Son zamanlarda milliyetçilik üzerine tartışmalar tekrar alevlendi. Ülkemizde bu durum zaman zaman tekrarlanır. Nedense bazıları milliyetçiliğe saldırmadan duramaz. Sonra da milliyetçiliğin zaten tepkisel ve dışlayıcı olduğu suçlamasını dile getirirler. Bu bir kısır döngü olarak sık sık önümüze sürülür. Her seferinde bu kısır döngüye cevap yetiştirmek anlamsızdır. Buna rağmen genç nesiller için bu konuların fikri zeminde netleştirilmesi gerekir. Aksi taktirde zihinleri bulandırmak isteyenler amaçlarına ulaşır.
Milliyetçilik temelde sosyolojik bir olgudur. Dünyada milletler şeklinde sosyal bütünlere ayrılmış bir düzen vardır. İnsanlığın temel ayrışma birimi olarak milletleri görmek mümkündür. Milletler birer ontolojik varlık olarak karşımıza çıkar. Kendi şartları içinde milliyetçiliği belirler. Dolayısıyla genel bir milliyetçilik kavramının yanında, her milletin tecrübe ve birikimine göre farklılaşan milliyetçiliklerden bahsetmek mümkündür. Türkler için Türk milliyetçiliği bu bakımdan kendine özgü bir gerçekliktir. Bu gerçekliği başka şablonlarla anlamaya çalışmak yanlışlıklara yol açar.
Sosyolojik bir olgu olan millet ve milliyetçilik öncelikle cemiyet içinde kişiye sosyal kimlik kazandırır. Kişinin bir toplumsal bütüne mensup olmasının bütün özelliklerini içinde taşır. Türk milleti içinde doğan bir birey önce anadili Türkçeyi öğrenir, sonra kültürün diğer unsurları ile yoğrulur ve topluma hazır hale gelir. Bu durum bütün milletler için geçerlidir. Bu süreçler sosyologlar ve psikologlar tarafından bilimsel olarak incelenir ve sosyalleşme olarak karşımıza çıkar. Bu sosyalleşme sürecinde kişi kendi toplumunun birikimleriyle yoğrularak diğer toplumlardan farklılaşır.
Kişinin sosyalleşerek kendi toplumunun üyesi haline gelmesi ve bunun şuurunu en üst düzeyde hissetmesi milliyetçiliktir. Bu duruma yükselen her kişi kendi milletinin milliyetçisidir. Bunu adlandırması gerekmez. Kendiliğinden davranışlarını buna göre geliştirir. Bir İngiliz’in, bir Fransız’ın, bir Alman’ın veya bir Yahudi’nin kendi milliyetçiliği dışında davranışta bulunması beklenemez. Aksi davranışta bulunuyorsa zaten orada marazi bir hal var demektir. O zaman o toplumlarda milliyetçilik hatırlatılır. Bazen ön plana çıkartılır. Bazen de uç noktalara gider.
Sağlıklı olan milliyetçiliğin doğal halinde toplumda yaşanıyor olmasıdır. Hatırlatmaya ihtiyaç duyulmadan insanlar kendi milletlerinin milliyetçiliğine uygun davranıyorlarsa zaten problem yoktur. Özellikle de farklı milletlerin varlıklarına ve haklarına saygı gösterilip buna uygun hareket ediliyorsa barış ortamı kurulur. Bunu tarihte bazı zamanlarda görmek mümkündür. Osmanlı barışı ifadesi en güzel örnektir. Temelde Türk egemenliği kurularak, diğer milletlerin mensuplarına kimliklerini muhafaza ederek yaşayabilecekleri bir ortam sağlanmıştır. Dünyanın o günkü şartlarında zaten tehdit altında olan bu gruplar ve kimlikler için bu çok önemli bir fırsat ve imkândır. Dolayısıyla, sosyal bir gerçeklik olan milletlerin varlığını tehdit eden müdahale olmadığı sürece barış sağlanabilmektedir.
Dünyada millet kimliğini önemseyen ve en iyi muhafaza eden milletlerin başında Türkler gelir. Güçlü oldukları dönemlerde hiçbir milli varlığı yok etmeye ve değiştirmeye çalışmamışlardır. Türklerin zorla Müslümanlaştırdığı veya yok etmeye teşebbüs ettiği millet yoktur. Bugün dünyada yok olmaktan kurtarılan çok sayıda millet veya etnisite Türkler sayesinde bugüne gelebilmiştir. Bu da Türk milletinin farklılığından ve bu farklılığa dayalı Türk milliyetçiliğinin ahlaki tavrındandır. Çünkü milliyetçilik aynı zamanda ahlaki bir tavırdır. Türk milliyetçiliğinin ahlaki tavrını da Türk kültürü besler ve şekillendirir.
