Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz: Türkiye, Kırım Türklüğünün her türlü sorununa sahip çıkmalıdır
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Bölüm Başkanı, Türk Ocakları Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Öz, Türk Ocağının kuruluş döneminden bugüne geçirdiği merhaleler, günümüzde Türk Ocakları Genel Merkezi ve şubelerinin meydana getirdiği faaliyetler, Türk dünyası ile ilişkilerin seyri ve gelecek dönemde Türkiye'yi bekleyen jeopolitik zorunluluklar ekseninde gündemdeki hususlar, Kırım, Doğu Türkistan ve Kerkük gibi Türk dünyasının kanayan yarası olan coğrafyalardaki durum ve Ukrayna'da 3. yılını tamamlayacak olan topyekun savaşın seyri hakkında Kırım Haber Ajansına demeç verdi.
Türk Ocağı Esas Nizamnamesi'nde de geçtiği üzere temel gaye olarak eğitim ve kültürü öncelediklerini ifade eden Prof. Dr. Öz, bunun yanında Türkiye Cumhuriyeti'nde ve Türk dünyasındaki meselelere dair görüş ve önerileri, kamuoyu ile paylaştıklarının altını çizdi. Ayrıca, Türk Ocaklarının imkanlar ölçüsünde mazlum ve mağdur Türk yurtlarına dönük yardım kampanyaları yürüttüğünü ifade etti. Kırım Haber Ajansı Başeditörü Ömer Cihad Kaya ile yapılan mülakatta, Genel Başkan Mehmet Öz, "Türkiye olarak, bizim sadece Türk devletleri için değil mazlum kardeşlerimiz için de çok güçlü olma zorunluluğumuz vardır" değerlendirmesini yaptı.
Bir sivil toplum kuruluşu olarak Kırım, Doğu Türkistan ve dünya Türklüğüne dair meselelerde Türk Ocaklarının inisiyatif alması gereken, üzerine düşen görevleri yapmaya gayret ettiğini vurgulayan Prof. Dr. Öz, İsmail Bey Gaspıralı’nın ünlü ifadesiyle "Dilde, Fikirde, İşte Birlik" idealinin her alana yayılması gerektiğini dile getirdi.
Türkiye’nin en köklü sivil toplum kuruluşu ve Türk milliyetçiliğinin asırlık çınarı olan Türk Ocaklarının kuruluş felsefesini anlatabilir misiniz?
II. Meşrutiyet’in ilânıyla başlayan süreçte pek çok fikir akımı gibi Türkçülük de çeşitli dernek ve dergiler aracılığı ile fikir hayatındaki yerini aldı. Önceki dönemde gizli olarak veya yurt dışında faaliyet sürdüren Türkçüler dernekler kurmuşlardı. Ancak bunların yetersiz olduğunu düşünen ve bir yandan hekimlik öğrenimi görürken bir yandan da yurt ve millet sorunları ile ilgilenen 190 Askeri Tıbbiye öğrencisi, Türk milletinin karşı karşıya olduğu sorunların çözümü ile uğraşacak bir "gönüllüler kuruluşu" oluşturulmasına yönelik görüş alış verişini sağlamak için bir toplantı düzenleme girişiminde bulundu.
Bir gece Karacaahmet Mezarlığı’nda toplanıp seher vakti bir mektup kaleme alıp o zamanki vatanperver yazar, şair, fikir adamı ve ediplere gönderdiler. 24 Mayıs 1911’de bu mektubu yazan gençler Dr. Fuat Sabit (Ağacık) başkanlığındaki 21 kişilik bir girişimciler grubu oluşturdular ve ile ünlü Türkçülerden Mehmed Emin (Yurdakul), Akçuraoğlu Yusuf, M. Ali Tevfik (Yükselen), Emin Bülend (Serdaroğlu) ve Ağaoğlu Ahmed Beylerin katıldığı bir toplantı yapıldı. Türkçülük düşüncesini yayacak ve yaşatacak bir derneğin kurulması ve adının da "Türk Ocağı" olması, 3 Temmuz 1911'de yapılan bu toplantıda kararlaştırıldı. 190 Tıbbiyelinin Türkçü büyüklerine yazdıkları mektuptaki şu ifadeler o dönemdeki kuruluş amacını ve felsefesini yansıtır:
Türk kavmi, hayat-ı inkıraz yaşamaktadır. Buna seleflerimiz gibi lâkayt kalamayız. Hayat ebedî bir mücadeledir ve bu mücadelede muvaffakiyetin en büyük şartı, maarif ve mekteplerin galebesidir.
