslâhiye’ye dayanacaklar; denize çıkmak için Nur Dağları’nın güneyini aşmak ve Dörtyol’a varmak hayali ile yaşıyorlar. Nasıl olacaksa! Onlar enine Kürt koridorundan bahsediyor ama Türkiye, Halep’e kadar dikey Türk koridoru peşinde; yani şu andaki durumu en azından devam ettirmek istiyor ve Halep yolunun açık kalması için azami gayret peşinde.
Devletimiz bu görüşlerinde haklı mı? Elbette haklı. Halep ile irtibatın kesilmesine izin vermemek lazım. Bu konuda ne kadar ciddiyiz, elbette bilmiyoruz. Lakin ara sıra koridor kesiliyor.
Türkiye’de ayrılıkçı hareketin ihaneti durmuyor, üstelik aynı kaynaktan doğurtulan PYD hareketi ile sınır dışına taşmış bulunmaktadır. Aktörler aynı, savaşanlar aynı ama adı farklı. 80 günden beri Sur’da devam eden çatışma ile sınır dışına taşanlar kesinlikle birbirinden farklı değildir. Zaten, yer altından kazılmış bir tünelin varlığı da açıklandı. Ne âlâ, ne âlâ! Adamlar gece Türkiye’de, gündüz Suriye’de; her türlü bilgi ve belge ABD’ye verilmiş, fakat inatla Rusya ile aynı görüşte direniyorlar ve “PYD terör örgütü değildir.” diyorlar. Şimdi ne yapacağız; Rusya ve ABD’nin elini, ayağını mı öpeceğiz? Adamların öyle işine geliyor. Irak gibi Suriye işine de bulaştırmak istemiyorlar.
Düşünün bir kere; ABD ve Rusya, tarihten ve coğrafyadan gelen bir hak ve hukukları olmadığı hâlde Suriye’de cirit atıyorlar. Bunlara kendi vatandaşları çıt çıkarmıyor ve “İhanet ediyorsunuz.” demiyor da Türkiye’de olası bir müdahale için koro hâlinde ihanetten bahsediyoruz. Allah aşkına biz ne yapmak istiyoruz, anlayan bilen var mı? Haklı olarak “Kürt siyaseti” gerçeği bildiği için karşı çıkıyor da diğer muhalefet ve AKP iç muhalefetine ne oluyor? Zaten doksan seneden beri “Savaş olmasın!” diye diye çekildikçe çekildik; şimdi, karşılaşılmazsa yarın bir gün “Güneydoğudan da çekilin!” diyeceklerdir. Zaten şimdiden durumdan vazife çıkaran üç beş hain, bunları söylemeye başladı bile. Ne yazık ki bu sözler, parlamento çatışı altında rahatlıkla söyleniyor.
Biz, nasıl bir devlet ve nasıl bir millet olmuşuz! Türklüğün kaderini etkileyecek bir ekolden biri çıkıp da ABD mecmualarından kopyaladığı Türkiye haritasını yayımlayabiliyor; sonra da hata yaptım, diyor. Bu adamın yanında aklı başında kimse yok mu? Güneydoğu’da Türkçe konuşulmazmış! Vay, güzelim Akkoyunlu başkenti Diyarbakır, vay! Büyük Fatih, sadece Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türklerini korumak için Fırat’ın doğusuna geçilmemesini vasiyet etmişti! Irak elimizden çıktı; şimdi sıra Suriye, nihayetinde Güneydoğuda!
Biz nasıl bu hâle geldik, aydınlarımız nasıl uyuştu, devlet ne yapar, millet ne der? Şu anda Türkiye’nin ayağa kalkması ve “Kahrolsun Amerika, Kahrolsun Rusya!” diye haykırması gerekmiyor mu? Vatanımız için ayağa kalkmayı ihanet sayıyoruz, bunu da aydınlar yapıyor! Yazık, hem de çok yazık! Kamuoyu üzerinde etkili olanların milleti uyandırması ve teşkilatlandırması gerekiyor. Türkiye, bir karışı bile başkasına ait olmayan bir Türk vatanıdır! Bu vatanın ucu Suriye’ye de çıksa tünel kazmamıza gerek yoktur.
