SÖĞÜT TOPLANTILARI III
TÜRK OCAKLARI GENEL MERKEZİ III. SÖĞÜT TOPLANTISI MODERNLEŞME SÜRECİNDE
DİN-DEVLET-TOPLUM İLİŞKİLERİ ÇALIŞTAYI
4-6 Mayıs 2012 – Gerede
ÇALIŞTAY SONUÇ RAPORU
Takdim
Türk Ocakları bir fikir hareketinin temsilcisi olarak Türk toplumunda yaşanmakta olan zihnimizi meşgul eden konuları, uzmanları bir araya getirerek tartışmaya devam ediyor. Geleneksel olarak tartışmaların zemini olan Türk Yurdu dergisi yazarların kendi görüşlerini yansıtırken,2009’da başlatılan Söğüt Toplantıları yüz yüze müzakere imkânı açmıştır. Bu yıl üçüncüsünü Gerede Esentepe Otel’de 5 -6 Mayıs 2012 tarihinde gerçekleştirdiğimiz çalıştayımızın konusu “Modernleşme Sürecinde Din – Devlet – Toplum İlişkileri” oldu. 20 bilim ve fikir adamının müzakereci olarak davet edildiği toplantı çalıştay yöntemiyle yapıldı. Bazı davetlilerin mazeretleri dolayısıyla gelemediği çalıştayda 17 müzakereci konuyu tartıştı. Türk Ocaklarının 100. Kuruluş yıldönümü faaliyetleri çerçevesinde gerçekleştirilen beş oturumda planlandı ve gerçekleşti. Çalıştayda Dinî Gruplar, Din ve Vicdan Hürriyeti Çerçevesinde Laiklik, Diyanet İşleri Başkanlığı, Din Eğitimi, Sosyo-ekonomik Değişim ve Din Algısı başlıkları altında beş konu müzakere edildi. Her oturumun iki moderatörü müzakere öncesi 5-10 dakikalık sunum yaptı. Sonrasında katılımcılar konuyla ilgili tespitlerini ve görüşlerini paylaştılar. Her oturum ile ilgili moderatörler tarafından özet raporlar hazırlandı. Aşağıda kamuoyunun bilgisine sunulan bu raporlar çalıştayımızın sonuç bildirisini oluşturdu. Çalıştayın sonuçlarının bu yıl içinde yapılacak olan Modernleşme Sürecinde Devlet-Toplum İlişkileri Sempozyumunun bir oturumunda tartışılması planlandı. Konu üzerinde çalışmaların yoğunlaşması ve zihinlerde aydınlanması amacıyla bu çalıştayın bir başlangıç olması katılımcıların ortak temennisi oldu.
Dini Gruplar, Cemaatler ve Hareketler
Din her şeyden önce kişisel bir bağlılık olmakla birlikte sosyolojik anlamda, daha çok dinî organizasyonlar, gruplar, cemaatler ve hareketler vasıtasıyla gelişir. Özsel olarak, bütün dinler, kendi mensuplarından bir topluluk, cemaat ya da ümmet oluşturmalarını talep eder. Türkiye’de dinî gruplar, cemaatler ve hareketler olgusu, belli bir tarihî arka plana sahip olup, onların süreç içinde gelişimi sosyokültürel ve sosyo-politik faktörlerin etkisi göz önünde tutulmadan anlaşılamaz. Türk modernleşme süreci ve tecrübesinin kendine özgü yapısı, genelde dinî hayatımızla birlikte, alt dinî gruplar, mezhepler, cemaatler ve hareketleri de etkilemiştir. Esasen Türk modernleşmesinin dinî hayatla ilgili temel problematiklerinden birisi, dinin bir topluluk ve cemaat içinde yaşanma boyutunu yani sosyolojik yanını dikkate almamış olmasında kendini göstermektedir. Öncelikle tarihsel bağlamda dinî gruplar, hareketler ve mezhepler dinin kendi içinde kişisel din yorumlarında farklılaşma, toplumsal yapıların özgüllüğü, siyasî ve kültürel karşılaşmaların etkileri nedeniyle karşımıza çıkmışlardır. Tarihsel nitelikli dinî grupların (mezhep, fırka, tarikat vb.) teşekkülünde, siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik