İnsan düşünen bir varlık olarak kabul edilir. Düşünme insanoğlunun öne çıkan meziyetlerinden birisidir. Bunu kullanmak sanıldığı kadar kolay değildir. Başınızı yastığa koyup hayal âlemlerinde yol almak düşünmenin en basit düzeyidir. Bu düzeyin üzerine çıkabilmek, birtakım akıl ilkelerini kullanmayı ve birtakım bilgilere sahip olmayı gerektirir. İşte zor olan burasıdır. İnsanlık tarihi içinde bir de düşünce tarihinin ortaya çıkması bundandır. Düşünce tarihinde tartışma akıl ve bilgi üzerinden yapıla gelmiştir. Bunu yapmak için hem emek vermeye, hem de bilgi birikimine ihtiyaç vardır.
Kolay olan basit düzeyde uğraşmaktır. Hatta uğraşmaya bile gerek kalmadan sürekli konuşmaktır. Konuşmanın ne kadar kolay veya zor bir eylem olduğunu bilimle uğraşanlar bilir. Bilme çabası olan, hakikat kaygısı taşıyan, bilginin değerinin farkında olan kolay konuşamaz ve yazamaz. İmbikten damlalar misali fikirleri süzmeden, tartmadan, eleştirel gözle görmeden bir şey söylemekten ve yazmaktan imtina eder. Onun için toplumların içinde düşünce adamı az sayıda çıkar. Bu az sayıdaki düşünen beyinler ise toplumun gelişmesine ve medeniyet kurmasına öncülük eder. Bunlar her toplum için son derece değerli cevherlerdir. Görüşleriyle ve söyledikleriyle uyuşmasak bile bu değeri fark ederiz ve saygıyla karşılarız. Söylediklerini dinler, yazdıklarını okuruz.
İlkesel düşünmeyi kendilerine külfet görenler ise ilkel ve basit hayatlarına devam ederler. Devam ederken de boş durmazlar ve sürekli laf ederler. Laf eder gibi yazarlar. Bu laf etme genelde dedikodu seviyesindedir. Yazdıklarında sürekli kişilerle ve görünen olaylarla uğraşırlar. Bunların hakikat boyutuna hiç yaklaşamazlar. Aslında problem buradadır. Türkiye’de bu problemi maalesef çok derin yaşıyoruz. Küreselleşme süreciyle birlikte dünyada egemen olmaya başlayan tüketim kültürü ve popüler kültürün yol açtığı seviyesizlik hayatımızı işgal ediyor. Bu seviyesizliğin egemen olduğu ortamda doğru bilgiye ulaşmak ve doğru bilgiyle hareket edebilmek oldukça zor görünüyor.
Küreselleşme tartışmalarında öne çıkan iddialardan birisi artık ideolojilerin öldüğü şeklindedir. Bu iddia biz milliyetçiler için de çoğu zaman cazip gelmektedir. Dünyayı sarsan en belalı ideolojilerden birisi olan komünist ideolojinin yıkılması doğal olarak hoşumuza gidiyor. Ama bununla insan düşüncesinin ulaşabileceği dorukları görebilme imkânından mahrum kalmaya başladığımızı görmüyoruz. Batı dünyasının gelişme seyrini takip ederken modern felsefe ile birlikte ortaya çıkmaya başlayan “ütopya” denemelerinin ne kadar değerli olduğunu bugün herkes takdir eder. Batı medeniyeti bir insan inşasıdır. Tıpkı Hint, Çin, İslam, Türk medeniyetlerinin insan başarısı olduğu gibi… Bugün küreselleşmenin öncüsü rolündeki ABD’nin de başarılı olmak için dünyanın büyük beyinlerini kendi çıkarları için nasıl kullandığını görüyoruz. Bir ABD tehdidinden bahsedebilirsek bunun arkasında düşünen ve bilgi donanımlı bir insani başarıyı görmemiz gerekir. Bunu kutsamak için değil, gerçek boyutunu görmek için bilmek zorundayız. O düşünen beyinleri çekerseniz sistem çöker. Düşünen beyinlere imkân vermezseniz başarı elde edemezsiniz.
Son zamanlarda biz neyle uğraşıyoruz, dikkat etmemiz lazım. Özellikle büyük ülkülere gönül vermiş büyük insanlar neyle uğraştıklarına bakmak zorundadır. Türk milletinin olumsuz kaderini değiştirmeye aday olan ülkücülerin toplum içinde farklı olması beklenir. Ülkücülük Türk milletinin yeni bir hamle yapması için bütün gücüyle hayatını vakfedeceği bir davadır. Dünün Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi, bugün ülkücülük olarak yeniden şekillenmiştir. Bu anlamda ülkücülük Türk milletinin, Türk bayrağının, Türk vatanının yükseltilmesi davasıdır. Bu dava büyük emekler ve fedakârlıklar gerektirir. Kendini adayan serdengeçtiler gerektirir. Düşünen büyük beyinler gerektirir.
Ülkücülük bir düşünce hareketi olarak adlandırılabilir. Bu düşünce sisteminin inşası bütün Türk kültürüne ve Türk tarihine dayalıdır. Osmanlının son döneminde gelişen düşünce hareketleri arasında öne çıkan Türkçülük düşüncesi, bugünkü ülkücülüğün temelini oluşturur. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Hamdullah Suphi, Nihal Atsız, Osman Turan, Alparslan Türkeş, Dündar Taşer, Erol Güngör, Seyit Ahmet Arvasi, Galip Erdem, Nevzat Kösoğlu fikirleriyle bu harekete büyük katkı sağlamışlardır. Ülkücülüğü bir fikir hareketi haline getiren bu emeklerdir. Bir fikir hareketi içinde yer almak, bu üretilen fikirleri benimsemek ve özümsemekle mümkün olur. Bunu yapan birey tutarlı bir şekilde bütün hayatına yön verir. Ülkücülüğü kendi çıkarı veya basit dünyası için malzeme yapmaz. Ülkücülük üzerinden kişisel kavgalara girmez. Ülkücülüğü bir takım taraftarlığına döndürmez. Tabii ki hakiki dava adamıysa… Onun gayesi artık, o üretilen fikirlerin üzerine yeni tuğlalar koymaktır.