Türk Ocakları 100 yılını deviren bir teşkilat ve Türkçülük fikir hareketi daha fazla yılları geride bırakmış bir dünya görüşü olsa da toplumun geneli nazarında hala yeterince bilinmiyor. Özellikle genç kesimlerle iletişim kurma ve doğru bilgiler ulaştırma imkanı sınırlı olduğu için bu eksiklik daha çok hissediliyor. Türk milliyetçiliği fikir sistemi hakkında eksik ve yanlış anlayışlar doğuyor. Bunu önlemenin yolu Türk milliyetçiliği düşüncesinin temel bilgilerini (önermelerini) yeni nesillere ulaştırmaktan geçeceği ortadadır. Bunun için Türk Ocakları olarak şubelerimiz, dergimiz ve web sayfamız araç olarak kullanılmaktadır. Bunun arka planında ise büyük bir kütüphane oluşturacak Türk milliyetçiliği üzerine veya ilişkili yazılmış kitaplar ve makaleler vardır. Onlarca akademik çalışma bunlar temele alınarak yapılmıştır ve yapılmaya devam etmektedir. Bu zengin fikir ortamından hepimiz faydalanmayı ve yeni nesillere Türkçülük fikrini doğru bir şekilde aktarmayı sürdürmeliyiz.
Türkçülük Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkmış bir fikir hareketidir. Bu fikir hareketinin siyasi, sosyolojik ve felsefi yönleri vardır. Birçok bilim ve fikir insanı bu konuda akademik/bilimsel çalışma yapmaktadır. Türkçülüğü bunun dışında yorumlayan veya nitelendiren kesimlerin niyetleri halis değildir. Arka planında ya ön yargılar, ya da Türklüğe duyulan düşmanlıklar vardır. Farklı milliyetlerden gerçek bilim adamları zaten Türkçülük ve Türklükle ilgili hakikatleri olduğu gibi tespit edip hakkını teslim etmektedir. Dolayısıyla Türkçülüğe öncelikle olumsuz önyargı ile yaklaşılmasını ortadan kaldırmak gerekir. Türkçülük Türk milletini tehlikelerden korumak, istiklalini ve istikbalini kazanmak kaygısından ortaya çıkmıştır. Türkçülük Türkler arasında çıkan milliyetçilik cereyanının dışa yansımasıdır. Bir milletin kendi kaderine sahip çıkma davasıdır ve son derece duyarlı ve ahlaki bir tavırdır.
Dünyanın neresinde Türk yaşıyorsa bir sosyal varlık olarak birbiriyle alakalıdır. Bu olgusal bir durumdur ve bunun farkında olmak bir şuur halidir. Türkçülük bu şuuru ortaya çıkartır ve güçlendirir. Afakî ve hayali bir ütopya değildir. Dünyadaki Türklerin ortak özellikleri bir millet olarak birbirimizle yakınlaşmamızı ve diğer milletlerden farklılığımızı ortaya koyar. Bunların bilimsel ve fikri çabalarla tespit edilmesi Türkçülüğün bir gereğidir. Bu gereği yerine getirmek isteyen Türkçüler 100 yıllık bir süreçte binlerce ciltlik eserin ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Bu eserlerin verilmesi için yeni bilim alanları gelişmiştir. Türkiye’nin bugün ulaşmış olduğu bilgi ve kültür düzeyinde Türkçülük hareketinin etkisi büyüktür. Türkçülüğün hareket noktası tarih içinde ortaya çıkmış Türk milletidir. Türk milletinin sosyal özellikleri, kültürü ve tarihi Türkçülük düşüncesinin temel dayanak noktasıdır. Bu dayanak noktası kişiden kişiye değişen öznel (subjektif) bir durum değil, nesnel (objektif) bir gerçekliktir.
Türk gençleri öncelikle mensup oldukları milletin ne olduğunun farkında olmalıdırlar. Kendilerine bir dünya görüşü seçeceklerse buna dayanak olarak kendi milletinin gerçeklerini temele almalıdırlar. Bir Türk çocuğu öncelikle yaşadığı coğrafyanın, içine doğduğu kültürün, sahip olduğu siyasi kimliğin idrakinde yetişmelidir. Eğitim bu hakikatler üzerine şekillenmeli ve kültürlenme bu politika üzerine gelişmelidir. Türkçülük düşüncesi bu temele alınması gereken gerçekleri göstermek üzere gelişmiştir. Türkçü düşünceyi benimseyen bireyler veya düşünürler bunun izinde hareket ederler. Şimdiye kadar bu düşüncenin şekillenmesinde önemli roller üstlenen bilim ve fikir adamlarının ortaya koyduklarından yola çıkacak olursak Türk gençlerinin ülkülerini bulmalarını kolaylaştırmış oluruz. Bu öyle bir şuur ve ülkü olmalıdır ki milletin çocukları arasında geleceğe yönelik bir bütünleşme sağlasın. Milletin evlatları birbirinden kopuk, birbiriyle çelişen ve birbirine düşman olan bireyler olmasın.
