Üç Tarz-ı Siyaset Arayışından Bugünkü Paçozluğa - Lütfü Şehsuvaroğlu

Ya­rın (bu­gün) Türk Ocak­la­rı Ge­nel Mer­ke­zin­de sa­at 14’de Yu­suf Ak­çu­ra­’yı ve Üç Tarz-ı Si­ya­se­ti­’ni an­la­ta­ca­ğım. 

Yu­suf Ak­çu­ra as­lın­da bu üç si­ya­set tar­zı mef­hu­mu­nu Hü­se­yin­za­de Ali’­den al­dı. Azer­bay­can­lı fi­kir ada­mı Zi­ya Gö­kal­p’­e de il­ham kay­na­ğı ol­muş­tu.

 

Tür­ki­ye­’de­ki Na­mık Ke­ma­l’­den baş­la­yan ba­tı tar­zı fi­kir ge­liş­tir­me yön­te­mi Zi­ya Gö­kalp gi­bi da­hi­de zir­ve­si­ni yap­tı ama bü­tün Türk ve İs­lam âle­min­de ben­ze­ri ter­kip ya­hut sen­tez ara­yış­la­rı yok de­ğil­di. Meh­met Âki­f’­in pek be­ğen­di­ği Ab­duh ile Af­ga­ni de ben­zer eği­lim­ler için­dey­di­ler. Ab­dür­re­şit İb­ra­him baş­ta ol­mak üze­re Mu­sa Ca­ruly­lah, Ma­can Cu­ma­bay, İs­ma­il Gas­pı­ra­lı, Hü­se­yin­za­de Ali ve da­ha bir­çok Türk dün­ya­sın­dan ay­dın da ayak­ta kal­ma stra­te­ji­le­ri için ba­tı me­de­ni­ye­ti ile mü­na­se­bet ko­nu­sun­da ba­zen pek çe­liş­ki­li ba­zen pek ya­ra­tı­cı fi­kir­ler ser­de­di­yor­lar­dı.

 

Bu­ra­da­ki mih­ver kül­tür ve me­de­ni­yet kav­ram­la­rı et­ra­fın­da şe­kil­le­nen mil­li ve/ya­hut bey­nel­mi­lel olup ol(a)ma­ma du­ru­mu idi.

Kül­tür ve me­de­ni­ye­ti an­la­dık mı?

 

Zi­ya Gö­kalp Üç Tar­zı Si­ya­se­t’­in Yu­suf Ak­çu­ra­’dan(da­ha doğ­ru­su Hü­se­yin­za­de­’den) dev­ral­dı­ğı bo­yu­tu­nu ye­ni Cum­hu­ri­ye­tin teo­ris­ye­ni ola­rak kül­tür-me­de­ni­yet ay­rış­ma­sı üze­ri­ne bi­na edi­yor­du. Do­la­yı­sıy­la Os­man­lı­’yı or­ta­dan kal­dı­ran Şark me­se­le­si pro­je­si­nin Ça­nak­ka­le dra­mı ve o bü­yük ci­ha­dı, bü­tün Os­man­lı son­ra­sı Cum­hu­ri­yet nes­lin­de “tek di­şi kal­mış me­de­ni­yet, kah­pe me­de­ni­ye­t”, “Me­de­ni­yet de­ni­len kah­pe ha­ki­kat yüz­sü­z” ka­na­ati mil­li sa­ir­den baş­lı­ya­rak bü­tün Türk mil­le­ti­nin or­tak vic­da­nı ha­li­ne gel­miş­ken; na­sıl olur­du da bü­yük ci­ha­dı ger­çek­leş­tir­di­ği, kur­tu­luş sa­va­şı ver­di­ği o kah­pe­ye kar­şı son­ra­dan âşık ola­bi­lir ve bu aş­kıy­la ne ka­dar mu­kad­de­si var­sa ze­lil eder­di? El­bet­te ki an­cak me­de­ni­ye­ti tek­no­lo­ji, nötr kuv­vet­ler, bey­nel­mi­lel ma­ha­ret­ler ola­rak ifa­de­len­dir­mek za­ru­re­ti var­dı. 

