Dünyada tek bir güç hakim değil ve biz de tek başımıza yaşamıyoruz. Milletler ailesi ve devletler sistemi içinde yaşıyoruz. Bu milletler ve devletler de birbiriyle aynı seviyede değiller. Dünyada söz sahibi olmaya çalışan bir mücadele içindeler. Bu mücadele tarih boyunca devam etmiş. Tarihte oynadıkları rollere ve içinde bulunduğumuz zamana göre ön plana çıkanlar arasında kıyasıya bir mücadele var. Bu mücadelenin şekli ve görüntüsü zaman zaman değişebiliyor. Son zamanlarda bu mücadelenin galibi ABD öncülüğündeki küresel kapitalist sistem gibi görünüyor. Fakat bu küresel güç bile tek başına her şeyin üstesinden gelemeyeceğini son zamanlarda anlamış görünüyor.
Yakın tarihe baktığımızda milletler mücadelesi bakımından dünya için 20. yüzyıl büyük savaşların yaşandığı bir dönem oldu. Dünyadaki en büyük güçlerden birisi Osmanlı Türk Devleti yıkıldı. Türk milleti bir anlamda oyun dışına itildi. Toprakları parçalandı. Tezgahlar kuruldu. Planlar yapıldı. Senaryolar yazıldı. Sonuçta Batı Türklüğü Anadolu yarımadasına çekilmek zorunda kaldı. Bu süreçte büyük acılar yaşandı ve izleri hala kanayan bir yara halinde çok taze. Fakat Türkler Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde, her şeye rağmen ayakta kalmayı ve bağımsızlığını korumayı başardı.
Bugünün şartlarından geriye baktığımızda Milli Mücadele ve Cumhuriyetin kurulması önemsizmiş gibi görünebilir. Cumhuriyet dönemi boyunca yönetimde bulunanların birçok kararı eleştirilebilir. Fakat bu dönemde sorumluluk üstlenen yönetimlerin, dünyadaki oyunların dengelerine göre ülkeyi korumaya ve kararlar almaya çalıştıkları gözlenebilir. Bazen şartlar sizi tam benimseyemeyeceğiniz kararlar almaya sürükleyebilir. Satranç oyunu gibi bazen öyle sıkışırsınız ki, zorunlu yollara gidersiniz. 2. Dünya Savaşından sonra sıcak Sovyet tehdidi karşısında ABD ve NATO ilişkilerinin kurulması böyle bir zorunluluğun eseridir. O dönemde ne İnönü yönetimi, ne de DP yönetimi başka alternatif geliştirme şansına sahip olmuş değildir.
Bu çerçeve içinde iki kutuplu dünya sisteminin hürriyetçi Batı kanadı yanında konumlanmak gerekmiştir. Tek başına oyuna girme şansı elinden alınmış bir Türkiye, dünyadaki dengeler içinde kendisine nefes alacak bir alan bulmuştur. Böylece Soğuk savaş zamanında kurulan dengeler üzerinde Türkiye hep oyunun içinde olmuştur. Belki Türkiye için bu rol bir başrol değildir ama çok da yabana atılabilecek bir rol değildir. Bunun birçok sebebi vardır. En önemlisi, gücü sınırlarını aşan köklü ve güçlü bir millet olmamız ve üzerinde yaşadığımız jeopolitik konumumuzdur. Bu faktörler soğuk savaşın sona ermesiyle Türkiye’nin ve Türk milletinin gücünü ve rolünü tekrar ön plana çıkartmaya başlamıştır. Küreselleşme sürecinin en önemli ülkelerinden birisi bu yüzden Türkiye olmuştur.