Türkçülüğün ilk dayanak noktası Türkçedir. Türkler tarih sahnesinde ancak Türkçenin izleriyle takip edilebilmektedirler. Türkçe Türklere hem kimlik vermiş, hem de zengin kültür mirasının taşınmasını sağlamıştır. Dolayısıyla Türk gençlerinin şuurunda olmaları gereken birinci konu Türkçe dili ve Türkçede ortaya konan eserlerdir. Bunların bilimsel konular olarak incelenmesi ve bilgi olarak öğrenilmesi Türk gençliğinin birinci önceliğidir. Eğitim ve kültür politikaları bu temel üzerine şekillenmeli, fikir dünyamız bu zeminde inşa olmalıdır. Onun için Orhun Anıtları, Kutadgu Bilig ve Divan-ı Lügati’t Türk gibi yazılı temel eserler ile Dede Korkut, Oğuz Kağan, Köroğlu gibi sözlü geleneğe dayalı destanlar birer kültür gerçekliği olarak ele alınmalıdır. Türkçe söylenen sözler, deyişler ve türküler de aynı minval üzere Türklüğümüzün temelini oluşturan gerçeklerdir. Bunun örneklerini bu kısa yazıda özetlemek mümkün değildir. Hepsi de kültür mirasımız olarak bugünümüzü şekillendiren köklerimizdir.
Türkçülüğün ikinci dayanak noktası tarihtir. Tarih milletlerin başından geçen bütün olaylar için kullanılır. Bir anlamda tarih milletin hayat hikâyesidir. Bu hayat hikâyesi bizi biz yapan en önemli gerçekliktir. Bizim bir millet olmamızı sağlayan ortak hafızadır. Bu hikâyeyi ve hafızayı ortaya çıkarmak için tarih bilimi modern dönemlerde imdadımıza yetişmiştir. Türklüğün temellendirilmesinde Türkçülerin önemli araçlarından birisi olmuştur. Tarihten hem gücümüzü artırma, hem de gelecek ufkumuzu belirleme imkânı buluruz. Tarih bir milletin diğer milletlerden farkını, onlarla ilişkilerini, dönemsel olarak zayıf ve güçlü yönlerini ortaya koyar. O milletin ortak kaderinin bilgisiyle gelecek ümitlerini belirler. Milli ülkülerin şekillenmesinde temel unsurlardan birisi olur.
Türkçülüğün üçüncü dayanak noktası inanç sistemidir. Milletlerin sosyal hayatında belirleyici güçlerden birisi dini inanç sistemleridir. Hatta dünyadaki toplumları sınıflandırırken Hıristiyan milletler, Müslüman milletler ayırımı çok bariz bir kriterdir. Milletler farklılığı bu genel çerçeve içinde ayrı bir anlam kazanır. Milletlerin birbiriyle yakınlığını ve uzaklığını belirler. Tarihteki birçok olayın sırrını saklar. Bir milletin din değiştirmesi bu ilişkilerin de değişmesi demektir. Soy itibariyle Turani olduğu bilinen Macarlar Avrupa içinde Hıristiyan kesimin bir unsuru olarak Müslümanlığı benimsemiş olan Osmanlı Türkleri karşısında düşman ilişkisinde yaşamışlardır. İlave olarak Hıristiyan olduktan sonra Orta Asya’dan getirdikleri dillerini ve kültürlerini kaybetmişlerdir. Bu önemli bir dönüşümdür ve milli kimliğin korunmasında kabul edilen dinin etkisini gösterir. Son zamanlarda Macarlar arasında revaç bulan Turancılık düşüncesi kendi köklerini arama ve keşfetme hareketi olarak gelişmektedir. Bu da sevindirici bir gelişmedir. Bu bakımdan Türklerin eski çağlardan bu yana taşıdıkları, terk ettikleri veya benimsedikleri dinler (dini yorumlar) bugünkü gerçekliğimizi anlama bakımından önemlidir. İslam dini insanlığa tebliğ olunduktan sonra Orta Asya’ya ulaşan Müslüman Araplar sayesinde İslam dinini tanıyan Türklerin, zaman içinde hemen hemen bütün kabile ve boyları arasında İslamın yayılması son derece önemli bir gelişmedir. Milletin sosyal ve kültürel şekillenmesinde bu yeni dinin etkisi büyüktür. Bu etkiyi görmeden Türk milletini anlayabilmek ve tarihini doğru okuyabilmek mümkün değildir.