 

Me­de­ni­ye­tin ay­nı za­man­da bir “üst kül­tü­r”, bir “ya­şam şek­li­”, bir “de­ğer­ler man­zu­me­si­” ol­du­ğu as­la Cum­hu­ri­ye­tin ilk yıl­la­rın­da di­le ge­ti­ril­me­di, iti­raf edil­me­di.

Me­de­ni­yet, oto­mo­bil­di, trak­tör­dü, ti­ren­di, üre­tim tek­no­lo­ji­le­ri, ula­şım va­sı­ta­la­rı, si­lah­lar, uçak­lar vb. adet-ede­vat, bil­gi ve­ya bi­lim ola­bi­lir­di. Me­de­ni­yet kim­se­nin te­ke­lin­de de­ğil­di. Çağ­daş uy­gar­lık dü­ze­yi idi. Me­de­ni­yet ül­ke­den ül­ke­ye ge­çer ve her­kes on­dan fay­da­la­nır­dı. Kal­kın­mak, iler­le­mek, ile­ri ül­ke­ler­le ba­şet­mek için me­de­ni­ye­ti ol­mak ge­rek­ti. Ama güm­rük­ler­den onu so­kar­ken mil­li kül­tür süz­ge­cin­den ge­çi­re­cek­tik. İs­te­di­ği­mi­zi ala­bi­lir, is­te­me­di­ği­mi­zi al­maz­dık. Bu ta­ma­men bi­zim ira­de­mi­ze bağ­lıy­dı. Har­sı­mı­zı, mil­lî kül­tü­rü­mü­zü mu­ha­fa­za ede­bi­lir, kim­li­ği­miz­den as­la ta­viz ver­me­den bi­zi me­de­ni­yet se­vi­ye­si­ne ulaş­tı­ra­cak her tür­lü ih­ti­ya­cı­mı­zı te­da­rik ede­bi­lir­dik. Me­de­ni­ye­ti ilim di­ye an­la­ma çer­çe­ve­si za­ten di­nî ar­gü­ma­na da da­yan­dı­rı­la­bi­lir­di. Öy­le ya Hz. Mu­ham­med “İ­lim Çi­n’­de ol­sa alı­nı­z” bu­yur­mu­yor muy­du? Me­de­ni­yet se­vi­ye­si­nin kül­tü­rel ve üs­tün­lük an­la­mı­na gel­me­di­ği açık­tı. Kül­tü­rü­mü­ze toz kon­dur­maz­dık. 

 

Türk ve Müs­lü­man ola­rak ta­rih­ten bi­ze ka­lan mad­di-ma­ne­vi tüm mi­ra­sa sa­hip­tik ve on­lar bi­zim üs­tün de­ğer­le­ri­miz­di. Me­de­ni­ye­tin bi­zi yen­di­ği or­ta­da idi, o hal­de biz de bi­zi ye­nen­le­rin me­de­ni­ye­ti­ne sa­hip ola­cak­tık o ka­dar... Me­de­ni­yet se­vi­ye­si ve kül­tü­rel mi­ras açı­sın­dan bo­ca­la­dı­ğı­mı­zı he­men his­set­me­dik. Me­de­ni­yet­le­rin hep va­rol­duk­la­rı­nı, ma­ne­vi mü­es­se­se­le­ri­nin mad­dî mü­es­se­se­le­rin­den da­ha çok ol­du­ğu­nu da... Me­de­ni­yet se­vi­ye­si ve kül­tü­rel mi­ras kar­şı­laş­tı­rı­la­cak­sa eğer o da M. Ke­ma­l’­in “mil­lî kül­tü­rü­mü­zü mua­sır me­de­ni­yet se­vi­ye­si­nin üs­tü­ne çı­ka­ra­ca­ğı­z” id­di­ası­na da­ya­nan bir ken­di­ne gü­ven psi­ko­lo­ji­si için­de bu­nun ger­çek­leş­ti­ril­me­sin­den baş­ka ne ola­bi­lir­di ki?...

 

Şim­di­ki Ke­ma­liz­m’­in bu nü­an­sı bi­le ko­ya­ma­dı­ğı or­ta­da... Ata­türk ve Gö­kalp mil­lî kül­tü­rü­mü­zü el­bet­te ki me­de­ni­yet mu­ka­ye­se­sin­de ön­de tu­tu­yor­lar­dı. 