Bizler; kanun-ı tekâmüle riayet fikrinde musırr, ziraat, ticaret ve sanayi ile kazanılmış bir hâkimiyet-i içtimaiyeyi, kuru bir hâkimiyet-i siyasiyeye tercih etmekteyiz.
Nesl-i müstakbel temiz olsun; meskeneti günah, faaliyeti ibadet bilsin. Müteşebbis, kavi ve zî-servet olsun.
1912'de yayımlanan Türk Ocağı Esas Nizamnamesi'ne göre, Ocağın amacı, "Akvam-ı İslamiyenin bir rükn-i mühimmi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, içtimai, iktisadi seviyelerinin terakki ve i'lasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmak" idi. Dernek, amacını gerçekleştirmek için Türk Ocağı adı ile kulüpler açarak dersler, konferanslar, müsamereler tertip, kitaplar ve risaleler neşir edecek, mektepler açmaya çalışacaktı. Türk Ocağının amacına ulaşmağa çalışırken, "sırf milli ve içtimai bir vaziyette" kalacağı belirtilmekte, "Asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasi fırkalara hadim bulunmayacaktır" denilmekte idi. Bu da Türk Ocaklarının temel gayesi ve faaliyet alanı bakımından eğitim-öğretim ve kültür alanlarının odak noktası olarak tespit edildiğini göstermektedir.
Bu felsefe ile hareket eden Türk Ocakları günümüzde hangi çalışmaları yürütmektedir? Ne gibi faaliyetler ortaya koymaktadır?
Aradan geçen 112 yılda elbette şartlar çok değişti ama Türkiye’nin ve bütün Türklük aleminin çok önemli ve hayati meseleleri var. Türk milletini yükseltmek iddiasındaki Ocaklılar parti siyasetine karışmadan Türklüğün her yönden güçlenmesi için çalışmaktadır. Bu kapsamda ülkemizde şube ve temsilciliklerde düzenlenen konferans, panel, sempozyum vb. etkinliklerle Türk dünyasının meseleleri hakkındaki farkındalığı canlı tutmağa ve güçlendirmeğe çalışıyoruz. Gençliğe yönelik eğitim faaliyetlerine önem veriyoruz. Genel Merkezde ve bazı şubelerde yapılandırılmış akademi programlarının yanında kitap okuma, tartışma ve benzeri faaliyetler yapılmaktadır. Son dönemde gençliğimizde meydana gelen ümitsiz ruh haline dikkat etmemiz, gençlerimize sahip çıkmamız, onlara her türlü platformda yer vermemiz gerekiyor. Biz bu manada, her ayki haftalık programlarımızdan birinde kürsüyü tamamen gençlere bırakıyoruz.
Önemli konularda Türk Yurdu dergimiz özel sayılar çıkarmakta, çalıştay ve raporlar hazırlamaktayız. Örnek vermek gerekirse Cumhuriyet'imizin 100. yılına ithafen 4 özel sayı çıkardık. Ayrıca Türkiye’nin 12 temel meselesi hakkında uzmanlara hazırlattığımız raporları bir kitap halinde yayınlayıp Cumhurbaşkanı başta olmak üzere devlet ve hükümet yetkililerine, siyasi parti genel başlanlarına gönderdik. Kitap piyasada da var. Ankara’nın başkent oluşunun 100 ve 101. yılı vesilesiyle iki önemli Ankara kitabı yayımladık. Şubelerimiz de bu kapsamda önemli çalışmalar yapmaktadır.
