Eskiler sayılı gün çabuk geçer derler. Bu söz Ramazan ayının bittiği zamanlarda daha sık kullanılır. Çabuk geçen Ramazan ayının ardından bayram ise, beraberinde çeşitli çağrışımlar ve tartışmalarla geliverir. Eski tüfek yazarlar başlarlar “nerede o eski bayramlar” tekerlemesine… Veya Ramazan bayramının adının “şeker bayramı” olduğu tartışmasını açarlar. Çoğu zaman bunun neden olduğunu düşünmeden geçeriz.
İsterseniz bu konuyu analiz etmeye çalışalım. Konu din ve dinin toplum hayatında yaşanmasıyla ilgili. Bir anlamda dinden kaynaklanan kültürle ilgili. Bir toplumda bayramlar dini bir kaynağa sahip olmakla birlikte kültürel bir görüntüye sahiptir. Bayramın yaşanma biçimi din ile toplumun ilişki derecesine ve sosyal şartlara göre değişim gösterir. Son yıllarda bizim toplumumuzda da bu açıdan önemli değişimler yaşanmaktadır.
Türkiye hızlı bir sosyal değişim içinde yaşamaktadır. Bu değişim bazı geleneklerin uygulanmasını zorlaştırmakta ve sürdürülmesini engellemektedir. İşte bu aşamada insanların din ile bağlarının derecesine göre karşımıza iki seçenek çıkmaktadır. İnsanlar ya yeni duruma göre çözümler üretmekte ve bayram kutlama şekillerini değiştirmekte, ya da bayramın dini muhtevasından kurtulmanın sağladığı rehavetle sadece dilinde sürdürmektedir. İşte bu ikinci türdeki insanların genellikle eski bayramlar muhabbeti yaptıklarını daha sık görürsünüz. Bunlar zaten bayramı çoktan tatil günü olarak algılamaya başlamışlardır.
Bayramın dini muhtevasına sahip olanlar, zaten yeni çözüm yollarıyla bayramı bayram yapmaya çalışıyorlar. Yeni bayram kutlama biçimleri geliştiriyorlar. Bazıları kabul görüyor, bazıları kabul görmüyor ama çaba gösterildiği gözleniyor. Yeni bir kültür yaratılıyor. Bu kültürün kökleri tarihi geleneklerde ve iman edilen dini emirlerinde olduğu için bir anlamda aynı kökten kendini yeniliyor. Zihinlerde bazı karmaşalar olsa da yeni çağın bayramlarının da kendine özgülüğü kabul edilecektir. Yeter ki gönüller hakkıyla bayram yapmak istesinler.
Asıl problem bayram yapmak isteyen gönüllerde belki de. Gönüllerin bayram yapabilmesi için önce inandıkları din ile bağlarını tazelemeleri, kökleşmiş gelenekleri ve yerleşmiş kültürleriyle bağlarını koparmamaları gerekecek. Yeni kültürel unsurlar ancak bunlar üzerine inşa edilebilir. Taze filizler ancak çok köklü geleneklerden yeşerebilir. Hiçbir toplum köklü kültür birikimi ve mirası olmadan sağlıklı ürünler veremez, kültürünü yenileyemez. Bu konuda herhalde en güçlü ve şanslı milletlerden birisi olduğumuz ortada. Yeter ki bunun farkında olabilelim.
Geçmişe kaybettiklerimiz için hayıflanmak yerine, geleceği kurmak için ilham kaynağı niyetiyle bakmanın sağlıklı bir yol olduğu ortada. Nerede o eski bayramlar sızlanmaları yerine, çocuklarımıza bugün unutulmaz bayramlar yaşatmak elimizde. İnançlarımızı zayıflatmamak, geleneklerimizden kopmamak amacıyla bugünün bayramlarını ağız tadıyla kutlamak bize kalmış durumda. Tercih yapmak elimizde. Ya günün şartlarına teslim olup toplumdan saklanacağız, ya da ortaya çıkıp sımsıcak duygularla biz varız diyeceğiz.
Nerede olursa olsun bayramı yaşamak mümkün. İster hala kopamadığımız köylerimizde, ister dört duvar arasına sıkıştığımız apartmanlarda. Bayram vesilesiyle normal zamanlarda uğramadığımız mahalle camisinden başlayarak, kapımıza gelen çocuklara verdiğimiz şekerler ve merdiven başında ancak selamlaştığımız komşularımızı evlerinde ziyaret etmek az şey mi? Toplumsal hayatımız için, sahip olduğumuz değerler için, dinimizin ahlaki emirleri için yapmamız gerektiği halde ancak bayram vesilesiyle yapabildiklerimiz aslında çok değerli.
Bu arada daha fazlasını yapma imkanı olanlar için bayramları bayram gibi kutlamak tabiri sanırım tam uygun düşer. Bunların eski bayramların güzelliğinde ve tadında bayram kutlamadıklarını kim söyleyebilir. Bugünün çocuklarına ve büyüklerine unutamayacakları bayramlar yaşatmak için çaba sarf eden bütün müminlerin bayramı kutlu olsun.