Öyle anlaşılıyor ki ABD ve Rusya, Türkiye’yi Suriye’ye yaklaştırmak istemiyor. Dolayısıyla Türkiye, kendi politikaları için belki de NATO devrinden beri ilk olarak kimseden icazet almayacaktır. İşte hür bir devlet olmanın gereği budur. Bülent Ecevit ve Necmeddin Erbakan’ın Kıbrıs’ta yaptığını misli ile yapmak lazımdır. Ne oldu Kıbrıs Harekâtı’nda, dünya savaşı mı çıktı; elbette zararı oldu ama millet olarak katlandık, yine katlanırız! Kötü mü oldu, ambargodan ötürü alamadıklarımızı kendimiz üretmeye başladık. Bu sebeple şimdi 1974’ten daha iyi, daha donanımlı ve daha kuvvetliyiz.
Türkiye artık “Hasta Adam” değildir! Bugün dünya kabul ediyor ki Türkiye ilk savaşı kaybetmediği hâlde mağlup sayıldı! Çanakkale, Kafkas, Irak, Suriye ve Hicaz’da savaş kaybetmedik; içimize hâkim olamadık; tıpkı şimdiki gibi. Artık böyle işlerin ne zamanı, ne de mekânıdır! Vereceğimiz örnek Mustafa Kemal’dir; aldığı bellidir, bugünkü Türkiye tapusu!
Anlaşıldığına göre Suriye için Amerika’dan icazet, Rusya’dan onay almayacağız. Bunun anlamı nedir? “Tam bağımsız Türkiye!”; şimdi millete iş düşüyor. “Bağımsız Türkiye”yi ayağa kaldırma zamanıdır. İşte, millet olarak görevimiz budur. Bu işin inadı, partisi, siyaseti olmaz; devlet kararına uymak zorundayız. Elbette savaş çığırtkanlığı yapmıyoruz; bu ülke yeteri kadar savaş görmüştür. Lakin “Ver kurtul!” da siyaset değildir. Dış politikada bu kadar çekilme, ama nereye kadar? Biz bin yıldan beri ayrılıkçı Kürt’ü doyuramadık. Vatan versen Türkiye’yi, Türkiye versen dünyayı isterler! Dünyanın her yerinde küsuratın hâli budur. Bunlar ya birlik ve beraberlik içinde hür vatandaş gibi yaşayacak, ülke aleyhinde Moskovalarda gezmeyecekler ya da kanun önünde hesap verecekler.
Ülkemizdeki ayrılıkçı PKK terörü, sınırlarımız dışında açtığı şube ile uluslararası duruma gelmiştir. Herhâlde bu işin çıkış yolu, Irak’ta olduğu gibi ya mevcut durumu kabullenmek yahut kendimize göre tamamen bağımsız politikalar ortaya koymaktır. İkinci şık, Türkiye’nin dünyaya meydan okuyarak Suriye’ye tek başına müdahale etmesidir. Ülkede kamuoyu, başta aydınlar olmak üzere, savaş anlamına gelecek müdahaleye şiddetle karşı. Kamuoyu, genel olarak sanki PKK’nın siyasi temsilcisi HDP’nin yolundaymış gibi. Bilerek veya bilmeyerek savaş karşıtlığı, bu duruma gelmiş bulunmaktadır. Ayrıca iktidar partisi içinde çıkarılan münakaşalar da elbette böyle kararsızlığın göstergesidir. CHP ve MHP, teröre karşı hükümetin yanında olduğunu açıklamıştır; fakat bu açıklama hiçbir şekilde Suriye’ye müdahale anlamında bir destek değildir. Kaldı ki iki muhalefet partisi, açık açık “Savaş vatanın kaybıdır.” gibi açıklamalarda bulunmuştur.
Aslında ABD, Minsk’te Suriye politikasını değiştirerek Türkiye’den ayrılmış ve Rusya’ya yanaşmıştır. Dolayısıyla Suriye’nin geleceğiyle ilgili olarak Türkiye gibi düşünen devlet bulunmamaktadır. ABD’ye PYD’nin terör örgütü olduğunu kabul ettiremememizin gerçek sebebi budur. Bizim hükûmetin restleri de çok inandırıcı bulunmuyor, çünkü dış destekten tamamen yoksundur. Türkiye, her şeye rağmen Suriye’ye girerse elbette örgüt militanlarının düzenli ordu karşısında başarılı olması mümkün değildir. Rusya’nın hava desteği de insan kaybına rağmen bu işte önleyici olamaz, bir dünya harbine de kimse cesaret edemez. Rusya’nın Türkiye’ye karşı olağanüstü bir savaşa girmesi de olası görülmüyor.
