Son günlerde Türkiye’nin idaresinde söz sahibi olan hükümet ile cemaat arasında ortaya çıkan kavgada ilginç manzaralar ortaya çıkıyor. İki kesim için de referans noktası Türk milleti ve Türk devleti olmadığı için ayakları yere basmayan uçuk tavırlar ön plana çıktı. Tutarlı bir fikir bütünlüğü olmayan siyasetleri sonunda bir iç çatışmaya döndü. Bizim için bu çatışma sürpriz değildi ama sadece bu kadar gecikmesini merak etmeye başlamıştık. Hani zamanlaması manidar dedikleri noktayı bekler olmuştuk. İktidarı elinde tutan politik grup ile kendisini sözde hizmet hareketi olarak tanımlayan cemaat grubu uzun süre birbirine ve kamuoyuna rol yapmaya devam ettiler. Bu roller samimi fikirleri ve inançları yönünde ahlaki tavırları değil, kandırmaya ve bir şeyleri saklamaya yönelik sahte roller idi. Fakat zorla sakladıkları aslı duyguları öyle bir yerden patladı ki anında birbirlerine düşmanlıkları ortaya çıktı. Öyle olunca hemen savunma mekanizmaları devreye girdi ve karşılarında kabahat aramaya başladılar.
İnsanların bireysel davranışlarını inceleyen psikoloji bilimi savunma mekanizması kullanmayı ruh sağlığının bozukluğuna bağlar. Gerçeklerden uzak bir ruh halinde olan birey sürekli savunma mekanizması kullanır ve normale dönmesi için tedaviye ihtiyacı vardır. Tedavinin odak noktası ise gerçeklerle sağlıklı bir şekilde yüzleşmek ve problemleri asıl sebeplerinden yola çıkarak çözmeye girişmektir. Aksi taktirde kişi gerçeklerden kaçacak ve kabahati sürekli başkasına atacaktır. Bu durum toplumsal hayatımız için de geçerlidir. Bu davranışı bir alışkanlık haline getiren insanların sayısı fazlalaştıkça karşımıza bir zihniyet meselesi çıkacaktır. Şu an ülkemizde “kabahati başkasına atma” davranışı çok yaygın bir zihniyet halini almış durumdadır. Yukarıda işaret ettiğimiz hükümet ve cemaat arasındaki ilişki son dönemin en çarpıcı örneğidir.
Hükümet veya cemaat kesimleri görüldüğü gibi kendilerine hiç toz kondurmuyor. Önceden her taşın altından laikler veya askerler çıktığını düşünüyorlardı. Şimdilerde birbirinin zulmünden şikâyetçiler. Birbirini asıl yüzlerini saklamakla itham ediyorlar ve bunda haklılar. Bu anlamda birbirini iyi tanıyorlar. Fakat açıklarını ifşa ederken bumerang etkisini düşünemiyorlar. Mesela 15 Şubat 2014 tarihli Yeni Şafak gazetesi (http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/iste-cemaatin-paralel-prizmasi-15.02.2014-618633?ref=manset-14) F Tipi Cemaatin paralel prizmasını açıklarken hükümetin güç aldığı birçok dini yapının aynı tarzda bir oy deposuna veya iradesini teslim etmiş bir aşiret yapısına sahip olduğunu sanki unutuveriyor. Anlatılanlar son derece çarpıcı ve modern bir toplumda olmayacak yapılanmalar. Aynı zamanda yukarıyı kontrol altına aldığınızda kullanmak için bulunmaz bir manzara. İktidar sahipleri bir süre sahte roller ile bu yapıyı kullandığını düşündü ama onlar da rol yaptıkları için sonuçta aldandığını fark etti. Türkiye’deki iktidarın dışında oyunu dünya sathında büyük oynayan küresel güçlerin de bu yapıya ilgisiz ve uzak duramayacağı ortada. Dünyanın her yerinde okul açabilen bir örgütlenmenin mutlaka güçlü hamileri ve çok iyi diplomatik ilişkileri vardır. Bunların Türk devlet sistemi ile uyumlu olmadığı ortaya çıktığına göre şüpheler yoğunlaştı demektir. Cemaatin güçlenmesini sağlayan bu süreçten doğal olarak hükümetimiz sorumlu değildir, mutlaka başkaları sorumludur. Artık fatura kime çıkarsa.
Fatura çıkarma konusunda marifetli olan bu kesimler ‘suçu başkasına atma’ yeteneklerini her daim kullanıyorlar. 15 Şubat 2014 tarihli Zaman gazetesinde Ali Bulaç isimli yazar bir mütefekkir edasıyla ‘İslamcılık çöktü mü’ başlıklı yazısında ütopyasını korumak için hemen savunma mekanizmasına sarılıyor. Bu savunmasında kabahati birilerine havale ederken “milliyetçiliği” de ihmal etmiyor. İnsanın zihninde isyanlar kabartacak ve “Ne milliyetçilikmiş be…” dedirtecek cinsten bir suçlamaya şaşırıp kalıyorsunuz. Sayın yazar iktidar partisinin İslamcılık konusunda samimiyetini sorgularken başta haklı argümanlar kullanıyor. Fakat iktidarın İran, Mısır, Suriye ilişkilerinde takip etmeye çalıştığı “İslamcılık politikası” güttüğünü ve sosyolojinin gerçekleriyle nasıl tersyüz olduğunu görmek istemiyor. Aslında onların İslamcılık yapmadıklarını ve bütün kabahatlerinin liberal düşünce, milliyetçilik, ittihatçılık tavırlarından kaynaklandığını beyan ediyor. Sayın başbakan bile ‘milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum’ demesine rağmen milliyetçilik suçlamasından kurtulamıyor! Bu zihniyetin çarpıklığını göstermek için daha fazla örneğe ihtiyaç var mı?