Türkiye yaygın ve güçlü kültürü, üzerinde bulunduğu stratejik konumu, dinamik ve genç nüfusu, tarihi tecrübeleri, kültürel ve siyasi etki alanı ile küreselleşen dünyanın alternatif güçleri arasında sayılmaya başladı. Türkler bunu idrak etmekte hala tereddüt içindelerse de dünya böyle gördüğünü çeşitli vesilelerle ortaya koyuyor. Batılı stratejistler Türkleri önemli bir denge unsuru gördüklerini çeşitli vesilelerle dile getirmektedirler. Batılı güçler bu gerçeğe göre strateji üretiyorlar, tedbirler alıyorlar, Türklere göre hesaplar yapıyorlar. Çoğu zaman da Türkleri sıkıştıracak, engelleyecek ve eski güçlerini kazanmalarını önleyecek manevralar ve planlar hazırlıyorlar. Türklerin aleyhine ne bulurlarsa kullanmak istiyorlar.
Bu durumun kaçınılmaz olduğunu tarihi tecrübelerimizden zaten biliyoruz. O zaman buna göre politikalar üretmemiz gerektiği açıktır. Dış politikada duygusallığa yer olmadığı ve ülke çıkarlarının önemli olduğu sürekli söylendiğine göre, bu ilke doğrultusunda olayları yorumlamamız şarttır. Dolayısıyla soğuk savaş şartlarında milli çıkarlarımız gerektirdiği için almış olduğumuz konum ilelebet geçerli değildir. Yeni dünya düzeninin şartlarına göre Türkiye kendi konumu üzerine sürekli arayışlarını sürdürmelidir. Son zamanlardaki süreç o kadar hızlı akmaktadır ki, bu süreç içinde doğru kararlar alabilmek için çok dinamik bir duruşa ihtiyaç vardır. Bu duruşun ise mutlaka milli eksenli olması gerekir.
Küreselleşme sürecinin hakim güçleri bütün farklı güç merkezlerini teslim almak için, önce propaganda ile milli direnç noktalarını tasfiye etmenin bir zorunluluk olduğunu kabul ettirmeye çalışıyor. Kendisine taraftarlar ve taşeronlar buluyor. Ülkelerin zayıf noktalarını etkilemeye, problemli alanlarını ve yara almış noktalarını derinleştirmeye çalışıyor. Sonuçta dünyaya egemen olmak isteyen tek süper güce teslim olacak bir sistem inşa etmek istiyor. Planlarını bunun üzerine kuruyor ve gerektiğinde yeniden gözden geçiriyor. Mesela Bush liderliğindeki Irak ve Afganistan başarısızlıklarından sonra yüz değiştirerek Obama ile aynı amaca biraz da şirin bir şekilde ulaşmaya çalışıyor. Fakat zorlayıcı politikalarla tek süper güç oyununu daha fazla sürdüremeyecekleri görülüyor. Dolayısıyla yeni açılımlar aranıyor.
Amerika’nın yeni başkanı Obama 5-6 Nisan 2009 tarihlerinde Türkiye’yi ziyaret ediyor. Bu ziyareti uzmanlar yeni ABD yönetiminin Türkiye’ye önem vermesi olarak yorumluyor. Biz bunu Türkiye’nin önemini fark edilmesi olarak yorumlayabiliriz. Dünya egemenliği peşindeki ABD yönetimi, özellikle Türkiye’nin nüfuz alanındaki problemli bölgelerde yalnız başına başarılı olması mümkün görünmüyor. Balkanlar, Kafkaslar, Afganistan, Orta Asya (hatta Doğu Türkistan bağlantılı olarak Çin), Ortadoğu bölgesinde itibarlı ve kendisine en uyumlu güç olarak Türkiye değer kazanıyor. Bu bölgelerdeki problemlerin Türkiye olmadan çözülme girişimleri ABD açısından büyük riskler ortaya çıkardığı anlaşılmaktadır. Bugün ABD Irak işgaliyle amacına ulaştığı görünümü vermesine rağmen, bir bataklık haline gelen bölgeden nasıl az zararla çıkabileceğinin hesaplarını yapmaktadır. Afganistan’da zor tabiat şartlarında Taliban karşısında aczini itiraf etmekten çekinerek çözüm üretmeye çalışmaktadır.
