Milliyetçilik son iki asırdır üzerinde en çok konuşulan ve yazılan konuların başında geliyor. Özellikle ülkemizde dönem dönem tartışmaların odağında yer alıyor. Bunun son yüzyıllardaki sosyal ve siyasi gelişmelerle çok yakından ilgisi var. Dünya milletler mücadelesinde son iki asırda çok yönlü ve köklü değişimlere sahne oldu. Bunun yansıması olarak 20. yüzyılda iki dünya savaşı ve dünya dengelerini derinden etkileyen bir soğuk savaş yaşandı. Dünyanın önde gelen devletlerini kuran milletler bu mücadelede başrolleri üstlendi. Hala bu roller devam etmekte. Mücadele şekil ve yöntem değiştirmesine rağmen aralıksız olarak sürmektedir. Bu durum dünyamızın bir gerçekliğidir. Milliyetçilik de bu gerçekliğe dayalı ortaya çıkan bir yansımadır.
Milliyetçiliğin bize ilk yansıması, tarihte kurduğumuz en büyük imparatorluk olan Osmanlı Devletinin egemenliğindeki milletlerde uyanan milliyetçilik akımlarının ortaya çıkardığı sarsıntı olmuştur. Bazılarının bu noktada yıkıma sebep olarak gördükleri milliyetçilik hareketleri bir sebep değil sonuçtur. Osmanlının egemenlik sürdürme yeteneğini yitirdiği dönemde bu hareketlerin ortaya çıkmış olması ve yıkıcı etkide bulunması tesadüf değildir. Diğer güçlü milletlerin mücadelede baskın hale gelmeleri ve bunlara karşı Türklerin gücünü bir türlü toplayamaması, hatta gittikçe güç kaybetmesi bu gelişmenin en önemli zaaf noktasını oluşturmuştur. Osmanlı egemenliğindeki milletlerin baş kaldırmaları bu güçlü milletlerin Türklerle sürdürdükleri mücadelede zaaf noktalarına yaptıkları birer hamledir. Bu hamlelerde maalesef başarılı olduklarını da kabul etmek zorundayız. Sonuçta Anadolu’ya çekilmek zorunda kalan Osmanlı yıkılmak zorunda kalmış ve ancak burada kurulan yeni devlet Türkiye Cumhuriyeti olarak hayatını devam ettirmektedir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti bu mücadelede doğal olarak taraftır. Bu mücadele hala sıcak bir şekilde devam etmektedir. Türk milliyetçiliğinin dayandığı siyasi ve sosyal gerçeklik burasıdır. Problem Türkiye’de yaşayan insanların büyük kısmının bunun şuurunda olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu şuur eksikliğinden doğan suçlamalar ve saçmalamalar sıklıkla gündemi meşgul etmektedir.
Ülkemiz son zamanlarda 19. yüzyılda Osmanlı Devletinin başına musallat edilen tehditlerle tekrar karşı karşıya bırakılmıştır. Büyük milletler arasındaki mücadelenin devam ettiği son yıllardaki gelişmelerden görülebilmektedir. Küreselleşme sürecinin yarattığı imkanlarla dünya egemenlik projesini hayata geçirmek isteyen güçler sürekli yeni manevralar yapmaktadır. Bu manevralar için önce yoğun çalışmalar yapılmakta ve sonra hazırlanan planlar uygulamaya sokulmaktadır. Bunların hepsi istedikleri gibi gelişmese de ortalığın toz duman olmasına ve kargaşa çıkmasına yol açmaktadır. Irak bunun en güzel örneğidir. Bizi yakından ilgilendiren örneği ise ülkenin bütünlüğünü ve güçlenmesini sürekli tehdit eden PKK terör hareketidir. 25 veya daha uzun yıllardır devam eden çaba ülkede Türklere karşı bir Kürtçülük hareketi doğurmaktır. Bu hareketi doğurmak için tarihte mücadele içinde olduğumuz birçok gücün devreye girdiği görülmektedir. Bu çabada ise bütün yollar ve yöntemler mubah olarak görülmektedir. Dolayısıyla görünenler ile gerçekler arasında zihin bulandırıcı çarpıklıklar vardır.