Türk milliyetçiliği Türk tarihinde yaşanan tecrübelerden ve yüzyıllar içinde şekillenen Türk kültüründen beslenir. Milliyetçilik adına fikir üreten düşünürlerin afaki kurgularıyla şekillenmez. Türk milliyetçiliği konusunda fikir geliştiren düşünürler de zaten bu gerçeklikten hareket etmişlerdir. Ziya Gökalp, Hilmi Ziya Ülken, Nurettin Topçu, Mümtaz Turhan, Peyami Safa, Dündar Taşer, Erol Güngör, Ahmet Arvasi, Galip Erdem gibi milliyetçilik konusunda fikir üreten düşünürler bu gerçekliğin farklı boyutlarını göstermişlerdir. Hayali ütopyalara ve gerçekçi olmayan ideolojilere tevessül etmemişlerdir.
Türk kültürü toplum hayatına çok önem verir. Ben duygusundan çok biz duygusu bu kültürde egemendir. Kişilerin şahsiyetine ve değerine son derece önem vermekle birlikte bencilliğe ve şahsi çıkarcılığa izin vermez. Bunu ahlaki olarak onaylamaz. Bir milletin belki en güçlü yönü burasıdır. Çünkü bu millete mensup fertler, eğer bayrağı ve vatanı için canlarını verebiliyorlarsa zaten diyecek başka bir şey kalmaz. Türk milletinde bu vasıf tarih boyunca ön planda olmuş ve defalarca kanıtlanmıştır. Dolayısıyla milliyetçilik insanı toplumun bir üyesi olma bilinciyle en üst düzeyde ahlaki bir tutuma götürür. Kişi başta canı olmak üzere kendi bireysel duygularını ve zaaflarını milliyetçilik bilinciyle aşabilir. Bunu sadece can vermeye bağlamak yanlış olur. Her alandaki millete adanan başarılar, bütün millet için gurur kaynağı olabiliyorsa amaca ulaşılmış olur.
Toplumda yetişen bütün bireyler sağlıklı bir sosyalleşme içinde olmayabilirler. Bunun çok çeşitli sebepleri vardır. Bu sebeplerin başında yeni nesillere kendi milli tarihini ve kültürünü yeterli düzeyde veremeyen eğitim sistemi gelir. İkincisi kendi milletine karşı aşağılık kompleksine kapılarak yabancı kültürlere yönelmektir. Bu durum genellikle aydınlar arasında görülür ve yabancılaşma olarak karşımıza çıkar. Üçüncüsü kişisel sebeplerdir. Bunun da farklı boyutları vardır. Bazıları hastalık derecesinde bencil ve kibirlidir. Çıkarlarını her şeyin üstünde tutar. Hatta kendisini dünyanın merkezine koyarak kendisine hayranlık duyar ve herkesi hakir görür. Her şeyi sadece kendisinin bildiğini zannederek millet düşmanlarının tezgâhına rahatlıkla düşer ve onlara hizmet eder. Bazıları etnik mensubiyetlerini milletin önüne geçirmeye kalkar. İlkel ilişkiler sistemini modern dönemin şartlarına hâkim kılmaya çalışırken kendisine zarar verdiğinin farkına dahi varmaz. Aşiretçilik, bölgecilik, mezhepçilik buna somut örnektir.
Büyük milletin saygın bir mensubu ve sorumlusu olmak yerine, sapkınlıklara yönelmek toplumda da ciddi problemlere yol açmaktadır. Kimisi milletini aşağılamakta, kimisi bölücülüğe kalkmakta, kimisi kendi çıkarı için her şeyi satabilmektedir. Hâlbuki milletin bütün mensupları sağlıklı bir şekilde sosyalleşerek kendi milletinin tarihsel şuurunu kazansa ve sorumluluğunu üstlense bu problemler yaşanmaz. Bu sorumluluk zaten ahlaki bir tavırdır ve milli bayrağı her alanda en yükseğe taşımayı gerektirir. Çünkü bireysel varlığımız aynı zamanda toplumsal varlığımıza bağlıdır. Şahsiyetimizle gücümüzün yettiği oranda milletimize gurur yaratacak hizmetler üretmek milliyetçiliğin en yüksek seviyesidir. Milletin her ferdi bunu iliklerine kadar yaşayabilir ve herkesin yapabileceği şeyler vardır. Herkesin katkısı da kendi çapında son derece değerlidir. Sapkınlığa düşmüş veya başka milletler hesabına art niyet taşıyan insanların karalaması kimseyi şüpheye düşürmemelidir. Milletin geleceği fertlerinin yüksek milli ülküler etrafında kenetlenerek mücadele sürdürmesine bağlıdır. Bu mücadelede herkesin ahlaki sorumluluğu vardır.