Nil kenarında bir balıkçıl... Umarsız bekliyor sahili. Sudanlının Sudan'ı beklediği gibi. Bazen dalıyor gagasıyla Nil'e, çoğu zaman bakıyor sağa sola. Zamanın önemi yok onun için, yaşayacak ve ölecek. Sudan'lı için de öyle... Gelecekten ne beklediğini bilmeden, düşünmeye gerek kalmadan... Onun için (!) düşündüğünü söyleyen bir dolu adam (!) var dünyada nasılsa...
….................
Güneş parlak, hava ılık, Aralık ayının ortası... Nil durgun akıyor, yavaş yavaş, acele etmeden... Sudanlı gibi... Zamanın önemi yok.
Nil'in ortasında kum (alüvyon) adacıkları, adacıkların içinde ufak gölcükler, gölcüklerde de sahildeki yeşilliğin şavkı var. Güneşle el ele pırıl pırıl parlıyor. Durgun Nil'e inat insana sevinç veriyor, huzurla beraber.
Balıkçıl kayboldu birden. Yanındaki ağaççık yığınına konmuş. Yine umarsız bakıyor etrafına.
Karşı sahildeki alüvyondan zengin toprakta ayağına dolanan beyaz cellabisine aldırmayan bir Sudan'lı habire kazma sallıyor toprağın gözüne. Belki de düzelmesini istediği Sudan'lının kaderine... Zamanın kıymetini bilen tek Sudan'lı o belki de...
Ya zamanında vuracak kazmayı toprağa...
Ya aç kalacak yıl boyu...
Ya Sudan'lı da vuracak masanın üstüne yumruğu, alacak doğru kararı, kendi çıkarı için,
Ya el gelecek bu topraklara, bölecek onu 10 – 15 parçaya, at oynatacak.
…..............
Bu ikinci gidişimdi, Aralık başıydı, orada mevsim bahardı. Gündüz 30º, gece 15 – 20º C, üstümüzde yazlıklarla dolaştık, güneşi içimize doyasıya çektik, bahçede oturmanın , gece Nil'in kıyısında yürümenin zevkine vardık. Emniyetli idi her yer, kadın olmak dezavantaj değildi, İslamiyeti içine sindirmiş olan temiz yüzlü Sudanlılar, nüfusun % 20 sini oluşturan ve ayrılmak için Ocak ayında yapılacak referandumu bekleyen hristiyan Afrikalılarla beraber şehirde kavgasız yaşıyordu. Güney'de kopan fırtınaları buraya, başkent Hartum'a, Nil'in karşı yakasındaki Omdurman'a yansıtmadan.
Avrupa ve ülkemizde kar yolları tıkamış. Burada klima altında oturarak sıcağa dayanıyoruz. Üstelik Sudanlı için bu, kış mevsimi.
…..............
Günlerden Cuma, Arap ülkelerinin çoğu gibi burada da Cuma – Cumartesi resmi tatil. Namaz için otele yakın bir camiyi seçiyoruz. Ufak, bakımsız, çoktandır temizlik yapılmamış. Çöl havasının tozu kumu halılara karışmış. Ama nasıl huzurlu bir hava var, Medine Ravzadaki gibi... Huzur her yere sinmiş. Müminler sakin, serçeler ötüyor bir Zakkum'un dalında. Ayakkabı tamir eden küçük çocuklar camiden çıkacak müminleri bekliyor telaşsız ve umutlu.
…..............
Dört yılda çok şey değişmiş şehirde. Gökdelenler yükselmeye başlamış Nil kıyısında. Çoğu otel olarak çalışıyor. Yollar biraz daha asfaltlı ve düzgün. Ancak trafik yine karışık ve yoğun. Nil'in üstüne ilave edilen yeni köprüler ve Nil'in iki yakasında karşılıklı dikilmiş 2 büyük kilise var, ikisi de geniş bahçeler içinde...
….............
Hartum'a araba ile yarım saatlik mesafedeki Kalakla şehrinde bir Türk hastanesi var. Türk Devleti tarafından yapılmış ve çevresindeki 100 km.'lik bir dairede bulunan 2,5 – 3 milyonluk nüfusa iyi bir sağlık hizmeti veriyor. Çalışanlar, bu hastanede çalışmanın ayrıcalığını yaşarken, ihtiyaca binaen yeni bir hastane daha istiyorlar. 4 yıl önce oraya giderken boş ve kurak alanlardan geçip gitmiştik. Etraf sessizdi. Hastane karşısında dört direk etrafına naylon yada çuval gerilerek yapılmış derme - çatma dükkanlarda hasta ihtiyaçları ya da çay satılıyordu. Hepsi bitmiş. Tüm yol ve hastane çevresi Pakistan – Hindistan belgesellerindeki gibi insan kalabalığı, seyyar satıcılar, tekerlekli arabadan açık hava lokantaları ile, yolları binlerce araba ve yine Hindistan'dan gelen 3 tekerlekli rakşa denen bisikletimsi taksilerle dolmuş. Bunlar sevimli de görünse, oldukça tehlikeli arabalar ve hızlı gittikleri için de çok kazaya sebep oluyorlar. Trafik polislerinin düzen sağlaması mümkün değil. Yollarda minibüse benzer mini dolmuşlar, eşek arabaları, karpuz – muz – portakal satıcıları renkli görüntü olarak hatıralarda yerini alıyor. Şehirleşme bizim gecekondulardaki gibi düzensiz, plansız. Gelişmekte olan ülkelerin kaderi midir bu? Kırsal alanda iş ortamı yaratılmaması, şehirlerin yükünü, dolayısı ile de halkın geçim sıkıntısını da artırıyor. Gelişmemiş, gelişmesi de istenmemiş bu yüzden sık sık mezhep – etnisite – kabile savaşları çıkartılıp kan döktürülen ülkelerdeki gibi işportanın çokluğuna, denetlenmemiş, kontrolsüz, vergisiz kazançlara ve kötü ekonomik duruma yol açıyor bu durum. Hastanede verilen istatistikler de güvenli değil. Bunu da bize kendileri söylüyor.