Me­de­ni­yet bir zo­run­lu­luk­tu ve kül­tür vaz­ge­çil­mez­di, me­de­ni­yet dış­sal şart­la­rın bi­ze gös­ter­di­ği bir va­rol­ma apa­ra­tı idi kül­tür ise as­la terk ede­me­ye­ce­ği­miz iç­sel du­yar­lı­lı­ğı­mız, var­lı­ğı­mız, kim­li­ği­miz...

Bi­zim için 20 yy. bu di­lem­ma­nın ya­şan­dı­ğı bir yüz­yıl­dı. Mil­li kül­tü­rü­müz ve mua­sır me­de­ni­yet se­vi­ye­si... Bi­zim de 20.yüz­yı­lı­mız, 19.yy’­dan bü­tün dün­ya­da ol­du­ğu gi­bi ya­rım kal­mış me­se­le­le­rin dev­ra­lın­dı­ğı bir dö­nüm, dö­ne­meç ve ba­zen kı­sa, ba­zen uzun bir de­vir­dir.

Üç Tarz-ı Si­ya­set bir tür­lü ev­ren­sel-ci­han­şü­mul bir dü­şün­me tar­zı­na bir fel­se­fe­ye ulaş­tı­rıl­ma­mış; dev­let-i ali­’yi kur­tar­ma gay­re­ti­nin ifa­de şek­li ola­gel­miş­ler­dir.

 

Bu üç dü­şün­ce-si­ya­set tar­zı­nın ya­tay düz­lem­de li­be­ra­lizm, mu­ha­fa­za­kâr­lık ve sos­ya­lizm gi­bi da­ha yay­gın ve da­ha ev­ren­sel ben­zeş­me­le­ri tea­ti edi­lip zen­gin­leş­ti­ri­lip vur­gu­la­na­bi­le­cek­ken di­key düz­lem­de­ki ay­rım­lar te­ba­rüz et­ti­ril­miş; ba­riz sı­kın­tı­lar da in­san­dan çok dev­le­te yö­ne­lik ol­du­ğun­dan dev­le­ti ko­ru­ma ve kol­la­ma aş­kı­na fi­kir­le­rin kul­la­nıl­ma­sı ge­le­ne­ği yer­leş­miş­tir.

 

Fi­kir­le­ri­miz dev­le­te ko­ru­ma ve kol­la­ma alış­kan­lı­ğın­dan kur­tul­du­ğu ve ci­han­şü­mûl ol­du­ğu za­man ger­çek “kı­zı­lel­ma­” ufuk­ta be­li­re­cek­tir.

Ayak­ta kal­ma stra­te­ji­si

Me­de­ni­ye­tin kül­tür­den ay­rı­la­ma­ya­ca­ğı­nı, kül­tür ve me­de­ni­yet ay­rı­mı­nın ge­liş­me­si dur­du­rul­muş top­lum­lar için ken­di ken­di­ni kan­dır­mak­tan baş­ka bir işe ya­ra­ma­dı­ğı­nı geç an­la­dık. Hâ­lâ da an­la­ma­yan­la­rın ka­hır ek­se­ri­yet­te ol­ma­la­rı ve da­ha çok bü­rok­ra­tik ya­pı­yı iş­gal et­me­le­ri ya­şa­nan id­rak ge­cik­me­si­nin da­ha san­cı­lı ol­ma­sı­nı sağ­la­mak­ta­dır.

Zi­ya Gö­kal­p’­in “a­yak­ta kal­ma stra­te­ji­si­” ola­rak ge­liş­tir­di­ği kül­tür-me­de­ni­yet ay­rı­mı ya­pa­rak zım­nen ba­tı me­de­ni­ye­ti­nin üs­tün­lü­ğü­nü ve ona tes­li­mi­ye­ti ifa­de et­mek­te­dir ama bir kar­şı du­ruş da ih­ti­va et­mek­te­dir. Bu stra­te­ji, Ba­tı­’ya “sen güç­lü­sün ve ben bu­nu tes­lim edi­yo­rum fa­kat ha­yat gö­rü­şüm, fel­se­fem, inanç­la­rım, de­ğer­le­rim sen­den üs­tün­dür ve ben bu kim­li­ği­mi, fark­lı­lı­ğı­mı mu­ha­fa­za  ede­ce­ği­m” de­mek­te­dir.

