Türkiye bugünlere büyük sıkıntılar ve yokluklar içinde geldi. Bugün sıkıntıların bir kısmı açılmış olmasına rağmen yeterince rahatlayabilmiş değiliz. Hala devasa problemlerle cebelleşiyoruz. Hatta bazen kendi ellerimizle problem yaratıp, kendimiz çözümlenemez hale getiriyoruz.
YÖK yasasının görüşmesi yapılırken Meclise gelen YÖK Başkanının ağzından kaçan bir söz basına yansıdı. YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce ile konuşması sırasında İmam Hatip Liseleri ile ilgili olarak “Bu zıkkımları kapatalım mı?" şeklindeki sözleri tartışmalara yol açtı. Daha doğrusu eski tartışmaları yeniden alevlendirdi.
Türkiye batılılaşma sürecinin başından beri, benzeri sancılar yaşamakta. Kendine özgü problemlerini doğru teşhis edip, etkili yöntemlerle tedavi etme yerine kangren haline getirmeyi çok iyi başarmakta. Bunun en tipik örneği eğitim sistemi ve özellikle İmam Hatip Liseleri.
İmam Hatip Liseleri hakkında tarihi analizler yapma niyetinde değilim. Bu okullar çok iyi düşünülüp tasarımlanarak oluşturulan okullar değil. Toplumun Osmanlı’dan günümüze uzanan değişim devresinde bir ihtiyaçtan doğan ve bazı müdahalelerle kendiliğinden gelişen okullardır. Bir siyasi partinin “arka bahçemiz” ifadesiyle tartışmanın odağına gelmelerine rağmen, bu siyasi grubun da bu konuda kafa yorduklarını sanmıyorum. Bunlar sadece fırsatçılık yaparak buralarda filizlenen bazı fidanları devşirme yoluna gitmişlerdir. Kendileri emek vermedikleri için de harcanmalarına çok kolay göz yumdular zaten.
Eğitim milli siyasete ve bilimsel yöntemlere dayalı olarak geliştirilir. Her ülke nasıl bir insan yetiştirmek istiyorsa, kendi okullarında buna uygun eğitim politikaları uygular. Yetiştireceği genç nesillerin ülkesine ve insanlığa faydalı olmaları için de bilimsel yaratıcılığa göre donanım kazanmalarına özen gösterir. Duygusal tepkilerle, günübirlik politikalarla, ideolojik kasıtlarla ve patolojik korkularla eğitim yönetilmez. Yönetilirse büyük haksızlıklara ve zararlara yol açılır. İşte İmam Hatiplere “zıkkım” dedirtecek kadar meselenin sıkıntı olduğu bundandır.
Bu ülkede Köy Enstitüleri ile “ideolojik batılılaşma” yolunda bir devrim yaratılmak istendi. Geçen haftalarda Şerif Mardin’den mülhem öğretmen – imam tartışmasının düğüm noktası burasıdır. Yetiştirilen öğretmenlerin kendi toplumuna ve kültürel değerlerine aykırı bir zihniyet içinde köylerine dönmeleri ilk çatışmayı ortaya çıkardı. Demokrasinin nimeti sayesinde ilk seçimlerde bu okulları kuran İnönü CHP’sinin iktidardan uzaklaştırılmasıyla müdahale yapıldı. Köy Enstitüleri Öğretmen Okulları haline dönüştürüldü ve ideolojik yapıdan kurtarıldı. Bu olay o günden beri sayısı çok az ama sesi çok çıkan bir grup tarafından dillere pelesenk oldu.
Bu gruba çok dikkat etmek gerek. Zihniyet yapısı olarak, bu milleti sevmeyen – beğenmeyen, kendi köklerine yabancılaşmış, kendisini milletin üstünde gören, batının kültürel üstünlüğüne teslimiyet ve bağlılık içinde bir grup. Öyle bir grup ki, toplumun elit tabakasına yerleşmiş ve kendinde sahiplik - efendilik duygusu taşıyor. Siz kabul etseniz de etmeseniz de kendisini sizin efendiniz gibi görüyor ve öyle davranıyor. Dediğimiz gibi bu bir zihniyet portresi. Somut örneklerini aramanıza gerek yok. Karşınıza her zaman çıkar.
Son olarak 28 Şubat sürecinde ortaya çıkmıştı ve elinde bir kılıç misali ortalığı darmadağın etmişti. Bugün üniversite kapısında yaşanan sıkıntının tohumları o zaman atılmıştı. Düşman ilan ettikleri siyasi hareketi demokratik meşru yollardan engelleyemeyeceklerini düşünen bu kesimler, uzun bilimsel çalışmalar yapılarak milletin lehine atılması gereken adımları hesaplaşma mantığı ile attılar. Maksat arka bahçede yetişmekte olan filizleri budamaktı ve öyle de yaptılar. Hiç gözlerini kırpmadan bu milletin evladı on binlerce, hatta yüz binlerce insanın istikbaliyle oynadılar. Dolayısıyla bir nesle darbe vurdular ve memleketin istikbaline müdahale ettiler.