Bir yardım kuruluşu değiliz ancak mütevazı imkanlarla ve gönüldaşlarımızın katkılarıyla Türk dünyasına, bilhassa mazlum ve mağdur Türk yurtlarına dönük yardım kampanyaları yürütüyoruz. Bu çerçevede; Suriye ve Iraklı Türkmen kardeşlerimizin, Kırım Tatar kardeşlerimizin zor günlerinde yanlarında olmaya çalıştık. Çin’in baskı politikasına karşı ülke sathındaki şubelerimizde faaliyetler yaptığımız gibi Doğu Türkistan’dan gelen kardeşlerimize el uzattık.
Particilik yapmıyoruz ancak Türk milliyetçisi olmamızın icabı, Türkiye’nin ve Türk yurtlarının her türlü sorunu hakkındaki görüşlerimizi kamuoyu ile basın açıklamaları ve sosyal medya paylaşımları şeklinde paylaşıyoruz. Bu manada, uyarı görevimizi bize yakışan bir üslupla yapmaya da özen gösteriyoruz.
Türk Ocakları olarak sadece Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili değil Türk dünyasıyla da ilgili faaliyetler yürütüyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti'nin Türk dünyasına bakışı sizce nasıl olmalıdır?
Türkiye’nin giderek çok kutuplu hâl almaya başlayan küresel siyaset şekillenmesinde Türk devletleri ve toplulukları ile olan ilişkileri, temkinli ama istikrarlı bir şekilde güçlendirmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bugünkü dünya konjonktüründe hem Türkiye hem de Türk dünyası için büyük fırsat ve imkanlar kadar çok önemli risk ve tehditler de vardır. Eski deyişle havf ile reca yani kaygı ile ümit arasındayız. Elbette, küresel siyasette büyük güç olmanın şartları var. Türk devletlerinin Çarlık ve Sovyet Rusya geçmişinden olduğu kadar jeostratejik konumlarından da kaynaklanan bir takım özellikleri var. Türkiye’nin de aynı şekilde hem geçmişinden hem bulunduğu coğrafyadan hem de halihazırda karşı karşıya olduğu etnikçi, bölücü terör tehdidinden dolayı bazı handikapları mevcut. Bununla birlikte Türk devletlerinin 30 yılı aşkın bir sürede aldıkları mesafeyi, Türk Konseyinin Türk Devletleri Teşkilatına dönüşmesini, Türkmenistan ve Macaristan’ın gözlemci üyeliğini, iş birliği alanlarının genişletilip derinleştirilmesini önemli ve kıymetli bulduğumu ifade etmek isterim. Dünyamızın nükleer silahların da işin içine gireceği bir vahim savaşın eşiğinde dolaştığını, küresel savaşta ABD ve Batı karşısında bulunan Rusya ve Çin’in kendilerine ait gerekçelerle Türk dünyası üzerindeki emellerine ulaşmak veya buradaki çıkarlarından vazgeçmemek için neleri yapabileceğini aklımızda tutarak Türk devletleri arasındaki birliği, kültürel ve iktisadi alanlardan askeri alana da taşıyabilecek bir stratejiyi inşa etmemiz gerekir.
Azerbaycan’ın Vatan Muharebesinde Türkiye Cumhuriyeti ile iş birliği bu sahada bir başlangıç olabilir. Burada dikkat etmemiz gereken can alıcı nokta şudur: Türk devletleri ile Türkiye’nin ilişkisi kardeşler arası bir iş birliğidir. Elbette her ülkenin kendi öz çıkarları önemlidir, başka devletlerle ilişkilerde bazı farklılıklar olabilir ancak bunları ilişkilerimizi germesine asla izin vermemeliyiz. Türkiye olarak, bizim sadece Türk devletleri için değil mazlum kardeşlerimiz için de çok güçlü olma zorunluluğumuz vardır. Maalesef enerjimizin önemli bir bölümünü gereksiz ve faydasız iç kavgalarla tüketiyoruz. Tarihin ve mevcut konjonktürün bizi adeta mecbur ettiği Türk birliği istikametinde daha ileri adımlar da atabilirdik. Türklük bilinci yüksek, adanmış am aynı zamanda akıl ve tedbiri elden bırakmayan kadrolarla Türk devlet ve toplulukları ile ilişkilerimizi çok daha ileri noktalara taşımalıyız. Sözün özü Türkiye, uluslararası arenada bundan sonraki siyasetini Türk dünyasını odağa alarak geliştirmelidir.