Son aylarda ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Stratfor’un sahibi ünlü stratejist George Friedman, Türkiye’nin önemine defalarca dikkat çekmişti. Obama ziyaretiyle ilgili olarak da bu kuruluşun tespitleri dikkat çekici: “G-20, NATO Zirvesi, Barack Obama'nın Amerikan Başkanı sıfatıyla ilk defa Avrupalı liderlerin karşısına çıkması. Obama'nın Avrupa turu Atlantik'in iki yakası arasındaki ilişkilerde belirleyici rol oynayacak. Ancak, Washington için gelecek vaat eden temaslar ziyaretin sonunda Türkiye'de yapılacak.” 1) Bu tesadüfen yapılmış bir tespit değil, bilgi ve analizlere dayalı bir durum değerlendirmesidir. Dünyanın en pragmatist düşünce sistemine dayalı yönetilen devleti mutlaka çıkarları doğrultusunda açılımlar yapmak isteyecektir. Obama bu çerçevede Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirmek ve işbirliği yapmak isteyecektir. Bunu Financial Times yazarı Gideon Rachman Obama’nın Türkiye ziyaretini değerlendirdiği yazısında dile getirmektedir. 2)
Asıl önemli olan bu süreçte Türkiye’nin tavrıdır. Artık dünyada soğuk savaş şartları yoktur. Türkiye 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki günlerde olduğu gibi, henüz kalkınma hamlesini yapamadığı ve ciddi bir Rus tehdidi altındaki dönemden çok uzaktır. Küreselleşme sürecinde bir taraftan yükselen kozmopolitizm ve etnikçilik etkisi altında parçalanma tehdidi almakla beraber, sahip olduğu tarihi ve kültürel hinterlandının ortaya çıkmasıyla büyük bir milliyetçilik dalgasına girmiş durumdadır. Türkiye artık korku ve teslimiyet politikalarından vazgeçmelidir. Aydınlar ve siyasetçiler kendilerini Türk milletinin gücüne ve çıkarlarına göre ayarlamalıdır. Türkiye’nin ve Türk milletinin bir sosyal realite olarak dünyanın sayılı güçleri arasında olduğu bu süreçte daha iyi anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Türkiye bunun şuurunda politikalar geliştirmek zorundadır. Bu bakış açısının Türkiye’de bütün kesimler tarafından sorumluluk duygusuyla paylaşılması gerekir. Türkiye kurumları ve vatandaşlarıyla bu durumun gereğini yerine getirmelidir.
Bu durumda Türkiye’nin geleceğine sekte vurabilecek her türlü davranışın vebali büyüktür. Başta iktidarı ve muhalefeti oluşturan siyasetçiler, aydınlar, sivil toplum kuruluşları, bürokrasi ve halk kesimleri bunun farkında davranmak zorundadır. Artık Türkiye dünkü Türkiye değildir. Bazı güç merkezleri her ne kadar Türkiye’nin başına belalar ve badireler açmaya çalışsalar da bu oyunları bozulacaktır. Bozulması Türk insanının sağlam duruşuna bağlıdır. Bundan sonraki tarihi süreç Türk milletine yeniden büyük roller üstlenme fırsatı sunmaktadır. Bunu başkalarının biçtiği roller ile gerçekleştirmek mümkün değildir. Türkiye küresel açılımlarını zamanın şartlarına ve kendi potansiyel gücüne dayalı olarak yapmalıdır. Obama veya başka bir dünya liderine karşı Türkiye eşit muamele yapmalı ve kendi vizyonunu ortaya koymalıdır. Dünya artık Türkiye’yi dikkate almak ve hesaba katmak zorundadır.
1)http://www.cnnturk.com/2009/dunya/03/31/stratforun.gozuyle.obamanin.turkiye.ziyareti/520269.0/index.html
2) http://blogs.ft.com/rachmanblog/2009/03/why-it-is-turkey-that-matters-for-obama/#more-616