bir takım faktörler rol oynamıştır. Diğer yandan dini daha iyi anlama veya yaşama amacıyla yapılan ihtilaflar, itirazlar ve yorum farklılıkları da etkili olmuşlardır. Bu anlamda inanç, ibadet ve törenler, organizasyon ile sosyal ve ahlakî değerlerin değişimi gibi konular temel ihtilaf kaynaklarını oluşturur. Geleneksel dinî grupların başında gelen tarikatlar, tarihsel anlamda örneğin Anadolu’nun İslamlaşmasında görüldüğü gibi dinin yayılmasına da aracılık etmişlerdir. Ancak modernleşme sürecinde sosyokültürel değişime duyarlı olan bazı tarikatlar, sosyal hareket niteliği kazanarak eğitim, ekonomi, medya gibi alternatif kurumsallaşmaya yönelmişlerdir. Doğal olarak modernleşme sürecinde tarikatların, geleneksel tarikat yapısından uzaklaştıkları ve yeni işlevlerle cemaatler haline geldikleri görülmektedir. Bu çerçevede tarikatların sosyokültürel, ekonomik, eğitimsel ve medya gibi boyutlarda da etkin olmaya çalıştıkları görülmektedir. Türkiye’de dinî gruplar ve cemaatler, çok partili hayatla birlikte hız kazanan demokratik dönüşümle ve 1970’li yıllarla birlikte de kentleşme ve sanayileşme süreçlerinin yarattığı sosyoekonomik gelişmeyle birlikte yeni fırsat alanları yakalamış, bu zeminde bir yandan siyasetle ilişkilerde diğer yandan sosyoekonomik kurumsallaşmalarla sosyal potansiyellerini geliştirmişlerdir. Özellikle 1980’li yıllarda hız kazanan konjonktürel değişim, dinî grupların daha önce baskın olan kimlik yönelimli radikal yönelimlerini, artan demokratik özgürlükler ve yeni fırsat alanlarıyla daha çok kültürel nitelikli ve birey odaklı bir siyasete yakın durmaya başladıkları gözlenmiştir. Özetle; Türkiye’de dinî grup ve hareketlerin, modernleşme sürecine ve onun sosyokültürel hayattaki sarsıcı etkilerine yönelik tepkisel bir boyut taşıdıkları anlaşılmaktadır. Bu süreçte sosyoekonomik değişimin mağdur ettikleri kesimlerde, tezahür bulan sosyal hınç ve tepkinin dinsel telafi mekanizmalarınca yönlendirildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan dinî gruplar, demokratik olmayan, otoriter ve baskıcı politik süreçlerde, kendi içine kapanma, kendi kültürel alanlarını yaratma ve sert bir söyleme sarılma eğilimine girebilmektedirler. Dinî gruplar bazen bunu mekânsal anlamda gettolaşma yönelimleriyle de ifade etmektedirler. Yine Din eğitimi konusunda merkezî siyasetin sınır koyma, engelleme ve yasaklama girişimleri, her zaman, din eğitiminin cemaatlere ve sivil dinî gruplar eksenine kaymasına yol açmaktadır. Bu durumda gruplar bağlamında yürüyen din eğitimi, grupların siyasallaşmış dilinden de etkilenebilmektedir. Diğer taraftan Türkiye’de dinî gruplar, vakıflar ve dernekler gibi sivil toplum kuruluşu olduğu iddia edilen araçlar yoluyla kurumsal ve meşru bir zemine dayanma eğilimindedirler. Dinî gruplar modern kurum ve araçları kullanırken, modernliğin dinsel içselleştirilmesi denilen bir konunun nesnesi haline gelmektedirler. Bütün bunlarla birlikte Türkiye’de dinî gruplarla karakterize olan bir cemaat dindarlığı, çeşitli karakteristik özellikleriyle teolojik ve sosyolojik sorgulamaların konusu olmuş ve olmaya devam edecek görünmektedir.