 

Ye­ni Cum­hu­ri­ye­tin yük­sel­di­ği ulus-dev­let çiz­gi­si ve kül­tür-me­de­ni­yet fark­lı­laş­ma­sı­na da­ya­nan kon­sep­ti Ba­tı­’nın za­ten Os­man­lı­’nın çö­kü­şüy­le tat­min olan yü­zü­nün bu yor­gun ve mağ­lup ama hâ­lâ mağ­rur olan im­pa­ra­tor­luk ba­ki­ye­si ya da ka­zın­tı­sı in­san­la­ra hoş gel­me­si­ne yol aç­tı ve bu­nun so­nu­cu ola­rak da es­ki düş­man­lar da­ha zi­ya­de­siy­le dost­luk gös­te­ri­le­rin­de bu­lun­du­lar ve dost-müt­te­fik söy­lem­le­ri ge­liş­tir­di­ler. Ama M. Ke­mal, At­ti­la İl­ha­n’­ın da ıs­rar­la vur­gu­la­dı­ğı gi­bi hiç­bir za­man em­per­ya­list Ba­tı­’ya bu­gün­kü­ler gi­bi tam tes­li­mi­yet içi­ne gir­me­di hiç ol­maz­sa söy­lem ola­rak bu­na as­la te­ves­sül et­me­di. 

 

O’­nun ağ­zın­dan as­la bu­gün­kü ke­ma­list­ler gi­bi % 100 Ba­tı me­de­ni­ye­ti­ne il­ti­hak he­ves­kâr­lı­ğı­nı te­ren­nüm eden bir ve­ci­ze çık­ma­dı.

Cum­hu­ri­yet fil­min­de­ki M. Ke­mal o yüz­den mil­let ta­ra­fın­dan be­ğe­nil­me­di ve mil­let bu Ata­tür­k’­e hiç ben­ze­me­yen ti­yat­ro­cu­nun mil­le­tin­den ta­ma­men ko­puk ta­vır­la­rı­nı Ata­tür­k’­e ya­kış­tır­ma­dı. Ata­türk hiç “Var­lı­ğı­nın ve mev­cu­di­ye­ti­nin ye­gâ­ne te­me­li bu­du­r” der miy­di? “Mev­cu­di­ye­ti­nin ve is­tik­ba­li­nin ye­gâ­ne te­me­li bu­du­r” sö­zü na­sıl olur­du da var­lı­ğı­nın ve mev­cu­di­ye­ti­nin di­ye ay­nı an­lam­da iki ke­li­me­nin peş pe­şe sı­ra­lan­dı­ğı bir her­ze­ye dö­nü­şür­dü. Ko­nu­muz ta­bi­i ki Cum­hu­ri­yet fil­mi de­ğil fa­kat yüz­yı­lın son yı­lın­da ya­pa­bil­di­ği­miz ve övünç­le ek­ran­la­ra ta­şı­dı­ğı­mız ye­gâ­ne ya­kın ta­ri­hi de­ğer­len­di­ren ya­pım o... Hâ­lâ Ata­tür­k’­ü, dö­ne­mi­ni, dü­şün­ce akım­la­rı­nı an­la­ya­bil­miş de­ği­liz.

 

Her iki­si de ken­di pi­ya­sa­la­rı­nı ko­tar­ma­ya ça­lı­şan ya­pım­cı­la­rın ma­ri­fe­ti­… Yük­sek fi­kir ve kop­ya ol­ma­yan bir dram ne ya­zık ki iki­sin­de de yok­tu.

Film­le­ri­miz böy­le de fi­kir adam­la­rı­mız ne mer­kez­de?

 

100 yıl ön­ce­si­nin fi­kir akım­la­rı bi­le bu­gün­kü­ler­den da­ha se­vi­ye­li ve hiç ol­maz­sa ken­di inanç­la­rı çer­çe­ve­sin­de sa­mi­mi idi­ler. Ne ya­zık ki bu­na rağ­men bu top­rak­la­rın hem bu­gün­kü, hem o za­man­ki fi­kir­le­ri ne ya­zık ki ev­ren­se­le ka­nat çır­pa­ma­mış ye­rel ara­yış­lar ola­rak kal­mış­tır.

20. yüz­yıl ta­ri­hi­miz kor­ku ve ve­him­le­ri­mi­zin ta­ri­hi­dir.