Bir ülkede yaşayan insanlar arasında kavga çıkarmanın çeşitli yolları vardır. Bunların başında insanlar arasındaki bağları tahrip etmek ve birbirine karşı tahrik etmek gelir. Bu durum devlet ve vatandaşları için de geçerlidir. Dolayısıyla sıradan bazı icraatların hangi manipülasyonlarla yapıldığını kestirmek mümkün değildir. Çünkü oyun milletler mücadelesi kapsamında dünyanın büyük güçleri arasında sürmektedir ve kimin hangi safta olduğu belli değildir. Özellikle milliyetçilik şuuru ve dünya görüşü eksik olan insanların toplumu yönlendirme makamlarında yer alması tehlikenin boyutunu büyütmektedir. Türkiye bu sıkıntıyı çok derin bir şekilde yaşamaktadır. Milliyetçiliğin bir düşünce hareketi olarak yaşatılmaya ve yaygınlaştırılmaya çalışılması bundandır. Aksi bir durum olsaydı milliyetçilik ülkenin yükseltilmesinde doğal bir güç merkezi olmaktan öteye gitmezdi. Fakat Türkiye’nin hala ve şiddetle milliyetçiliğe bir şuurlandırma hareketi olarak ihtiyacı vardır. Milliyetçilerin Türkiye’de toplumu yönetme ve yönlendirme makamlarında olanlara bir pusula veya mihenk olmaya devam etmeleri gerekir. Türkiye’de farklı kesimlerdeki insanlar milliyetçileri kendi amaçlarına dayanak yapma ucuzluğu yerine, kendilerini sigaya çekecek şekilde konuya yaklaşmaları beklenir. Milliyetçiler her ülkede şahsi (veya grup-cemaat-aşiret) hesapları yerine milletinin menfaatlerini ve ülkülerini fedakarca savunan idealistlerdir. Bu idealistlere kulak verilmelidir.
Türkiye milliyetçilik konusunda iç ve dış saldırılar yüzünden zihin karışıklığı yaşamaktadır. Yıllarca Marksist akımların saldırısına cevap yetiştirmeye çalışan milliyetçiler, bugünlerde farklı kozmopolit kesimlerin hedefine oturmuş görünmektedir. Bir ülkede milliyetçilerin neden hedef oluşturduğunu düşündüğümüz zaman kavganın mahiyeti anlaşılabilir. Bu kavgada herkes kendi duruşunu yeniden düşünmelidir. Çünkü bu ülkede yaşayan insanlar kendilerini milliyetçi olarak tanımlamasalar da tavır olarak milliyetçi hassasiyete sahip olmak zorundadır. Buna özellikle kendisini muhafazakar veya dindar olarak tanımlayan kesimler dikkat etmelidir. Milletin mukaddes değerlerine ve varlığına kasteden kesimlerle işbirliği içine girerek milliyetçiliğe tavır almak vebal getirir.
Son zamanlarda, özellikle 28 Şubat sürecinden sonra Türkiye’de kendisini muhafazakar ve dindar olarak tanımlayan kesimlerde ciddi bir dönüşüm yaşanmıştır. Bu kesimlerin önde gelenleri artık milli hassasiyetler yerine küresel güçlerin beklentileri doğrultusunda yön belirlemeye başlamış görünmektedirler. Mesela AB için “Hıristiyan Kulübü” tanımlaması yaparlarken, bugün en hararetli savunucusu olmuşlardır. Bu durum “demokrasi” için de geçerlidir. Bu değişim bir hesaplaşma mahsulü ise saygı duyulacak bir durumdur. Değilse sıkıntılı bir duruma işaret eder. Her inanç ve fikir kesiminin hassasiyet gösterdikleri ilkeleri ve öncelikleri vardır. Bunlar ahlakın ve kimliğin belirleyicileridir. Eğer bu ilke ve değerler ortadan kalkarsa kimliksiz ve ahlaksız davranışlar ortaya çıkar. Bu çerçevede karşılaştığımız örneklere eleştirel bakmak zorundayız. Buna bir örnek olarak Zaman gazetesinde yayınlanan “milliyetçiler” yazısını ele alabiliriz.
