Türkiye’de bir “Kürt Meselesi” olmadığını Türk milliyetçileri sıklıkla dile getirirler. Buna karşı kozmopolit kesimler bu tespiti duygusal tepki olarak hafife alırlar. Gerçekçi bulmayarak milliyetçileri suçlarlar. Halbuki bu tespiti yapmak için hakikat kaygısıyla meselelere bakan iyi bir gözlemci olmak yeterli. Gerçeklerin peşinde ahlaki bir kaygıyla hareket eden bir bilim adamı zaten hakikati görecektir. Küresel çağda Türkiye’nin önüne çıkartılan bu mesele tarihin devamlılığı içindeki hesaplaşmanın veya mücadelenin bir aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla ilgili çok sayıda somut veri önümüzde durmaktadır. Fakat kara propaganda sayesinde kamuoyunun gözünden bu gerçekler saklanmaya çalışılmaktadır. Fransa’nın başkenti Paris’te 3 PKK militanı kadının öldürülmesi olayı üstü örtülemeyecek gerçekleri saklamanın imkansız olduğunu bir kere daha göstermektedir.
Fransa ile Türkiye’deki Ermeni veya Kürt meselesinin alakasını tarihi süreçte aramak gerekir. Ortaçağ’da Katolik Kilisesi’nin baskısı ile sürdürülen teokratik yönetimler Avrupa’da yaşayan insanlara büyük acılar yaşatmışlardır. Bu dönemde Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan göçleri Avrupa kıtası ile bir etkileşim meydana gelmesine yol açmıştır. Türkler yeni bir dinin ve yeni bir medeniyetin temsilcisi olarak zulüm altındaki halkları ve onları yöneten hükümranlıkları doğrudan etkilemiştir. Bunun izlerini Selçuklu döneminde Anadolu’da, Osmanlı döneminde Balkanlar’da görmek mümkündür. Fransa ile olan ilişkilerin kökleri burada saklıdır. Haçlı seferleri Katolik Kilisesi’nin egemenlik korkusu ile başlattığı bir saldırıdır ve Türklerin ilerlemesini durdurmaya yetmemiştir. Hatta bu dönemde dünya tarihi Türkler ile Avrupalılar arasındaki mücadele ile şekillenmiştir. Kanuni’nin Fransa Kralı Fransuva’ya yazdığı mektup hala hafızamızdadır. Hatta Avrupa’da Fransa’nın bir ulus devlet olarak şekillenmesinde bu ilişkilerin rolü büyüktür. Milletler çağında veya Sömürgecilik çağında artık Fransa dünya gücü olmaya aday bir devlet olmuştur. Her ne kadar İngiltere’nin ve Almanya’nın gölgesinde kalsa da oyuna girmek için her yolu denemiştir. Birinci Dünya Savaşı zamanında bugünkü Suriye topraklarını ve bizim güney illerimizi işgal etmesi tesadüf değildir. Antep, Urfa ve Maraş’ı kahramanlaştıran Fransız işgaline karşı verdikleri şanlı mücadeledir. Bugünkü olayları değerlendirirken bunları hatırlamakta fayda vardır.
Fransa İkinci Dünya Savaşı’nda yaşadığı acı tecrübelere rağmen tarihi emellerini her fırsatta hatırlamakta ve dünyaya göstermeye çalışmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nda Türkleri yok etme arzusunda kullandıkları Ermenilerle ilgili ilk kıpırdanmaya Fransa destek çıkmıştır. Dünyada ilk Kürt Enstitüsü’nü yine onlar kurdurmuştur. Sevr dayatması ile alamadıkları hınçlarını çıkarmak için en ufak fırsatı dahi değerlendirmeye çalışmışlardır. PKK terörünün ilk dönemlerinde zamanın Fransa Cumhurbaşkanı Mitterant’ın karısı adeta açıktan militanları himaye etmeye çalışmıştır. Bu yüzden PKK’lılar Fransa’ya ve Mitterant’lara ayrı bir sevgi beslerler. Bu tavır aslında Fransa’nın Türklere ve Türkiye’ye karşı bir milli politikasıdır. Bu politikaya sahip olan Fransa aslında dünyada yalnız da değildir. Türklere karşı zaaf yaratacak bütün oluşumların arkasında bu güçlerin hesapları ve oyunları eksik olmamıştır. Bugün PKK terör belasının arka planını da bu çok denklemli satranç oyununda okumak gerekir. Bu yazıda Fransa’dan bahsetmemiz sadece bir olay vesilesiyledir. Aynı analizi Almanya, İngiltere, Rusya, İran, İtalya, ABD için de ayrı ayrı yapmak gerekir.
