Türkler Anadolu’ya binli yıllarda gelerek yerleşmeye başladı. Anadolu’da yaşayan veya Türklerle Anadolu’ya gelen halkların bundan bir rahatsızlığı olmadı. Bilakis mevcut Bizans zulmü karşısında rahat bir nefes alma fırsatları oldu. Onun içindir ki bugün uluslararası alanda başımıza dert olan Ermeniler Türk toplumunun içinde yer aldılar ve milleti sadıka olarak kabul gördüler. Benzer şekilde Kürt etnisitesine mensup gruplar Oğuz boylarından farklı muamele görmedi. Hatta beylik mücadelesinde isyankâr Türkmen aşiretlerine göre merkeze daha yakın oldular. Bir anlamda Türkmen gruplarının tutumuna paralel pozitif ayırımcılık imkanlarından faydalandılar. Bu durum Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde sağlıklı bir şekilde sürdü. Aksi halde Selçuklu yeni fethettiği topraklarda Haçlı Seferleri karşısında başarılı olamaz, Osmanlı Balkanlarda fütuhat yaparken güvenlik içinde olamazdı.
Problem Osmanlı’nın yıkılma sürecinde ortaya çıktı. Orta Asya bozkırlarından Avrupa içlerine kadar uzanan Türklerin tarihi yolculuğu aynı zamanda büyük bir mücadelenin sahnesi oldu. Bu sahnedeki son aktör Osmanlı Devleti Türklerin medeniyet anlamındaki en büyük başarısı oldu. Bütün dünya güçlerine karşı başarılı mücadeleler verdi. Fakat bir süre sonra dünyanın yeni şartlarına uyum sağlayamadığı için diğer güçler karşısında geri kalmaya başladı. İlk toprak kayıplarıyla birlikte çözülme başladı. Bunu fırsat bilen dünyanın yeni süper güçleri Osmanlı İmparatorluğunu tamamen yıkmanın ve paylaşmanın planlarını devreye soktular. Bugün yaşadıklarımızın sırrını burada aramak gerekir. Çünkü ilk ayaklanma teşebbüsleri Balkanlarda Sırp ve Bulgar çetecilerle başladı. Avrupa’nın emperyalist güçlerinin himayesinde Rumeli’ndeki Osmanlı topraklarında bir bir devletçikler kuruldu. Sevr dayatmasıyla dünkü tebaamız Yunanlılar başımıza musallat edildi. Milleti sadıka olarak bağrımızda barındırdığımız Ermeniler, Avrupalı güçlerin himayesinde arkamızdan bıçakladı. En zor zamanlarımızda ihanetlere uğradık.
Türklerin tarih sahnesinde verdiği şanlı mücadeleler hep mertlik ve kahramanlık üzerinde oldu. Kahpelik ve kalleşlik yöntemlerine tevessül etmeyen bu şerefli millet maalesef en büyük darbeyi buradan aldı. Bizimle açıktan mücadele edemeyen düşman güçler kendilerine sürekli maşa olabilecek zayıf noktalar bulup kullandılar. Kullanmaya devam ediyorlar. Bugün seçilen maşa Kürtçülük oldu. Kürtlerin içinden kendi geleneksel kültüründen kopan Marksist gruplar bu işi gönüllü olarak üstlendi. PKK adı verilen bir eşkıya örgütlenmesiyle Kürtleri Türkiye’ye karşı ayaklandırmayı kendilerine görev bildiler. Böyle gönüllü bir ekibin ise tahmin edilemeyecek kadar gizli destekçisi türedi. Dolayısıyla Türkiye neye uğradığını ve kimlerle mücadele ettiğini hala tam olarak anlayabilmiş değil. Problem sanırım burada. Her PKK saldırısında kamuoyunda duygusal bir infial ortaya çıkıyor ve insanlar kahrederek içlerine kapanıyorlar. Askeri darbelerle ve çeşitli operasyonlarla dumura uğratılan toplumun hassas sinir uçları artık çalışmıyor. Saman alevi nispetinde ortaya çıkan tepkiler sadece şehit cenazelerinde kalıyor. Meselenin özünü kavrayabilen ve doğru değerlendirme yapabilen aydınların sesleri ise malum medya hâkimiyeti içinde boğuluyor. Dolayısıyla ortada çok karmaşık ve çok yönlü bir problem var.
Türkiye’nin içine düştüğü PKK terörü problemi sadece görünür bir cephe. Bataklıktan gelen sinekler ile boğuşmak zorunda kalıyoruz. Bunun bile gereken rasyonel tedbirlerini alamıyoruz. Uzaktan bizi seyredenler halimize herhalde kıs kıs gülüyorlardır. İçine düştüğümüz durum hakikaten trajik boyutta. Yedi düvelle kahramanlar gibi savaşan ve şahadet şerbetini içmeyi bir şeref kabul eden bir milletin evlatlarının hali gerçekten üzücü. Bu üzücü manzarada kimse kolaycılığa kaçmasın ve takkesini önüne koyarak samimi bir şekilde düşünsün. Nerede hata yapıyoruz? Veya yapmamız gereken neleri yapmıyoruz? Bu soruların muhatabı başta hükümet olmak üzere yıllardır sorumluluk makamında oturanlar olmalı. Bu sorumluluğa teknik olarak problem çözmek üzere yetiştirilen bürokratlar ve memleket meselelerini kendisine dert edinmesi gereken aydınlar dâhildir. Ortadaki problem çözülmek yerine gün geçtikçe aleyhimize kangren olmaya devam ediyorsa ciddi sıkıntılar var demektir. Artık “unutulanlar dışında yeni bir şeyler” olmak zorundadır.
Yeni yöntemler geliştirmeden ortaya çıkan yeni problemlere çözümler geliştiremezsiniz. Yeni şartlar ve yeni tehditlere eski usullerle cevap vermek anlamsızdır. Bunu ısrarla sürdürmek ise “absürt” (saçma) bir manzara karşımıza çıkarır. Yaklaşık 30 yıldır sınır karakollarınız aynı tarzda saldırıya uğruyor ve siz bunun önlemini tam olarak geliştiremeyip, “ne yapalım tabiat şartları zordu ve eşkıyanın ağır silahları vardı” diyorsanız vah halinize. Üstelik aynı tabiat şartlarında bin sene önce bu toprakları fethetmişseniz ve buraları yönetmişseniz söylenecek söz bulmak mümkün olmaz. Sadece, tabiatın en zor kış şartlarında askeri araçlarının donması üzerine, en kısa zamanda hava soğutmalı motor üreten bir milletin karşısında değişik duygular yaşarsınız. Sonra millet olmanın güçlü bağlar ve güçlü ülküler etrafında kenetlenmeyi gerektirdiğini hatırlarsınız. Atalarınızın da yüzyıllarca aynı basiretle fetihler yaptıklarını ve ülkeler yönettiklerini düşünürsünüz. Hakikaten Türkiye’nin en önemli problemi sizce de “PKK Sorunu” mu?