13. Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultayındayız. Önce gençlik günleri, sonra kurultay yapılacak. Gençlik günlerinde her akşam toplanıyor, sohbet ediyor, eğleniyor, tüm Türk Dünyası gençleri ile kaynaşmaya çalışıyoruz. Sunucumuz bir Tataristan Türkü: Amil. Veteriner, İmam, sohbetçi (talk showcu (!) )… Ne ararsan var. Sahneye çıkıyor ve tek tek herkesi sahneye çağırıp önce tanışıyor, sonra sohbeti başlatıyor. İlk sorusu:
—Adınız kim?
Hepimiz gülüyoruz. En çok da kendini tutamayan Makedonya Türkü Şelale Hanım.
Ama üstünde düşünmeden de edemiyoruz. Adımız “ne” mi? Adımız “kim” mi?
Adımız Kimliğimiz.
Tüm tahsilini Rusça yapmış birinin, Türkçeyi konuşurken, mantığı devreye sokması çok normal. Konuşmayı yeni öğrenen çocukların kendi kendilerine yaptığı tamlamalar gibi adeta: Kızımın “yaptırıcı” diye tamirciyi anlatması, 4 yaşındaki yeğenimin “güzelleşme malzemeleri” dediği makyaj, … Gibi. Adımız kimliğimiz. Yani soru doğru: Adınız kim? (Bu düşünce bana ait. Dilbilimci değilim. Yanlış düşünüyorsam mazur görün) Bir hastamın ziyaretindeyim. Hastamın fikri yapısı da yaptığı iş de birbiri ile uyumlu. Uyumu isimlere de yansıtmış. Oğlu Urungu, yeni doğmuş torununun adı ise (yine kendi koymuş) Kürşat. Diğer bir babanın adı Kırgız, oğlunun adı Manas… Aydil Erol beyin “Adlarımız” kitabında bunların çok güzel örnekleri var.
Adlarımıza merakım var. Nereden ve nasıl başladı, tam hatırlamıyorum. Ama ilkokulda iken kız adları ile ilgili kalın bir defter tuttuğumu (1970’lerin en başı) ve isimleri baş harfi sırasına dizdiğimi, defterde yer kalmayınca ve baş edemediğimi görünce vazgeçip defteri yok ettiğimi biliyorum. Sonraki pişmanlık fayda etmedi.
Yıl 1980’lere gelip te ben mecburi hizmete gidince (Karadeniz Rize) ve her gün 60-100 hasta (SSK Hastanesi) ile karşılaşınca, buna Artvin ve ilçelerinden gelen hastalarda ilave olunca, karşıma bir dolu anlamını bilmediğim ad ve soyadılar da çıkınca merakım yeniden depreşti. İsimlerden örnekler: Şuşuka, Koçi, Pupuze, Hacula, Gülika, Mariye, Pamiş… Soyadları: Kotil, Koto, Kokoç, Şinaforoğlu, Fitoz, Kukul, Kalça, Mamati (Arapça yeşillik, güzellik demekmiş. TV’de bir dizide “Memati” var) Kosif, Kaspar, Silan, Kuk, Kapot, Lik, Papaker, Mandel, Şipşak, Kakşi, Tavil, Liv, Karmil, Kutanis, Pilihozlu, Mamuç, Paliç, Kuri, Gerzi, Kano, Arabikoğlu, Pilis, Şeşen… Bunların bana değişik-ilginç gelmesi normaldi. Hem mahalli ifadeleri bilmiyordum. Hem de kelimelerin kökenini bilemeyecek, bir mesleğim vardı. Ayrıca bildiğim bir gerçek daha vardı: İsimlerin ve soyadların yazılışlarında cahil nüfus memurlarının da katkısı olmuştu ve “sağır duymaz, uydurur” atasözünü doğrular tarzda bir dolu yanlışlık yapmışlardı: Nilüferi Ülver, Fırtına’yı Furtuna, Güllü’yü Cüli (mahalli Karadeniz şivesi ile), Hayran’ı Heyran, Gülkız’ı Gülika, Turan’ı Duran ( Çocuk yaşasın diye koyulan Duran’dan ayrı olarak) Hacı Ali’yi Haceli yazmaları gibi…
Birgün de karşıma ad-soyadı ile ilgili gariplikler, uyumlar, terslikler çıktı: Poliklinikte idim. Benim gibi mecburi hizmete gelmiş sınıf arkadaşım olan doktor bey, gideceği aynı ilin bir dağ köyüne geçmeden şehirde beni ziyarete geldi. Hem sohbet ediyor, diğer taraftan da hasta bakmaya devam ediyordum. Yanımda çalışan hastane personeli, bir kadın hastaya seslendi, koridora doğru bağırarak: Şişe Delihasan! İkimiz de gülmemek için kendimizi zor tuttuk. Sonraki tesadüfler defterde yerini aldı tabi ki: Hayat Mamat (E ), Sürmeli Keklik (E) , Kayısı Kardeş (K) Sabır Selamet Allahverdi (E) , Cesur Sert (E), Volkan Yanardağ, Tarçın Karabiber (K), Göktürk Ötüken (E), Ülkü Türk Börü (K), Ateş Duman (E), Savaş Barış (E), Barış Savaş (E), Güneş Günaydın (K), Göksuay Yıldız (K), Türkekul Kurttekin (E), Fındık Bahçe (K), Seher Sabah (K), Çağlayan Pınar (E), Yıldırım Beyazıt (E) Ve ad soyadı yan yana gelince anlam çıkanlar: Akın Yiyen, Can Pahalı, Nadir Portakal, Sevindik Gizli, Ali Cengiz, Aşkım Zenginer, Olgun Portakal, Gökteay Dörtköşe, Bilgi Sayar, Cennet Daştandır, Altın Islak (K) Satılmış Koyun (E), Dürdane Beşbine, Siyaset Yeter, Beyaz Aydoğdu, Hanım Çürük, Şapkalı Deli, Gönül İhtiyar, Hanım Deli, Kurban Başeğen, Gerçek Esmergüzeli, Mesut Doğan…