Piyasayı Çin malları istila etmiş. Sudanlıların bundan hiç memnun olmadığını, ama “Türk Malı” isminin güven, kalite ve statü göstergesi olarak kullanıldığını da öğreniyoruz. Ama büyük bir alışveriş merkezindeki zeytinlerin Orta Doğu, turşunun Uzak Doğudan gelmesi ise kimin ayıbı (?), bilemedim.
Nil, Mısır'da olduğu gibi, Sudan için de ana atar damar. Mavi – Beyaz Nil Hartum'da birleşip tek Nil olarak kuzeye Mısır'a doğru akıyor. Çevresinin Mısır belgesellerindeki gibi yemyeşil ve verimli olması gerekirken bunun olmadığını üzülerek görüyoruz. Devlet kavramının ve sisteminin oturmayışı, destek – plan – teşvik kavramlarının olmaması, çiftçilikle beraber ekonomiyi de olumsuz etkiliyor. Elçilik mensuplarımız, Sudan'da 2000 Türk çiftçinin olduğunu, Nil çevresinde kiraladıkları ya da aldıkları toprakta ziraat yaptıklarını, 1'e 10 aldıklarını (Sudanlı 1'e 2 – 3 alırken) bunun Sudanlı'yı ancak şaşırttığını ama örnek olmadığını belirttiler.
Nil'in getirdiği alüvyon adalarında ve Nil kıyısında (şimdi suları çekilmiş) sıska – uzun bacaklı koyunlar, derisi kemiğine yapışmış inekler, keçiler otluyor. Aç kalmamak için çalışan Sudan'lı çiftçi cellabisinin ayaklarına dolaşmasına aldırmadan kazma sallayıp su yolu açıyor toprakta.
…..............
Darfur bölgesinin başkenti Nyala'ya kalkacak uçağın saati sabah 07.00. Pırpırlı bir uçak bu. Uçaktaki müşteri yeterli olmayınca kalkış önce 10.00'a, sonra 12.00'ye, sonra da 16.00'ya kaydı, dolmuş gibi doluncaya değin beklediğinden. O gün akşam geri dönülecek olan bu seyahat, ertesi gün akşam saatlerinde bitti.
Sudanlı için vakit önemsiz, zaman bol.
07.30'da hastaneye gidip 08.00'de başlayacağımız ameliyat, bizi götürecek arabanın 10.00'da gelmesi ile sekteye uğradı. Ve o yol için birbirinden habersiz ve programsız 3 araba aynı anda (yine habersizce gecikerek) Kalakla'ya gitti. Onca yol, 3 arabanın benzini, onca saat, 3 şoför ve sonuçta bitmemiş bir iş.
Vatandaşın yoklukta eşit oluşu, iyiyi bilememesi ve kıyaslayamaması, var olana razı olması, buranın yönetilmesini de kolaylaştırıyor (?!). Sudanlılar güzel insanlar, incecik uzun, düzgün vücutlu, kadife tenli, küçük kafalı, uzun bacaklı ve sevimliler. O sıcağa rağmen mis gibi kokuyorlar. Ten renkleri kuzeydekilerin sütlü, güneydekilerin bitter çikolata gibi. Erkeklerin saçları kısa, kadınların bolca örgülü ve ya yandan, ya arkadan topuzlu. Ama müslüman olanlar 4 metrelik uzun sariler içinde başları örtülü olarak dolaşıyorlar. Renk renk ve nakışlı kumaşlar içinde tablo gibi görünüyorlar. Çocukların kafasında rengarenk kurdeleler ve tokalar, sevmeye doyulmuyor. Afrika'nın en büyük üniversitesi de burada. Afrika Üniversitesi. Okumuşların tamamına yakını İngilizce biliyor. Ama yıllarca burada Osmanlı adına hutbe okunmasına rağmen Türkçe girememiş. Hepsi saygılı, terbiyeli, kavgasız. Trafik kazalarında bile kavga etmiyorlar.
…………..
Devlet Başkanı Ömer Beşir, teröre destek verme suçlaması ile bir çok batı ülkesine giremiyor. Ömer Beşir kime göre insanlık suçu işlemiş? “Göre”nin açılımı batı ve doğu için ne ifade ediyor?