İmam Hatip Liseleri, Türk eğitim sistemi bakımından mutlaka müdahale edilmesi gereken okullardı belki. Ama bu müdahale iyi niyetten, milli eğitim siyasetinden ve bilimsellikten uzak bir müdahale olduğu için büyük zararlara yol açtı. (Hatta bugün AKP başarısının arkasındaki faktörler arasında önemli bir rolü olduğu göz ardı edilmemelidir.) O dönemde bu okullarda kaydı olan öğrencilerin üniversite hakları gasp edildi. Hasbelkader bu okullara girmiş birçok zeki ve başarılı öğrenci yaratılan kör dövüşü sayesinde parlak istikballerini kaybetti. Bu çocukların ve ailelerinin hiçbir kastı ve suçu yoktu. Bir devlet okulu olarak gönderdikleri çocuklarının potansiyel suçlu muamelesi görecekleri akıllarından bile geçmezdi. Bu ailelerin büyük çoğunluğu ise ideolojik bir taraftarlığı yoktu. Ama itildiler… incindiler…üzüldüler…
Bu arada asıl darbe ülkenin geleceğine vuruldu ve kimse bu toz duman içinde fark etmedi veya gündeme getiremedi. Ortaokul düzeyinde öğrenci seçen ve yetiştiren Anadolu Liseleri büyük zarar gördü. Üniversite eğitiminin alt yapısını oluşturmakta olan bu liselerin adeta içi boşaltıldı. Bugün devlet okullarında verilen eğitime güvenilmemesi, dershanesiz ve özel derssiz üniversiteye girilememesinin altında bu süreçlerin büyük etkisi yatmaktadır. O günlerde Anadolu Liseleri kolejler ile yarışır düzeye gelmişti ve yarış lehlerine devam etmekteydi. Orta halli ailelerin çocukları kolej eğitimi almadan devlet imkânlarıyla başarısı nispetinde en uygun yerlere gelme fırsatı yakalıyordu. Böylece başarı desteklenmek ve ülkeye daha iyi yetişmiş kadrolar sunulmaktaydı. Bu süreçten sonra ortaokul sonrası kayıt almaya başlayan bu okulların da eğitim kalitesi düşürüldü.
İmam Hatip Liselerine vurulan darbeyi gizlemek için yapılan en büyük zararlardan birisi de meslek liselerine verildi. Bugün hala ülkede meslek lisesi mezunu kalifiye eleman sıkıntısı çekiliyorsa, öğrencilerin mesleğe yönelmek yerine üniversite kapısında yığılması söz konusuysa yine aynı yanlışların rolü büyüktür. Hâlbuki Batı ülkelerindekine benzer şeklide orta öğretim düzeyinde doğru bir pedagojik yönlendirme yapılmış olsa bu yığılma kısmen azalır. Çocuklar gereksiz yere liselerde yığılmaz ve hayata erken yaşta hazırlanır.
Eğitimde fırsat eşitliği bakımından en büyük darbe ise bilimsel ölçütlerden yoksun ÖSS puan sistemi ile vuruldu. Yine kasıtlı olarak geliştirilen sisteme göre liselerde belirlenen alanlara göre katsayılar kondu ve adayların alan değiştirmeleri neredeyse imkânsız hale getirildi. Alanların hangi puan türüyle öğrenci seçtiği ise tamamen muamma olarak hala garabetini korumaktadır. Mesela Sosyoloji bölümü EA puanı ile öğrenci alırken, Coğrafya bölümü sosyal puanla öğrenci almaktadır. Çocuğunuzun alan belirleme döneminde okulların durumu malum olduğuna göre siz yardımcı olacaksınız. Aslında tamamen pedagojik takip ve testlerle yönlendirme yapılması gerekir ama Türkiye şartlarında bu mümkün değil. O zaman iş başa düştü ve çocuğun sosyal yatkınlığını gördünüz ve sosyal bilimler alanına yönlendirdiniz. Bunu yaparken eğitimli bir anne-babasınız ve çocuğunuzun sosyoloji okuyabileceği öngörüsünde bulundunuz. Liseyi bitirdiğinde doğal olarak hedef seçtiğiniz alanda çocuğunuzun sınavı kazanmasını beklersiniz değil mi? Ama yanıldınız. ÖSYM size sürpriz yaptı. Sosyoloji tercihinde bulunabilmeniz için çocuğunuzun TM okuması gerekirdi. Belki müneccim olsaydınız bunu başarırdınız.
Bunun bilimsellik neresinde, adalet neresinde, fırsat eşitliği neresinde, düzgün taraf neresinde. Çocuk liseyi bitirdi ve eğiliminin farklı bir alanda olduğunu keşfetti ve çalışarak bu amacına ulaşmak istiyor. Hayır, ülkenin eğitim sistemini kast sistemine çevirmek isteyenler buna izin vermezler. Lise 1 de verdiğiniz karar neyse o. Çalışsanız da başarıya geçit yok. Yaşasın cezalar ve suçlular sistemi diyemeyeceğiz tabii. Sistemin milletin evlatlarına fırsat eşitliği ve adalet sunacağı şekle uygun değişmesi bize bağlı.