Türk dünyasında günümüzde pek çok meydan okumalara şahit oluyoruz. Kırım, Kerkük, Doğu Türkistan günümüzde en problemli ve acil çözüm bekleyen coğrafyalar. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Maalesef başta saydığınız bölgeler olmak üzere Türklük aleminde sıkıntı, baskı ve zulüm altında yaşayan kardeşlerimiz çok. 1944’te komünist Çar Stalin’in gadrine uğrayan Kırım Türkleri ve Ahıska Türkleri başta olmak üzere kardeşlerimizin sıkıntıları süreç içinde hafifleme eğilimi gösteriyorken; Stalin siyasetinin çağdaş temsilcisi Putin, Kırım Tatar Türklerini bir kez daha yurtlarından etti. Kırım’ın yasa dışı ilhakı, Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanımadı. Türkiye Türkleri olarak bu konuda asla geri adım atmamalıyız. Kırım Tatarlarının vatanının Ruslaştırılması ve Türklerin vatanlarından edilmeleri çok üzücü ama Mustafa Aga (Kırımoğlu) gibi hiç yılmayan, yıkılmayan büyük bir lidere sahip olan kardeşlerimizin mücadeleyi bırakmadan er geç Vatan Kırım’da hür ve bağımsız yaşayacağı günleri görmek nasip olur inşallah.
Doğu Türkistan’a gelince, 1880’lerdeki işgalden 1949’a kadar büyük mücadelelerle yurtlarında bağımsızlık savaşı veren ve 1933 ve 1944’te iki kez Cumhuriyet kuran kardeşlerimiz, Komünist Parti altında katliamlara ve yurtlarının Çinlileştirilmesine maruz kaldı. Son 8 yıldır da eşi görülmemiş post-modern bir soykırım uygulamasına maruz bırakıldı. Türkiye, zaman zaman bu konuda cılız açıklamalar yaptı ancak Çin’in ekonomik gücü dolayısıyla maalesef Türk devletleri, Doğu Türkistan meselesinde kardeşlerimizin acılarını dindirecek bir şey yapamadı. Biz bir sivil toplum kuruluşu olarak bu konuda üzerimizi düşeni yapmaya çalıştık, çalışıyoruz ve çalışacağız.
Kerkük başta olmak üzere Türkmeneli coğrafyasında da maalesef kardeşlerimiz içinde yaşadıkları devletin kurallarına uygun davranmakla adeta cezalandırılmaktadır. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde oluşan/oluşturulan yapılar buradaki demografiyi değiştirip Türkmenleri asli yurtlarında azınlık konumuna düşürmektedir. Türk devletini yönetenler bilmelidir ki; Irak Türklüğüne, Suriye Türklüğüne sahip çıkmak bizim için sadece kardeşliğin değil aynı zamanda Türkiye’nin beka meselesinin de vazgeçilmez bir icabıdır.
Rusya’nın Kırım’daki işgali 11. senesine yaklaşıyor. Kırım’da her gün alıkoymalar, zorla askere almalar ve çeşitli baskılar yaşanıyor. Rus zulmünün en büyük odağı da Kırım Tatar halkı oluyor. Kırım’daki süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye bu noktada hangi adımları atmalıdır?