İlginç soyadları ise sayılamayacak kadar çok idi: Yalnızca bir kaçı: Ağırakça, Ufakmercimek, Negünekaldım, Kalbidelik, Kesekâğıdı, Yedibela, Yürürdurmaz, Suyabatmaz, Gidergelmez, Taşkafa, Kurukafa, Aklıfazla, Akıltopu, Sözeyataroğlu… Sonra topladığım adları biraz tasnif ettim: Taş isimleri, dini isimler: Tevekkül, Ellezi, Tevhit, Ayet, Mesih, Hûda, Mübarek… Eşya isimleri Sakız, nargile, şemsiye, kütük, telefon, saat, kıyafet, pereja (kolonya markası), dergi, mühür…) Hayvan isimleri (sinek en ilginci idi) Meyve isimleri, renk isimleri, meslekler: Asker, yolcu, doktor, hacı, şehit, ağa, çavuş, imam, jandarma, seyyah… Ay isimleri: Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Temmuz, Ekim… Şehir isimleri: (kırk iki adet) İzmir, Erciyes, İstanbul, Selanik, Yalvaç, Kâbe, Zara, Riyat, Hatay, Ardahan…
İlginç isimler bir kitapçık dolduracak kadar çok. Yalnızca birkaçı: Samuray, Komünist, Zagor (çizgi roman kahramanı), Sevgili, Hiç, Hizbullah, Çecuğ, Deprem, Sanayi, Sezar, Kanunî…
Elimdeki diğer liste, kadın-erkek ortak kullanılan isimler. Burada yazmak imkânsız, ancak sayı belirtebilirim ki bu da tam: (her gün yenisi ilave oluyor) 255. İstanbul’un fethi sırasında kilise de “Melekler kadın mıdır, erkek midir (?)” tartışması yapılıyormuş. Tartışma sonuçsuz kalsa ve bu arada atı alan Üsküdar’ı (ya da Fatih Haliç’i) geçse de bu tartışmaya gerek yok. Çünkü melek bizde hem erkek, hem kadın ismi olarak kullanılıyor.
Son iki örnek: Ad-soyadı zıt olanlardan: İslam Kaçakçı, Döndü Dönmez, Yılmaz Dursun…
Bir hatıram bana bu merakımı her yerde anlatmamam gerektiğini de öğretti: Ameliyathanedeyim, acil bir hasta var, daha anestezi almamış yani uyanık. Biz doktorlar kendi aramızda sohbet ederken anlatmaya başladım: “Gazetede okuduğum bazı ilginç isimler var; saat, dakika isimlerini kız çocuklarına koymuşlar”.
Hasta yattığı yerden bana döndü ve dedi ki: “Benim adım da saniye”. Kıpkırmızı olduğumu unutmuyorum. Bu yazıyı yazarken Prof. Dr. Çağatay Özdemir bana milletimiz nasıl isim koyuyor, lütfen biraz araştırıp bir yazı hazırlayın diye rica etmişti. Bu yazıyı kaleme alırken, hastalarımdan ve çevremden bunları örneklemek için kalemi elime almıştım. Ancak sıra gelmedi. İnşallah sonraki yazıya…
İsimlerimizle ilgili bilgilerin asıl kaynağının ve üstadının Aydil Erol Bey olduğunu ve ona itibar edilmesi gerektiğini de belirtmem gerek. Ben sadece bir meraklıyım.
Yazının sonunu bitirirken son dikkat çekici noktayı belirtmeden geçemem. Adımız, kimliğimiz. Ve soyadımız dahi kimliğimiz. Günlerce aradım, taradım ama hiç, olumsuz ek almamış, zaten alamayacak bir durumu da mutlulukla gördüm. Tek örnek dışında: Soyadına rağmen mensubu olduğu milletten şüphe duyan, o büyük milletin büyüklüğünü hiç taşımamış, taşımayan, galiba niyeti de olmayan DTP’li Ahmet Türk dışında… TÜRK ile başlayan ya da biten tüm soyadları güzel idi. Türk’ün kendisi gibi muhteşem idi: Gençtürk, Öztürk, Kocatürk, Türkyar, Türkgeldi, Aktürk, Türkkorur, Yılmaztürk, Ulutürk, Şentürk, Dinçtürk, Büyüktürkeri, Ünlütürk, Ertürk, Akbaytürk, Özertürk, Türkyılmaz, Çeliktürk, Kayatürk, Asiltürk, Arıkantürk, Arıtürk, Olguntürk, Köktürk, Uçartürk, Aslıtürk ve son iki muhteşemi: TÜRKEKUL ve KANIMTÜRK En özel ismi ise milletimiz Mecliste oybirliği ile koydu. Çünkü atamız ( ceddimiz) Türktü; Çünkü atamız (Mustafa Kemal Paşa) Türktü; Çünkü atamız (önderlerimiz) Türktü; Ve milletimiz Dede Korkut adabınca davranmayı biliyordu: Atatürk.