Din ve Vicdan Hürriyeti Bağlamında Laiklik Bir toplumda din ve vicdan hürriyeti toplumsal barışın, bir arada yaşama kültürünün, farklılıkların yönetilmesi ve örgütlenmesinin garantisidir. İnsanlık tarihi süreçte yaşadığı bazı tecrübeler ışığında din ve vicdan hürriyetini sağlamada farklı yönetim modelleri ve tecrübeler geliştirmiştir. Laiklik bu tecrübelerden biridir. Bir tecrübe sonucu ortaya çıkmasına rağmen laiklik, tüm dünyada tek tip ve homojen bir uygulama biçimine sahip değildir. Bazen seküler bezen de laiklik, biçimde din-devlet ve toplum ilişkilerini düzenleyen modern yönetim biçimleri farklı uygulamalara sahiptir. Bugün dahi Avrupa Birliği ülkelerinde devlet ile kilise ya da din arasında güçlü bağlar bulunurken bazılarında ise bu bağ oldukça gevşektir. Laiklik özellikle Avrupa merkezli olarak gelişmiş olmasına rağmen farklılıkları somut olarak gözlenmektedir. Bu açıdan Türkiye kendi toplumsal ve tarihi koşulları ile kendi uygulama biçimlerini çağdaş hukuk normlarına göre oluşturabilmelidir. Türkiye’nin bireysel hak ve özgürlükler çerçevesinde din ve vicdan hürriyetini insani temelde daha ileri düzeylere taşıması ve toplumsal barışını kurması bir zorunluluktur. Türkiye’de bazı aydınlar ve devlet yöneticileri bir süre Batı’nın etkisiyle dini ülkenin gelişmesini engelleyen bir suçlu gibi görmüşlerdir. Bir ülkenin ve toplumun gelişmesinin önünde çok farklı etkenler vardır. Dinin algılanmasından da kaynaklanan problemler olabilir. Fakat burada suçu dine yüklemek açık bir haksızlıktır. Türkiye artık dini potansiyel bir tehdit ve tehlike olarak algılamaktan vazgeçmelidir. Devlet olmanın gereği milletin maddi ve manevi unsurlarını saymak ve korumak yükümlüğünü yerine getirmektir. Bunun için yaşadığımız tecrübeler ve sahip olduğumuz kültürün içinde gelişen bir laiklik bizim problemlerimizi çözmekte etkili olacaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın din hizmetleri ile ilgili faaliyetlerinde farklı kişisel özellik, temayül, düşünce ve anlayışlarda insanlar vardır. Mevcut yapısında bazı yetersizlikler görülmektedir. Bu bakımdan, Diyanet İşleri Başkanlığı din hizmetlerini yerine getirirken toplumun her kesimini göz önünde bulundurmalı, kendisine yönelik eleştirileri ve hizmetlerinden memnun olmayan çevreleri dikkate almalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toplumsal bütünleşmeyi sağlaması bakımından ve din alanında yaşanması muhtemel sorunların çözümünde ve kamplaşmaların önüne geçilmesinde devlet kurumu içerisinde varlığını sürdürmesi önem arz etmektedir. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın karar ve uygulamalarında siyasî otoritenin etkisiyle hareket ettiği düşüncesi kabul görmektedir. Bu duruma son vermek için Diyanet İşleri Başkanlığı günlük siyasetin dışında tutulmalı ve bununla ilgili düzenlemeler yapılmalıdır. Kamu otoritesi, dinî bir örgütlenme yapabilir. Ancak bu, diğer inanç gruplarına ayrımcılığa neden olmayacak şekilde olmalıdır. Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Türk toplumunun her kesimi, bütün inanç grupları gözetilmelidir. Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı, aslında bir temsil kurumu değil, bir istihdam kurumudur. Bu bakımdan Diyanet İşleri Başkanlığı, devletin ideolojisini topluma yaymakla görevli bir kuruluş olmaktan kurtarılmalıdır. Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı, devlet tarafından dikte ettirilen uygulamalar içerisinde değil, toplumun dinî alandaki ihtiyaç ve beklentilerine cevap veren bir kurum olmalıdır. Bu doğrultuda da Diyanet İşleri Başkanlığı, dinî alanın özgürleştirilmesine katkı sağlamalıdır. Yeni Anayasa çalışmalarında Diyanet İşleri Başkanlığı, kapsamlı bir şekilde ele alınmalı ve kurum, günün şartlarına göre yeniden yapılandırılmalıdır.
