Milliyetçilik, millet meselelerinin çözümünde kullanılan bir anahtardır.
Anahtarı tutmak ise bir şuur ister, cesaret ister. Onu ne tarafa nasıl çevireceğini bilmek ise bilgi ister, tecrübe ister.
Velhasılı önce şuur ister milliyetçilik, romantizm ister. Yürek o heyecanı duymadan, milletine tarihine olan sevgiyi yüreğinin derinliklerinde hissetmeden o anahtarı eline dahi almaz.
Sonra o anahtarın şuuruyla nasıl çevireceğini düşünür insan ve öğrenmek ister. Kimisi okur kimisi dinler, kimisi yaşar…
Lakin günümüzde Türk milliyetçiliğinin pek çok çözülmemiş meselesinin olması ve Türk milliyetçilerinin asıl meselesinin merhum Galip Erdem’in ifadesi gibi Türk milliyetçilerinin kendileri olduğu bir dönemde, zaman zaman yenilmişlik psikolojisinin ortaya çıktığı bir iklimde, arayış içine olan bazılarımız nedense anahtarı tutmadan ya da nasıl tuttuğunu hatırlamadan içeri girmeye çalışıyorlar. Bir de anahtarı tutma cesaretini göstermiş ama çevirmede sıkıntı yaşayan bazılarımıza da ağızlarına ne gelirse söylüyorlar.
Cahilliğe övgü başlığı attık… Elbette cehaleti övmeyeceğiz. Cehaletin küfürle eş tutulduğu bir inanç dünyasından gelip böyle bir şey yapmak abes olur. Ancak bazı şeyleri de söylemeden de geçmeyeceğiz.
******
Sosyal medya denen alemin varlığıyla dünyanın her yerindeki insanların düşüncelerini açık bir biçimde takip edebiliyoruz. Bunun yanı sıra caddede sokakta da aynı şeyle karşı karşıyayız.
Bir kesim var milliyetçi camia içinde… Sürekli bir şeyler okuyan bir şeyler söyleyen bir şeylerin derdine düşen. Farklı fikirler de üreten. Ancak bunların içinde bazılarını görüyoruz ki, okuduklarının, düşündüklerinin neye ve kime faydası var diye baktığımızda hiç bir cevap veremiyoruz. Bu insanların tek meseleleri “ben biliyorum, siz bilmiyorsunuz” demekmiş gibi görünüyor. Sürekli camianın eksikleri üzerinden sözler söylemeyi kendilerine görev biçmiş gibi duruyorlar. Hem ne sözler… Küçümsemenin, aşağılamanın, saldırmanın haddi hesabı yok. Bazen düşünüyorum acaba bir HDP’li bu konularda yazsa bunlardan farklı şeyler mi yazardı diye…
Ey okuyan kardeşim…
“Oku” diyen yaratıcının kulları olarak bilgiye verdiğimiz değeri anlatmamıza gerek yok. Lakin nefsin ve kibrin ayaklar altında olduğu bir inanç dünyasından geldiğimizi de hatırlatmak isterim.
Sormak isterim 1980 öncesinde yada günümüze doğru gelirken, hayatlarını Türk milliyetçiliği davası için hiçe saymış, darağaçlarına çıkmış büyüklerimizi düşündünüz mü? Çoğu Anadolu’dan üniversite okumak için büyükşehirlere gelmiş ve bir anda küfre karşı, Türk düşmanlarına karşı bir mücadele içine girmişlerdi. Onlar kaç kitap okumuşlardı acaba? Okudularsa da kaç satır yazmışlardı? Dündar Taşer’in seminerlerinde mutfağa kaçıp sigara tüttüren genç acaba sizin kadar bu davaya hizmet etmemiş miydi?
Sevgili kardeşim…
Senin bilgi birikimin düşünme kapasiten benim için altın değerindedir. Ancak o altını kibrinle, ülküdaşına olan saygısızlığınla çamurlara buluyorsun.
Farklı şeyler söylemek adına şehitlerin, gazilerin, fakirlerin, gariplerin de hakkı olan bu davaya zarar veriyorsun.
Evet kardeşim, belki o okumamış bilmemiş o çocukların senin gibi geleceğe dair bir düşünce dünyası yok, ama emin ol onların çoğu senden çok daha önce o anahtarı eline alma cesaretini gösterecek şuura sahip, o heyecanı kalbinde taşıyan insanlardır.
Ben öyle yürekler gördüm ki, bildiklerinin tamamına yakınını “ağabey” olarak gördükleri kişilerin sohbetlerinden almış ama “kim var” dendiğinde tereddüt etmeden “ben varım” diyebilmişlerdi. Senin yapmaktan kaçtığın pek çok önemli işi onlar hiç düşünmeden yapmışlardı. Bazen fevri davranmışlardı ya da kendilerince çözümler üretmişlerdi, ama anahtar onların ellerindeydi.
Onlar aslında milletin içinde sana en yakın olan insanlardı. Ama sen onlara tahammül edemedin kardeşim.
***
Milliyetçiliğin önüne farklı kelimeler getirerek, farklı “izm”lerin düşünsel metotlarını milliyetçiliğe sokarak kendince bir iş yapmış olabilirsin, ama bu hiç bir zaman sana diğerlerini aşağılama hakkını vermez.
Millete rağmen milliyetçiliği geçtik, milliyetçilere rağmen milliyetçiliği kendisine düstur edinmiş olanlara son çağrımızdır: Ey Türk titre ve kendine dön! Öğretebilirsin. Öğrenmezlerse de en zor anında onların senin yanında olacağını düşünerek saygı duymalısın.
Samimiyet sınavından geçenler her türlü saygıyı hak ediyor çünkü…
Not: Yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için eklemek istiyorum. Liyakatsiz bir şekilde bir yerlere gelenlere, makam işgal edenlere karşı duruşumuz nettir. Çünkü samimiyet ve şuur, kişiye nereyi hak edip etmediğine dair bir pusula olacaktır.