Avrupa ülkeleri arasında PKK’yı sözde resmi görüşünde terörist olarak kabul ettiği halde, destek olmaya devam eden bir ülke Fransa. Bu desteğin somut göstergesi 3 PKK’lının infazında tekrar ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı Hollande “Öldürülen üç kişiden biri sık sık bizimle görüşmeye geldiği için hem benim hem de birçok siyasi aktörün tanıdığı bir isim” diye bunu en üst düzeyden itiraf etti. Zaten bu üç kişinin faaliyet sürdürdüğü yer Paris’in orta yerinde bir PKK bürosu. 11 Eylül’den sonra George Orwell’ın 1984 adlı kitabındaki manzarayı aratmayan bir kamera sistemiyle donatılan bu Paris’te Fransız istihbaratının gözetimindeki bir büroda insanlar öldürülüyor ve olay muğlak bırakılıyor. Aynı Fransa 1975 yılında Asala’ca şehit edilen büyükelçimiz İsmail Erez’in katillerini de henüz bulabilmiş değil. Bu olayı da insanlar istedikleri yere çekebilirler. Fakat Fransa ile PKK ve Fransa ile Türkiye ilişkileri için bu gerçekler bizim için son derece önemli.
Türkiye hafızasını tekrar tekrar güncellemeli. Tarih şuurunu toplumun her kesimine yaygınlaştırmalı. Aksi takdirde başına gelen olayları doğru analiz edemeyecek ve başkalarının oyunları ile kurgusal düşmanlarla gücünü tüketmeye devam edecektir. Türkiye’nin bölgesel, mezhepsel ve etnik kökene dayalı tabii ki sorunları vardır. Bunlar Türkiye’nin modernleşmesi ve kalkınmasıyla ilgili problemlerdir. Türkiye’de yaşayan herkes dünyadaki meydana gelen modern gelişmelerden pay almak isterler. Muasır medeniyet seviyesinde mutlu olmak her Türk vatandaşının hakkıdır. Bu hakkı engelleyen çok faktör vardır. Bunların başında günün şartlarına direnen feodal yapılar gelir. Onun için mağdur edebiyatı ile güneydoğu bölgesini tanımlamaya çalışanlar, aynı bölgedeki ağa düğünlerini görmezden gelirler. İnsan ilişkilerinde her türlü ahlaksızlığı yapanlar ‘töre’ diyerek kadın ve çocuk cinayetlerini örtbas ederler. Bunlar önemli problemlerdir. Fakat bunlar Türkiye’de bölünmeye yol açacak gerçekçi dayanaklar değildir. Örneklerini çoğaltabileceğimiz benzeri durumlar, Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından düzeltilmesi gereken marazi durumlardır. Bunları görmeden bölge halkını aşiret tasallutu yerine terör örgütü tasallutuna terk etmek büyük haksızlıktır. Çünkü PKK terör örgütü dünyadaki küresel güçlerin Türkiye’nin önünü kesmek için kullandıkları önemli bir araçtır. Bu örgüt ile Kürtleri ve Doğu Anadolu Bölgesini özdeşleştirmek Türkiye’nin istikbaline vurulacak en büyük darbedir.
Türkiye küresel çağda yükselen bir güçtür. Dünya milletler ailesinde tarih boyunca ön saflarda yer almış Türk varlığı bugün de kendisini hissettirmektedir. Orta Asya’dan Balkanlara uzanan coğrafyada kök salan Türk medeniyeti tekrar filizlenmenin sancılarını çekmektedir. Bütün Türkler bunun farkına vararak seferber olmak zorundadır. Tarihin karşımıza çıkarttığı fırsatı iyi değerlendirmenin yolları aranmalıdır. Üzerimize kurulan oyunları bu çerçevede değerlendirmeli ve tedbirler geliştirmelidir. Milletler arası mücadelede ilişkide bulunduğumuz devletler ve milletlere bu bağlamda yaklaşmalıyız. Her sıcak olayda bütün duygusal tepkimizi tek cepheye yöneltmeyip, soğukkanlı değerlendirmeye özen göstermeliyiz. Dün Rusya, bugün Fransa, yarın ABD sizin üzerinizden küresel mücadeleye girmek isteyebilir. Oyunu bozacak olan biziz. Nasıl ki atalarımız Haçlı seferlerine aldırmadan oyunları defalarca bozdu, biz de bu oyunları doğru analiz ederek bozmak zorundayız.