Türkiye, Kırım’ın ilhakını tanımama politikasını devam ettirmekle kalmamalı, Kırım Türklüğünün her türlü sorununa sahip çıkmalıdır. Bu bizim için tarihî, millî ve insanî bir vazifedir. Kırım Tatar kardeşlerimizin uğradığı zulümler, habersiz gözaltılar, işkenceler hakkında başta ajansınız olmak üzere Türk dünyasından haber veren mecralarda pek çok haber okuyoruz. Devlet yetkilileri, uluslararası hukuk ve insan hakları çerçevesinde bunlarla ilgilenmelidir. Devletimizin bu konuda, eksikler olsa da çalıştığını söyleyebiliriz. Kırım’ın tekrar eski statüsüne kavuşması tabii şu sırada devam eden savaş dolayısıyla masada konuşulacak bir durumda değil ama ileriye dönük olarak bu konuda yapılabilecekleri şimdiden planlamak, hazırlık yapmak zorundayız. Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu başta olmak üzere Kırım Türklerinin önderleri, Türk devlet yetkilileri tarafından sadece sembolik ziyaretlerle ağırlanmamalı, onlara konumlarının gereği yüksek itibar gösterilerek Rusya’ya gerekli mesaj verilmelidir. Dünya politikası dengesinde Türkiye’nin Çin gibi Rusya Federasyonu ile de belirli alanlarda ilişkileri elbette olur ancak bunların gerçekten mütekabiliyet esasına müstenit olması icap eder. Bunun yanında Kırım Tatarları ve Rusya Federasyonu içindeki diğer Türk halklarının meselelerini de sahiplenmek bizim tabii görevimizdir. Türkiye bu manada, Kırım’da işgalin sonlanması perpektifini korumalı, halen Kırım’da yaşayan kardeşlerimizin sorunlarıyla yakından ilgilenmeli, Ukrayna’da yaşayanlara da her açıdan yardımcı olmalıdır. Biz Türk Ocakları olarak, sembolik de olsa gerek yardım gerekse kurban kampanyalarımızda kardeşlerimizi asla unutmuyoruz.
Ukrayna’da 24 Şubat 2022’den bu yana Rusya'nın başlattığı topyekun bir savaş yaşanıyor. Başta soydaşlarımız olmak üzere pek çok sivil bu durumdan zarar gördü. Ukrayna’da savaşın 1000. günü geride kaldı. Savaşın seyri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Savaş patlak verdiğinde bazı uzmanlar, Rusya’nın kısa sürede işi bitireceğini söylüyordu. Ukrayna’nın üç yıla yaklaşan direncini sadece Batılı ülkelerin silah ve mühimmat desteği, Batılıların Rusya’yı uğraştırmak için Ukrayna’yı kullandığı şeklinde izah etmek mümkün değil. Ukrayna hem kendi milli bağımsızlığına sahip çıkma azmini hem de Rusya’nın nükleer silah kullanmadan yapabileceklerinin sınırını göstermiş oldu. Temennim, savaşın nükleer boyuta varmamasıdır. ABD başkanlık seçimlerini Trump’ın kazanması ile yapılan değerlendirmelerde, kısa sürede değilse de belirli bir süreç içinde atılacak adımlar ve yapılacak hamlelerle hem Ukrayna’nın hem de Rusya’nın yenilgisi olarak yorumlanamayacak bir orta yolla barış yapılabileceği konuşuluyor ancak şartların ne getireceğini kestirmek kolay değil. Trump yönetiminin muhtemel savaşı bitirme ısrarı, Ukrayna halkının savaşa dair algısı, ülkenin özellikle doğu bölgelerinde artan savaş yorgunluğu ve barış talebi, kış aylarının getireceği zorlu koşullar Ukrayna hükumetini barışa zorlayabilecek faktörler. Putin’in ileri sürdüğü şartların büyük kısmının kabul edilmesi ABD açısından mümkün değil. Küresel egemenlik mücadelesinin önemli bir sahnesi olan Ukrayna’da savaşın geleceğini dünya çapındaki çatışma ve ihtilaf konularında meydana gelebilecek ani patlamalar da etkileyebilir.
Türkiye Cumhuriyeti, Türk dünyasının lokomotifi, itici gücü konumunda. Fakat, Türkiye Cumhuriyeti’nin sadece dışarda değil içerde de çözüm bekleyen sorunları var. Bu anlamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölge jeopolitiği anlamında riskleri ve tehditleri sizce nelerdir?