İşin gireceği mecra bellidir. PYD gibi düşük profilli bir güç karşısında sessiz kalan IŞİD gibi uluslararası bir güç, Türkiye ortaya çıktıktan sonra bütün gücüyle bu tarafa yöneltilecek ve ABD tarafından işleri kolaylaştırılacaktır. Dünya, öteden beri IŞİD ve ABD kurgusundan şüphe etmektedir. ABD, en azından koalisyon uçaklarını durduracaktır. ABD’nin öteden beri istediği budur ve o safhada Suudi de devreye girecektir. İşte o zaman artık PKK ve PYD, I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi arkadan vurmaya başlayacak ve Türk askerinin kazanımlarını yeni vatan diye sahiplenmeye çalışacaktır. Esad, böyle bir duruma dünden razıdır, çünkü Kuzey Doğu Suriye’yi Kürtler ve IŞİD’e kendiliğinden teslim etmişti.
Şu anda dikine Afrin ve Halep Ovası bomboştur, burada yüzlerce Türk köyü var. Hafif bir IŞİD hâkimiyeti, Kuzey Batıda ise Afrin Kürt hareketi bulunuyor. Şu anda bile rahatlıkla Cilvegözü–Halep arasında gidip gelebilirsiniz. Herhangi bir tehlike olacağını sanmıyoruz Halep içinde zaman zaman tıpkı Türkiye’de olduğu gibi mahalle çatışmaları var. Bu çatışmalar, Türkmenler ve Kürtler arasında, yerli halk veya aile savaşlarıdır. Buralarda köy desteğini de düşünürseniz çoğunluğun Türk olduğunu ve basit bir yardımla PYD güçlerini yendiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Şu anda ABD ve Rusya desteğindeki Kürtler ne yapacağını şaşırmıştır. Bir veya birkaç cephe Türkiye’de var, Afrin’e doğru ikinci cephe, elbette Halep olayları üçüncü cephedir. Bu bölgede bu kadar Kürt bulunmuyor; o sebeple ABD de 8000 kişilik yardımda bulunmuş. Sırp nişancılar da işte buralardan geliyor. Türkiye Suriye’ye müdahale etmezse senaryo zaten ilk yazılıma uygun olarak devam ediyor ve dünyaya kafa tutan IŞİD, Kürtler karşısında nasılsa aciz kalıyor ve Kuzey Suriye’de daha evvel ele geçirdiği yerleri bir bir PYD’ye devrediyor!
Şu yazılarda kurgu yok, komplo teorileri de bulunmuyor; fakat oyun, aşikâr bir tarzda devam ediyor. Bu oyun dünyanın oyunu; hiç kimse, Türkiye’nin yanında olduğunu açıklarken samimi hareket etmiyor. Yapılmak istenen şey bellidir: Irak’ta Barzani’yi nasıl kabul ettiyseniz şimdi de PKK’nın yan kuruluşu PYD’yi kabul edeceksiniz! Eski Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, tam bir Amerikan ağzı ile Türkiye’nin cumhuriyet tarihinin en ağır bunalımından geçtiğini söylüyor ve Hükûmet’e karşı da aba altından sopa göstermekten geri kalmıyor. Buna karşılık on beş seneden beri bu ülkeyi idare edenler de bunalımdan bahsedilirken sorumluluk kabul etmiyor.
Her şeye rağmen en tutarlı sözleri Cumhurbaşkanı ve Başbakan’dan duymak istiyoruz, çünkü millî olan yegâne söylemler bunlardır. Netice alınır veya alınmaz fakat Türkiye’ye karşı başka bir tercih bırakılmamış ve bütün güçler, Rusya da dâhil ABD projeleri üzerinde ittifak etmiştir. Aslında akıllı solcular ve Türkiye’nin bağımsızlığını savunan milliyetçiler, açık bir şekilde bu görüşleri desteklemelidir.