Türk milletinin kültür hayatında hala eski inanç sistemlerinin etkisi devam etse de İslam dini birinci derecede belirleyicidir. Millet hayatındaki ahlak ilkeleri, temel değerler, gelenekleşen ritüeller, yeme içme kültürü ve savaşçılık ruhu artık İslam dininin gücüyle gelişmeye başlamıştır. Eskiden bir toprağın ele geçirilmesi manevi bir anlam taşımazken, imdi Allah’ın adını yayma gayesi milletin yeni fütuhat ülküsü olmuştur. Ele geçirilen topraklar İslam inancının yayılması amacıyla yeni bir anlam kazanmış ve Türklerin ileriye doğru yeni hedeflere yönelmesinde ve şehitlik payesiyle canlarını ortaya koyarak yeni başarılara ulaşmalarında temel sevk edici unsur halini almıştır. Bunu tarihte çarpıcı örneklerde görmek mümkündür. Alparslan’ın Malazgirt’te, Kılıçarslan’ın Haçlı orduları karşısında, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederken Bizans surları karşısındaki gücü bu manevi kaynaktan gelmektedir. Artık Türklüğün ülküsü ilhamını İslam’ın manevi dünyasından almaktadır.
Türkçülüğün dördüncü dayanak noktası günümüzde karşılaştığımız ve içinde yer aldığımız sosyal gerçekliktir. Türkçüler zaten bu gerçekliğin zorlamasıyla Türklük davasını kendilerine şiar edinmişlerdir. Artık büyük fetihler yapabilen başarılı bir Türklük yoktur. Elinde kalan son İmparatorluğu korumakta zorlanan bir Türklüğün temel davası bir kurtuluş hareketidir. Osmanlı’nın yıkılmasını önlemek birinci görev olmasına rağmen, bunda başarılı olunamayacağı anlaşıldığında Türkler için yeni bir güç ve kurtuluş merkezi aranmıştır. Bu güç derin bir tarih ve geniş bir coğrafyada yer alan Türkler gerçeğinden ilham almaktadır. “Vatan Türklere ne Türkiye’dir, ne Türkistan / Vatan müebbet bir ülkedir Turan” anlayışı Türkçüler tarafından Türk milletinin önüne konan bir milli ülküdür. Fakat o günün dünya şartları bu ülkünün fiili olarak gerçekleşmesine uygun değildir. Türkler avuç içi kadar bir vatan toprağında kurtuluş savaşı vermek durumunda kalmışlardır. Türklüğün ülküsü bu gerçeklikle şekillenmek zorunda kalır ve milli bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulur. Bugünkü Türkçülüğün en önemli gerçeği burada saklıdır. Artık Türkiye Cumhuriyeti Türklük için hayati öneme haiz bir varlıktır ve Türk çocukları bu gerçekliğin şuuruyla önlerine bakacaklardır.
Türkiye Cumhuriyeti Türklerin ve dünyadaki diğer Müslümanların ümit ışığı olmuştur. O günün şartlarında hem diğer Türk boyları, hem de diğer Müslüman milletlerin çoğu emperyalist güçler tarafından sömürülmektedir. Vatanları işgal altında ve bu mazlum milletler esaret içindedir. Türkçüler bu gerçekten uzak duramazlar. Ayrıca emperyalizmin pençesinden Anadolu’ya sığınmak zorunda kalan akrabalarımız yeni Cumhuriyet toplumunun önemli boyutlarını oluşturmaktadır. Kırım’dan, Kazan’dan, Kafkasya’dan, Balkanların değişik birçok yöresinden akın eden göçler artık yeni gerçekliğimizin unsurlarıdır. Anadolu bir harman yeridir ve bozgunlarda savrulan bütün gruplar ortak bir kader ve gelecek ümidini paylaşmaktadır. Cumhuriyet dönemindeki Türklüğün yeni gerçekliği artık fütuhat için sefere çıkan ordularla değil, ülkeyi çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne taşıyacak ilerleme çabalarıyla şekillenecektir. Bu çaba çileli ve sıkıntılı bir çabadır. İleriye yönelen atılımlar bazen kültür kökleriyle çelişecek ve büyük sancılar yaşanacaktır. Ama ne yazık ki bu yaşanmakta olan bir gerçekliktir. Türklük hem kendisini koruyacak, hem de yeni gerçeklikteki bir araya gelen insanları ortak geleceğe taşımaya çalışacaktır. Milli ülkü bu dönemde en önemli problemdir. Bir milleti bir arada tutan özellikler güçlendikçe bütünlük artacak, ortak değerler azaldıkça dağılma ve çatışma baş gösterecektir. Günümüzün en önemli problemi burada düğümlenmektedir.