Din Eğitimi
Din Eğitimi, “yaygın din eğitimi” ve “örgün din eğitimi” boyutlarıyla bir bütün olarak ele alınmalıdır. Yaygın din eğitimi boyutu başta Kuran Kursları olmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’nca sunulan din eğitimi hizmetlerini görsel, işitsel ve basılı yayınlar aracılığıyla sunulan din eğitimi faaliyetlerini kapsar. Bu faaliyet alalarının her biri üzerinde teori pratik bütünlüğü içinde çalışmalara ihtiyaç vardır. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi mevcut statüsü ile geliştirilerek korunmalıdır. Dersin zorunluluğunun muhafaza edilmesi, demokratik ve çağdaş anlayışa aykırı olmadığı gibi laiklik ilkesini zedelemez. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Dersi, birinci sınıftan itibaren pedagojik esaslar çerçevesinde yapılandırılmalıdır. Toplumun sosyal dokusunu dikkate alarak dersin İslam ağırlıklı olması normal karşılanmalıdır. İslam içi farklı yorum mensuplarının birbirlerini anlamalarını ve birlikte yaşamalarını destekleyecek tarihi ve güncel bilgilere yer verilmelidir. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersine yönelik hukuki itirazlar dersin zorunlu olarak programda yer almasından ziyade, dersin içeriğine ve uygulama şekline yöneliktir. Toplumsal ihtiyaç ve beklentiler esas alınarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkeme kararları da dikkate alınarak öğretim programına yapılan itirazlar giderilebilir. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi yanında yetişmekte olan nesillerin mensubu oldukları dinin esaslarını öğrenebilmesini dolayısıyla da uygulayabilmesini sağlamak üzere Anayasa’nın 24. maddesinin isteğe bağlı kısmının işlerlik kazanmasına ihtiyaç vardır. Bunun için Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliği içinde velilerin din eğitimine ilişkin beklentilerini daha aktif karşılayacak yollar bulmalıdır. İsteğe bağlı din dersleri konusunda farklı dinler ve inançlar arasında eşitlik önemli bir ulusal ve uluslar arası hukuk meselesidir. Dolayısıyla bu konuda atılacak adımlar üzerinde önemle durulmalıdır. Bu ihtiyacın yaygın din eğitiminde karşılanması tercih edilebilecek bir yol olabilir. Örgün eğitimde isteğe bağlı din dersleri yönünde atılacak adımlar, öncelikle konunun sistem yaklaşımı ile hukuki ve stratejik açılardan çalışılmasını zorunlu kılar.
İmam Hatip Liselerinin açılışının üzerinden 50 seneyi aşkın bir zaman geçmiştir. Geçen bu yarım asırlık zaman dilimi içinde değişen toplum şartlarını göz önünde bulundurarak, “Nasıl bir din görevlisi?”ne ihtiyacımızın olduğu doğru bir şekilde belirlenmelidir. İHL’nin açıldığı dönemdeki ihtiyaçlar ile günümüzün ihtiyaçları değiştiği için beklentiler de değişmiştir. Bu beklentileri karşılayacak yeni düzenlemelere ihtiyaç vardır. İHL’rinin statü ve programları bu çerçevede gözden geçirilmelidir.İlahiyat Fakülteleri, İlahiyat bilimleri ve istihdam alanları dikkate alınarak gözden geçirilmeli gerekli bölüm ve program geliştirme çalışmaları yapılmalıdır. Yüksek öğretimde DKAB ve İHL Meslek dersleri öğretmeni yetiştirme konusundaki belirsizlik ve tartışmalar ihtiyaçlar ve bilimsel veriler çerçevesinde sistemli bir çözüme kavuşturulmalıdır.
