Soğancı

İş arkadaşım Gazanfer, yirmi beş sene çalışmanın ardından emekliye ayrılmıştı. Emeklilik ikramiyesi ile herkes ev, araba, arsa alırken Gazanfer farklı bir alana yatırım yapmış, parasının tamamıyla hasat zamanı soğan almıştı. Kışın ortasında soğan fiyatları tavan yapınca yüzde yüz kâr ederek satmıştı. Eline geçen emeklilik primi altı ay sonra tam ikiye katlanmıştı.


Otuz yıl memurluk yaptıktan sonra, otuz bin lira prime tav olarak ben de emekli oldum.

Aldığım primin tamamıyla Gazanfer gibi soğan ticareti yapacak, emekli maaşımla da ihtiyaçlarımızı karşılayacaktım. Yuvarlak kafamdaki sivri zekâmla sağlam bir hesap yaptım: Otuz bin lira; birinci yıl altmış, ikinci yıl yüz yirmi bin, …..altıncı yılın sonunda nerdeyse iki milyona ulaşacaktı. Otuz yılın otuz bin lirası, altı senede iki milyon lira olacaktı.

Bundan iyisi can sağlığıydı.

Kararlıydım, artık soğan alıp satacaktım. Akıl almak için Gazanfer’i aradım ama bulamadım.

“Denizli’deki kızının yanına gitti” dediler.

Otuz bin lira az para mıydı? Otuz senenin karşılığıydı. Geciktiğim takdirde soğanı stokçular alır da ben, soğansız kalırsam ne olacaktı? Gazanfer’in peşinde zaman kaybetmeye gelmezdi. Kafamdaki planı derhal uygulamaya koydum.

Geçen sene Gazanfer emekli primi ile altmış ton soğan alabilmişken, ben yüz yirmi ton depolamıştım.

Artık her gün soğan fiyatlarını takip etmeye başladım. Toptan yirmibeş kuruşa alıp depoladığım soğan, marketlerde önceleri elli kuruşa satılırken bir ay sonra, kırk, otuz, hatta bazı dükkânlarda yirmi beş kuruştan satılır oldu.

Büyük marketlerden biri, bütün şubelerinde bir kampanya başlattı: Elli liralık alışverişe bir çuval soğanı ücretsiz veriyordu.

Ben hâlâ kazanacağım paranın hayalini kurarken günler geçiyor kış, bahara eriyordu. Soğan fiyatlarında bir kıpırdama yoktu.

Ankara Toptancı Hali’ne uğradım. Bir kilo soğan on kuruş olmasına rağmen yine de yüzüne bakan yoktu. Kamyon kamyon gelen soğanlar, bin bir nazla toptancılara indiriliyordu. Satıcıların bir kısmı kahrederek, soğanları indirip kamyonunu boşa çıkarabilmek için çabalıyordu. Bir kısmı da hale giriyor, soğan dolu çuvalları kamyondan boşaltmadan çıkış yapıyorlardı. Kabzımallar birbiriyle anlaşmışçasına soğancılardan kaçıyorlardı. Kampanya ile bedava soğan veren marketin adamları, yükünü boşaltmadan çıkan kamyon şoförlerini oyalayıp mazot parasına üstündeki yükü yıktırıyorlardı. Böylece üreticiye bir kuruş ödemeden alınan soğanlar market müşterilerine bedava dağıtılıyordu.

Nedense soğancılara pek yüz vermeyen toptancılar, patatesçileri çok seviyorlardı. Patates yüklü kamyonlar gelir gelmez simsarlarca çevrilip yükleri boşaltılıyordu. Patatesçiler de çok nazlıydılar. İki, üç aylık çek senet kabul etmeyip nakit para alamazlarsa dükkândan dışarı adım bile atmıyorlardı.

Bizim Gazanfer de bu yıl patatesçiler kervanına katılmıştı. Denizli’de kızının yanında torun seviyor sandığımız adam meğer Nevşehir’de patatesi üreticilerden tarlada, peşin parayla kilosu otuz kuruştan almıştı. Tonlarca patatesi Derinkuyu’daki mağaralara doldurmuştu.

Sezon başında pazarlarda kilosu elli kuruşa satılan nazlı patates, her gün elbise değiştirir gibi etiket değiştiriyor, fiyatı arttıkça artıyordu. Bir ara kilosu bir liraya satılırken, karın yağması elli kuruş daha zamlanmıştı. Sürümden kazanmak isteyen pazarcılar, insaflı tarafından dört kilosunu beş liraya satıyorlardı.

Patates fiyatları füze gibi yükselirken, soğan olduğu yere çakılıp kalmıştı.

“Yanlış yapmışsın Rıfkı Ağabey!” diyordu Gazanfer.

“Nasıl?”

“Bu yıl soğan almakla çok yanlış yapmışsın.”

“İyi de geçen yıl soğan çok iyi kazandırmıştı…” diyecek oldum,

“Geçen yıl geçti Rıfkı Ağabey. Bilmiyor musun bu ülkede işler el yordamıyla gider. Geçen yıl soğan iyi para ettiğinden bu yıl herkes soğan ekti. Arz talep diye bir şey var. Kim yiyecek o kadar soğanı. İnekler bile yemez. Geçen yıl geçti…”

Ben o kadar karamsar değildim. Yeni sezon ürününü soğanların tüketiciye ulaşmasına aylar var, bu arada belki ihracat da artabilir, diye düşünüyordum. Ümidimi koruyarak,

“Bakalım hele.” demiştim.

“Bakmakla olmaz ağabey. Bakmakla olmaz. Bakınca göreceksin. Görebilirsen, işte o zaman kazanırsın.”

Elin oğlu bu günden bir yıl sonrasını görüyordu. Bense önümü görmekten acizdim. Hata yaptığımı anladım ama iş işten geçmişti. Beklemenin anlamı yoktu. Yeni üretilen soğanlar pazara çıkmıştı. Depo ömrü dolan yüz yirmi ton soğanı depodan alarak imha etmem gerekiyordu. Çoğu üreticiler satamadıkları soğanları gizlice yol kenarlarına döküp oraları soğan çöplüğüne çevirirken ben, çevre kirliliği yapmasın diye Mamak çöplüğüne attırdım.

Emekli olurken kurduğum hayaller ve yaptığım hesaplar tutmamış soğan beni feci şekilde yakmıştı. Otuz yıllık ikramiyem, birkaç ayda kül olup gitmişti.

Büyük paralar kazanmayı umarken, soğan tarafından soyup soğana çevrildiğimi düşünüyor, depo ve nakliyecilere olan borçlarımı emekli maaşımla ödemeye çalışıyordum.

(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi, 20 Mart 2010)