Zaman gazetesinde, yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı 17-20 kasım 2009 tarihlerinde “Suskun Türkiye” başlığı ile bir seri yazı yayınladı. Aleviler, Kürtler, Milliyetçiler ve Muhafazakarlar alt başlıkları ile değerlendirmelerde bulundu. Bu değerlendirmelerde doğal olarak Zaman gazetesinin ve mensup olduğu grubun son zamanlarda yürüttükleri bir politikanın izleri vardı. Memlekete ve dine hizmet için yola çıkmış bir grubun siyaset içine ne kadar çekildiğinin işaretlerini zaten Zaman Gazetesi ve Samanyolu TV haberlerinde görmekteydik. Belki tarihlerinde ilk defa, ilkelerini bir tarafa bırakarak açıktan bir mücadeleye girdiler ve kendilerine taraftar bulmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de her yolu denemeyi ihmal etmiyorlar. Bu serideki yazıların amacında bu niyeti görmemek mümkün değil.
Biz sayın yazarın “milliyetçiler” hakkındaki değerlendirmesine baktığımız zaman, doğru bilgi arayışı yerine kendi amacına destek aradığını görüyoruz. Bu tavır aynı kesim için artık sıradan bir yöntem haline geldi. Metinlerdeen ve sözlerden kendi niyet ve emellerine uygun manşetler çıkararak okuru bahse konu insanlar hakkında bühtan sahibi yapmayı gazetecilik marifeti zannettiler. Burada örneklere girmeden konuyu ve sürdürdükleri tavrı son yazı çerçevesinde analiz etmekte fayda var.
Sayın Dumanlı yazısına Türkiye’de milliyetçiliğin olumlu bulduğu yönlerinden bahsederek başlıyor. Mesela şu cümlesinde: “İnsanların kendini hem milliyetçi, hem mukaddesatçı, hem muhafazakâr, hem dindar saymasının sebebi genel manada kullanılan milliyetçiliğin kafatasçı ve faşist bir zihniyete tekabül etmediğinin göstergesidir.” ifadesiyle milliyetçilerin hakkını teslim etmeye çalışıyor. Milliyetçiliğin ulusalcılıktan farkını vurgulayarak da bir cephe mücadelesine giriyor. Bu cephe mücadelesinde milliyetçiler sadece dolgu malzemesi seviyesine düşürülüyor. Yazıyı okuduğunuzda, kendi fikir yapıları olmayan, kırılgan, eksen kaymasına hazır ve çoğunlukla birilerinin etkisine açık zavallı milliyetçilere acıyorsunuz. Yazar kendisini nerede görüyor bilinmez ama milliyetçileri soyut bir kavanozda görüyor. Yazara göre milliyetçiler ulusalcılardan farklı, dindar kesimlerden farklı, muhafazakarlardan farklı bir garip kategori oluşturuyor.
Dumanlı’nın kategorik yaklaşımı yazısının temel varsayımı olduğu için baştan hatalı. Yukarıda işaret etmeye çalıştığımız gibi milliyetçilik bir ülkenin dinamik güçlerinden birisi olarak bütün millet mensuplarıyla ilgilidir. Hatta Zaman gazetesinin Dumanlı, Türköne ve Mahcupyan gibi yazarları bile milliyetçi olabilir. Tabii bu sadece afaki bir varsayım. Halbuki problem Türkiye’de aydınlar ve siyasetçiler arasındaki milliyetçilik bilinci eksikliğinde düğümleniyor. Milliyetçilik insanlara milleti için vazgeçilmez öncelikler ve ilkeler verdiği için hayati önem taşıyor. Bu hassasiyetlere sahip olmayan insanların kime hizmet ettikleri ve hangi kıbleye yöneldikleri millet için problem oluşturuyor. 80 darbesi öncesinde bazılarının yönü Moskova’ya, Pekin’e veya Washington’a dönük iken Türk milletinin hassasiyetleriyle nasıl bir ilgileri varsa, bugün de aynı problem vardır. Sadece merkezler ve taliplileri değişmiş görünmektedir. Dumanlı ve kendisini dindar-muhafazakar olarak tanımlayan aydınlar kendi duruşlarını tekrar değerlendirmelidir. O zaman gerçek eksen kaymasının nerede ve kimlerde olduğu daha rahat görülür. Aynalar her zaman işe yarar.