Sosyo Ekonomik Değişim ve Din Algısı
Sosyal ve ekonomik hayatta sürekli değişim yaşanmaktadır. Modernleşme adı verilen değişim dönemi özellikle Batı dünyasında büyük bir dönüşüm meydana getirmiştir. Toplumlar temel özellikleri bakımından birbirinden farklılık gösterir. Batının yaşadığı sosyal problemler ve dönüşüm süreci ile Doğunun sahip olduğu kültürel ortam ve içine düştüğü sıkıntılar çok farklıdır. Bunu bilgiyi algılama ve inşa yöntemlerinde de görmek mümkündür. Bu bakımdan yöntem problemi son derece önemlidir. Zaten Batı modernleşmesi de bilgi felsefesi bakımından yöntem tartışmalarına bağlı olarak gelişmiştir. Bizde de dini doğru algılayabilmek için yöntem konusu tartışılmalıdır. Bilgi yöntemi üzerine düşünmeden ve sağlam bir dayanağa sahip olmadan sorunlara yaklaşmak doğru değildir. İslam dini Müslüman olan toplumlara büyük bir gelişme gücü oluşturmuştur. Önce Araplar arasında, sonra ise İslam dinini kabul eden diğer milletler arasında yüksek medeniyet seviyesi getirmiştir. İslam tarihinde Maveraünnehir, Horasan, Bağdat ve Endülüs gibi önemli bilim ve kültür merkezleri ortaya çıkmıştır. Buralarda üretilen bilgiler ve başarılar ile insanlığa önemli katkılar sağlanmıştır. Müslüman devletlerin güçlenmelerine ve medeniyetler kurmalarına yol açmıştır. Bizim tarihimiz açısından Selçuklular ve Osmanlıların tarihteki başarıları bu geleneğin etkisine bağlanabilir. Her iki medeniyet başarısının ardında köklü bir entelektüel bilgi birikimi vardır. Bu durum din algısıyla doğrudan ilgilidir. Çünkü medeniyetin tıkandığı noktada en büyük tartışma din üzerinden gelişmiştir. Hala da bu konu toplumun önemli problemleri arasındadır. Batı dünyasının karanlık Ortaçağ’dan kurtulmak için verdiği mücadele, yanlış bir analoji ile bizim kültür dünyamıza uyarlanmak istenmiştir. Tarihsel süreçte uygulanması ve yapısal farklılığı büyük olan iki dini ayırmadan yapılan değerlendirmeler toplumda yanlış algılamalara yol açmaktadır. Batı dünyasında Ortaçağ Karanlığı denilen Skolastik yapının sonucunda irrasyonelden rasyonelliğe ve teokratik dini uygulamalardan sekülerleşmeye giden süreç tamamen kendine özgüdür. İslam dini tarihte hiçbir toplumda böyle bir manzara ortaya çıkarmadığını bilmeden ve her iki dini aynıymış gibi yapılacak değerlendirmeler zihinleri büyük yanlışlardan kurtaramaz. Bugün bu çıkmaz içinde kalan çok sayıda okur – yazar Türk düşüncesinin tıkanmasına yol açmaktadır. Özellikle Osmanlının son döneminde ortaya çıkan geri kalmışlığımız ve çöküş sürecimizin değerlendirilmesinde bu yanlış din algısının önemi büyüktür.
Osmanlı toplumu, özellikle de aydınları Batı dünyasındaki gelişmeler karşısında psikolojik bir çöküş yaşamıştır. Dünyayı etkisi altına alan hızlı ve köklü değişmeler zihinleri alt üst etmiştir. Günümüzde bu değişimin hızı gittikçe artmış ve toplumu bütün yönleriyle etkilemeye devam etmektedir. Sosyo ekonomik değişmenin getirdiği sonuçlar dinin mesajlarının yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmıştır. Dinin geleneksel yorumlarında ortaya çıkan yeni durumlara hazır cevaplar maalesef yoktur. Bu durumda tarihi, toplumu, meydana gelen değişmeleri, modernleşmeyi, dinin farklı yorumlarını ve kaynaklarını iyi bilen insanların asrın idrakine yeni şeyler söyleyebilmesi için seferber olması gerekmektedir. Dinî algıyı mutlaka doğru yöntemler ve doğru bilgilerle desteklemek toplumdaki yanlış algılardan ortaya çıkacak çarpıklıkları da ortadan kaldıracaktır. Toplumların gelişmesi din alanı başta olmak üzere insanlığın ihtiyacı olan bilgilerin doğru anlaşılmasına bağlıdır.