Yir­min­ci yüz­yı­lı an­la­mak te­mel al­dı­ğı­mız ba­kış açı­sı­na gö­re de­ği­şik baş­lık­lar­la bü­tün­cül bir çer­çe­ve­ye ve ona bağ­lı ola­rak bir ta­ri­he sı­kış­tı­rı­la­bi­lir.

 

20. yy. Ba­tı­’nın 19. yy’­da ge­liş­tir­di­ği “şark me­se­le­si­”nin ne­ti­ce al­dı­ğı bir yüz­yıl­dır. Böy­le­ce Os­man­lı İm­pa­ra­tor­lu­ğu­nun da­ğıl­ma­sı ile baş­la­yan bu yüz­yıl, 21. yy eşi­ğin­de böl­ge­sel bir ira­de ha­li­ne gel­di­ği Clin­ton ta­ra­fın­dan da “o­na­y”­la­nan dö­ne­meç­te bek­le­nen de­ği­şi­me uğ­ra­ya­cak­tır. Do­la­yı­sıy­la 20. yy. glo­bal çer­çe­ve­de 1850’ler­den son­ra pi­şi­ril­miş kriz­ler­le 1. Dün­ya Sa­va­şı­’na ka­dar uza­nan bir uzun ha­zır­lık dö­ne­mi­ne sa­hip­tir; ye­rel çer­çe­ve­de de Os­man­lı­’dan Cum­hu­ri­ye­t’­e ka­dar uza­nan ma­ce­ra­dır bu baş­lan­gıç dö­ne­mi... 

 

Bu yak­la­şım 20. yy.’ın çok uzun bir yy. ol­du­ğu­nu be­nim­se­mek­te­dir. 2000’li yıl­la­rın baş­la­rın­da da de­vam ede­ce­ğe ben­ze­mek­te­dir.

Baş­ka bir yak­la­şım ise 20. yy.’ın çok kı­sa ol­du­ğu ile­ri sür­mek­te­dir. II. Dün­ya Sa­va­-

şı­’nın bi­ti­min­den 1945’den baş­la­mak­ta ve Ber­lin Du­va­rı­’nın yı­kıl­ma­sı ile de ni­ha­ye­te er­mek­te­dir. Bir an­lam­da so­ğuk sa­va­şa, Bir­leş­miş Mil­let­le­r’­e, iki ku­tup­lu Dün­ya­’ya; Blok­laş­ma­la­ra, bö­lün­me­le­re, bir­leş­me­le­re da­yan­mak­ta­dır.

 

Di­ğer bir ba­kış açı­sı ise uzay ça­ğı­dır, uç­mak ve aya ayak bas­mak ça­ğı­dır. İlk uçu­şun ya­pıl­dı­ğı 1903’den baş­lar ve­ya ha­ber­leş­me ça­ğı­dır. 1901’de­ki Mar­co­ni­’nin mors al­fa­be­si­ne da­ya­nır; Si­ne­ma­’dır, TV’­dir, Bil­gi­sa­ya­r’­dır, İn­ter­ne­t’­tir. Eins­te­in ça­ğı­dır; me2’dir; Hi­ro­şi­ma­’dır, de­ni­zal­tı­dır.

İde­olo­ji­ler ça­ğı­nın zir­ve­ye eriş­ti­ril­di­ği ve bu­nun da so­nu­nun ha­zır­lan­dı­ğı bir yüz­yıl ay­nı za­man­da 20. yy. İş­te İs­lam âle­mi­nin hal-i pür me­la­li­… Bü­tün asır­la­rın­dan da­ha zil­let içe­ri­sin­de­…

He­le ka­pi­ta­lizm hül­ya­sın­da kim­li­ği­ni sa­de­ce saç­ma bir eti­ket ola­rak al­nı­na ya­pış­tır­mış 

Müs­lü­man­lar pa­çoz­lu­ğun her tür­lü­sü­nü de­ne­me is­ti­da­dın­da­lar. Bir de me­de­ni­yet ta­sav­vu­run­dan vaz­ge­çip yap­tık­la­rı ko­mik ro­bot­la­ra say­gı di­len­mi­yor­lar mı? Bu tam bir put­pe­rest­lik­ti­r… 

Ya­hu in­san bi­raz ki­tap oku­r…

 

VAHDET GAZETESİ