Türkiye, tarihi, maddi ve manevi güç kaynakları, yetişmiş insan gücü ile önemli bir bölge gücüdür. Tarihsel hafızamızda duran cihan devleti olma özelliğimiz, Batı ittifakının kurumlarındaki pozisyonlarımız, Rusya ve Çin ile ilişkilerimiz, İslam ülkeleri ve Türk devletleri ile bağlarımız bizim için hem büyük imkanları barındırıyor hem de riskleri içeriyor. Türkiye’nin büyük bir güç olmasını ne Batılı sözde müttefikleri ne de Rusya ve Çin gibi küresel güç savaşçısı devletler ister. Arap devletlerinin büyük kısmı ve İran da Türkiye’nin kendilerini kontrol edebilecek ya da yönlendirecek güce sahip olmasını arzu etmez. Bunlar tabiidir. Asıl mesele bizim kendi üzerimize düşeni yapmamızdır. Kırk yıldır fiilen karşı karşıya olduğumuz bölücü terör büyük ölçüde içimizdeki sıkıntıları, tabir caizse yumuşak karnımızı istismar eden dış odaklarca sürekli destekleniyor. Dünün Marksist PKK’sı bugün ABD başta olmak üzere kapitalist Batılı güçlerin desteği ile Suriye’nin kuzeyinde devlet kurmaya çalışıyor. Suriye’de tamamen farklı pozisyonda görünseler de ABD ve Rusya’nın Türkiye’nin tehdit olarak gördüğü Suriye PKK’sı PYD’nin kontrol ettiği alanın gelecek statüsü hakkında örtük bir mutabakat içinde oldukları anlaşılmaktadır.
Bir başka önemli risk unsuru sığınmacı ve düzensiz göçmen meselesidir. Yanlış Suriye politikasının üzerine, Geri Kabul Anlaşması, kevgire dönen sınırlardan düzensiz göçmenlerin istilası sadece demografik yapıya bir tehdit değil aynı zamanda ülke güvenliği açısından da büyük bir risk unsurudur. Türkiye’nin sığınmacı ve göçmen meselesinden bağımsız olarak ciddi bir nüfus meselesi de vardır. Aile kurumunda yaşananlar, doğurganlık oranının nüfusu yenileme eşiğinin çok altına düşmesi, eğitimli insanların başka ülkelerde iş bulup yaşama eğiliminde olması vb. hususlar da ülkenin beka meselesinin çok önemli unsurları olarak ele alınmak ve bu konularda acil eylem planları yapılmak zorundadır.
Bilindiği üzere, son dönemde Türk Devletleri Teşkilatına üye ülkeler arasındaki iş birliği ve ortaklık gelişim göstermektedir. Bu gelişimi nasıl yorumlarsınız? Türk Devletleri Teşkilatı, kültür ve medeniyet dünyamızda devleti olmasa da varlık mücadelesi veren Türk topluluklarının yaşadığı sorunlara da temas etmesi ve inisiyatif alması gerekmez mi?
Kesinlikle evet. Esasen daha önce de bunlara değindim. Türk Devletleri arasındaki ilişkilerin giderek hem genişlediğini hem de derinleştiğini görmekteyiz. Dünya konjonktürüne ve ülkeler arasındaki hassasiyetlere özen göstererek bunu daha da ileri taşımak İsmail Bey Gaspıralı’nın ifadesiyle "Dilde, Fikirde, İşte Birlik" idealini her alana yaymak zorundayız. Türk devletlerinin varlık mücadelesi veren kardeşlerimizin sorunlarıyla ilgilenmesi de şarttır. Uluslararası örgütler içinde giderek önem kazanan Teşkilat, TÜRKSOY gibi kuruluşların bu topluluklarla ilgili faaliyetlerini daha fazla desteklemek durumundadır. Tabii bunu layıkıyla yapabilmemiz için Türk devletleri olarak ekonomik ve askeri açılardan kaale alınması gereken bir güce erişmemiz şart. Türk devletlerinin doğal kaynak zenginlikleri hep birlikte büyük bir sıçrama yapmamız için bir imkan olarak var. Birlik olmak, kardeşlik şuurunu gerektirir. Kardeşlik şuuru da mazlum ve mağdur kardeşe sahip çıkmayı.