Türk gençleri bu gerçekler içinde kendilerine bir yol çizmelidir. Bu yol kişilere, kuruluşlara veya partilere göre değil, ülke ve millet gerçeklerine göre belirlenecektir. Temel dayanak noktası milletin tarih içindeki ve günümüzdeki gerçekliğidir. Bu gerçekliği bir döneme veya bir coğrafyaya soyutlamak mümkün değildir. Asıl olan meseleyi bir bütünlük içinde değerlendirmektir. Türk milleti bugünkü haline tarih boyunca yaşadığı olaylar, tecrübeler, dönüşümler ile gelmiştir. Kendisini Türk milliyetçisi veya Türkçü olarak tanımlamaya çalışan hiç kimse ben milletin bir dönemini kendime temel alırım diyemez. Böyle bir yaklaşım gerçeklikle uzlaşmayan hayali / kurgusal bir yanılsamaya yol açar. Atatürk’ü anlayamamış sosyalizmden feyz alarak kendilerini Kemalist ilan etmiş birilerinin Türklüğü sadece Cumhuriyet’in millet inşasına bağlamaya kalkmaları ne kadar yanlışsa, başkalarının Türk milletinin bütün tecrübe ve kültürünü soyutlayarak bir İslam’dan bahsetmeleri o kadar yanlıştır. Veya bazı genç Türkçü adaylarının kendilerine temel olarak Türklüğün İslam öncesi dönemini almaya çalışmaları benzeri bir sapma davranışıdır. Bugün kendisini Müslüman hissetmese de Türkiye’de yaşayan bir Türk genci, Türk milletinin bütün değerlerine saygı göstermek durumundadır. Hiçbir Fransız ateisti Fransız milliyetçiliğinden ve Fransız gerçekliğinden uzak durmamıştır. Fransız gerçekliği tarihi Hıristiyanlığa ve özellikle Katolik Kilisesine dayanır. Almanlar ile aynı dine inanıyor gibi görünseler de Katolik ve Protestan inançları birer milliyet gerçekliğidir.
Türk gençleri ataları Metehan, Teoman ve Atilla gibi İslam öncesi kahramanlardan ne kadar feyz alıyorsa, İslam inancını kendilerine bayrak yapmış olan Alparsalan, Osman Gazi ve Fatih Sultan Mehmet Han’dan da aynı şekilde almalıdır. Günümüzde Türkçülük davasını benimseyecek olan Türk gençleri Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü ve yakın dönem Türklüğün durumunu kendilerine temel yapmalıdırlar. Dava ancak yaşanan tecrübelerin ışığında, sosyal ve kültürel gerçekliğin temelinde şekillenir. Anadolu’yu ve Rumeli’ni fethetmiş Türkler için ortaçağda asıl dava İstanbul’u fethetmektir. Mustafa Kemal için de bu davanın asıl hedefi ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak ve milleti çağdaş medeniyet seviyesine çıkartmaktır. Bugün Türk gençleri için asıl dava Türk milletini yeniden tarih sahnesinde parlak zaferlere ulaştıracak başarılardır. Bunun yolu bilgiyi ve teknolojiyi güç olarak kullanabilecek hazırlıklardan geçer. Bu hazırlıklar ise öncelikle akıl ve zihin çabalarına dayalıdır. Zamanımızın mücadele şartlarının artık mertçe meydan muharebesine dayalı olmadığını hepimiz biliyoruz. Şikâyet ve mazeret üretmek yerine yola koyulmak gerekli. Hepimizin mutlaka yapabileceğimiz gücümüz nispetinde hizmetler vardır. Bu hizmetlere olumlu katkı gücümüzü ve azmimizi artıracaktır.