Ulusalcılık ve milliyetçilik ilişkisini tahlil ederken de Dumanlı haksızlık etmektedir. Türkiye’de marjinal bazı kişilerin dışında ırkçılık ve kafatasçılık hastalığına kapılan olmamıştır. Buna ulusalcılar da dahildir. Ulusalcıların kendilerini milliyetçilikten farklı tanımlamalarının psikolojik ve tarihsel sebepleri vardır. Osmanlı döneminde başlayan Batılılaşma hareketinin bir yansıması olarak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde modern bir ulus yaratmak kaygısı bugünkü ulusalcılığın temelini oluşturmuştur. En büyük hatası milletin tarihi ve kültürel derinliğini görmezden gelmesi olmuştur. Bunun genel değerlendirmesini ayrıca yapmak gerekir. Ama Dumanlı gibi, “Ergenekon davası” vesilesiyle peşin yargıyla mahkum etmek gerekmez. Hele milliyetçiliğin “ulusalcılık” etkisinde kalarak dinden uzaklaştığını iddia etmek haksızlıktan öte bir bühtan olur. Eğer ortada milliyetçilerin dindarlardan uzaklaşmaya başladığı gibi bir görüntü varsa, kendilerini dindar görerek kapalı cemaat menfaatçiliğine başlayan kesimlerin hatayı kendilerinde aramalarında fayda vardır. Milliyetçilik milletin bütünü için ortak kaygılar ve sorumluluklar üstlenmektir. Milliyetçiler bu anlamda ulusalcıları da, dindarları da, farklı toplumsal kesimleri de kucaklamak durumundadır. Özellikle Türk milliyetçileri bu basireti her zaman göstermiştir.
Türkiye’de ve dünyada yaşanan gelişmeler bazı zihin karışıklıklarına sebep olmaktadır. Küreselleşme dünyada yeni bir anafor yaratmıştır. Komünist hareketlerin başlattığı kozmopolit ve enternasyonalist yaklaşımlar bu dönemde yeni bir boyut kazanmıştır. Düne kadar kendisini Marksist gören bazı zevat yeni liberalizmin öncüsü gibi davranmakta, aynı zamanda bazı cemaatlerin zaaflarından faydalanarak yönlendirmeler yapmaktadır. Bu tiplerin gerçek liberalizm ile ilgisini kurmak zordur. Çünkü ortada ilkeler yerine çıkarlar ve siparişler dolaşmaktadır. Bunların öncülüğünde tehlikeli bir kozmopolitizm ve sofizm ortalığı kaplamış durumdadır. Said Nursi’nin ve Fethullah Gülen’in yazdıklarından başka hakikat tanımayan bir cemaatin, son zamanlarda hangi sebepten dolayı dindarlıkla ilgili olmayan açılımlar yaptığını birilerinin izah etmesi gerekir. Bu cemaatlerin Türkiye’de milliyetçi duyguları yüksek olan halk kesimi tarafından, tamamen iyi niyetle desteklendiğini unutmamak gerekir. Cemaatin önder yazarları milliyetçilerin Hira dağından uzaklaştığı gibi bir suizan yerine, milletten ve milliyetçilikten kopmanın bedelini nasıl ödeyeceklerinin hesabını yapmaları daha hayırlı olacaktır. Türkiye’de yaşayan herkes, dünyada devam eden milletler mücadelesinde Türk milletinin yanında mı, yoksa başka merkezlerin yanında mı olduğunu değerlendirmek zorundadır. Milliyetçiliğin anahtarı buradadır.