Sudan bölünmenin eşiğinde. Afrika'nın bu en büyük toprağına sahip ülkesi yakın zamanda bölünecek. Güney, kuzey için yük olarak görülüyor. Güneyde iş ortamı olmadığı, mali, sosyal, terör açısından kuzeye yük oldukları, başkent Hartum'daki işsiz – güçsüz ve işportacı kesimi güneylilerin (gerçek Afrikalı ve çoğu hristiyan ya da totemik dine mensuplar, kuzeylilerin çoğu müslüman ve arap kökenli) oluşturduğu ve bu yükü sırtlarından atmak istedikleri belirtiliyor. Güneyin nüfusu 3,5 – 4 milyon, buna kuzey bölgeleri, özellikle başkentte yaşayan 4 milyonluk güneyli nüfusu da dahil edilirse bu bölünmeden 7,5 – 8 milyonluk bir etkilenme olacağı (ülkenin 1/3 ü) kesin. Her güneyli kuzeyden kendi bölgesine döner mi? Dönmezse geride kalanlar yeniden ülke istikrarı için potansiyel risk teşkil eder mi? Bilinmez. Bu sorunun cevabı ancak batının planlarına göre cevap bulabilir. Ama Arap dünyasının bu soruya cevap aramadığı da ortada. Güney bakir, fakir ve alt yapı yok. Kurulacak devletin adı bile net değil: Başkentinin Juba, dilinin Arapça – İngilizce ve kabile dilleri olacağı, marşlarının ve bayraklarının olduğu, Sudan'daki petrolün % 70'ine, ülke topraklarının da dörtte birine sahip olacakları ise kesin. …Bu etnik bölünmenin gerçek bir etnik bölünme olmadığı, kendi içindeki çatışmaları da (hristiyanlar – totemik olanlar ve kabileler) yeniden başlatacağı, buranın alt yapısını inşa etmek için İsrail, Çin, Batı, Brezilya, Hindistan'ın hatta İran'ın iştahının kabardığı ve her türlü hazırlığı yaptığı, buranın yeniden bir savaş ve silah satış alanı olacağı da kesin. Şimdi neşeli danslar eşliğinde şarkı söyleyerek oylamaya giden bu talihsizlerin, gelecekte kabile çatışması adı altında televizyonlarda inlemelerinin seyredilmeyeceğinin garantisi hiç yok. Domuz sever aktör George Clooney, Kofi Annan, Jimmy Carter neden gözlemci oluyor bu seçimlere acaba? M.Ö 1000 yılına atfedilen bir efsane olan müreffeh kuş imparatorluğunu kuracaklarının masalına inanmış bu bakir insanların kara kaşları – kara gözleri (kara yüzleri) için mi?
…...........
Dünya Savaşı'nda İngilizlerle birlik olup bizi sırtımızdan vuran kabile ruhlu Araplardan farklı olarak “Biz Türk'e hiç ihanet etmedik, arkadan vurmadık” diyorlar. Omdurman'da Nil sahilinde ortasında tüfek – namlu delik yeri olan, İngilizlere karşı yapılmış yığma toprak siperler hala duruyor.
Sokaklardaki sebil su testileri, ağaç altındaki kadın çay satıcıları da aynı yerlerindeler. Hastane bahçelerinde hala hastalar yerlere serdikleri hasırlarda hastalarını ya da sıralarını bekliyorlar. Sudanlılar bizi hala seviyor ve soylarında Türk olduğunu belirtip akrabalık gururu duyuyorlar.
Sudan dost ülke. Darfur, dünyanın en fakir ve muhtaç parçası. Ne BM ne DSÖ'nün orada adı yok (Pakistan sel felaketinde olduğu gibi), Türk devletinin dışında. Darfur'da aynı mezhepten iki sünni müslüman grup savaştırılıyor. Kimin için ve ne için savaştıklarını düşünmeden oynuyorlar rollerini. Darfur'a vize almadan girilmiyor (Sudan hükumeti, kendi sınırlarındaki bir bölgeye gidiş için vize istiyor!).
Sudan'ı anlamak, Afrika'yı anlamak demek. Batı'nın Afrika politikasını, aslında dünya politikasını anlamak demek. Bizim de bunu bilmemiz gerek.
…............
Nil kıyısında bir balıkçıl telaşsız, umarsız kıyıyı bekliyor. Ne zamanı ,ne geleceği düşünerek.
Kalakla yolundaki bir boş arazide zayıf,upuzun boylu ,üstü yarı çıplak,gencecik bir Sudan lı kadın çuval parçalarından oluşmuş dört duvarlı bır kulübenin önünde tahta sandıkların üstüne oturmuş.Dizleri üstündeki çıplak bebek meme aranıyor.Sudan lı kadın güneşin bagrında aç,sessiz,çaresiz,kabullenmiş….bekliyor.Belki de neyi beklediğini bilmeden…Balıkçıldan bile daha çaresizce…
Sudanlı hep bekliyor. Neyi, niçin beklediğini bilmeden, zamanın değerini düşünmeden ve de kendi geleceğini...
2010 Aralık