HARMAN YERLERİ SAP ÇEKME VE DÖVENLER
Çiftçilerin genellikle her yıl kullandıkları harman yerleri vardı. Genellikle hayır olarak bağışlanan harman yerlerinin tapuda da özel kişilikten tüzel kişiliğe aktarılması yapılır, sonraki kuşaklar kesinlikle buralarda hak iddia edemezlerdi. Hayırsever hemşerimiz bağışladığı harman yerine genellikle bir de kuyu yaptırırdı. Bundaki amaç da harman yerinde çalışanların su ihtiyaçlarını buradan karşılamasıydı. Kuyunun da yapımıyla hayrın eksiğinin tamamlanacağına inanılırdı. Kasabamızın çok yerinde taban suyunun yakın olmasına karşın Ardıçaltı bölgesinde taban suyu çok derinlerdeydi. Ama bu derinlik hayırseveri yıldırmaz, yine de bütün zorluk ve tehlikelerine rağmen buralara da kuyu açılması sağlanırdı. En derin kuyular da Ardıçaltı bölgesindeydi. Buradaki kuyulara bir urgan yetişmezdi ve adını da derinliğinden dolayı “Uzunkuyu” olarak almıştı. Taban suyunun yakın olduğu yerlerdeki diğer kuyuların derinliği pek fazla olmazdı.İnceyol üzerinde bizim kullandığımız Mıncıraklı Harmanyeri (şimdi Demirezenler Camii’nin bulunduğu yer), İnceyol Harmanyeri, Kuyusuz Harmanyeri,Çemberlikuyu Harmanyeri (şimdi doktorlar sitesi var) vardı.İnceyol Harmanyeri birbirine ekli üç ayrı harmanyerinden oluşurdu ve toplam alanı 25-30 dekar gelirdi.İnceyol’un Bucak tarafındaki sonuna doğru Körkuyu Harmanyeri vardı. Turba’da Turba Harmanyeri(şimdi elektrik trafosu, tütün hangarları var) eski mezarlığın bitişiğinde bulunurdu ve çok geniş bir alandı. Hacıhüseyin Musluğu Harmanyeri(şimdiki Hacısarılar Camii’nin bulunduğu yer)Fidançıtlık yoluyla Kirişburnu’ndan gelen yolun kavuşum yerindeydi. Burada yağmurlu günlerde sığınılacak tek odalı küçük bir yapı da vardı. Çünkü yakın çevrede sığınılacak hiçbir ev yoktu.Buradan batıya doğru devam edildiğinde Hacıhayta Kuyusu Harmanyeri vardır.Sol tarafa sapan yolun üzerinde tarihi Çift Kuyusu Harmanyeri bulunmaktadır.Söğütlümusluk Harmanyeri(şimdi Belediye asfalt ve bordür imalat şantiyesi),Dikilitaş Harmanyeri (şimdi mezbaha),Kızılciğer Harmanyeri(şimdi TÜV),Bağbaşı Harmanyeri(şimdi yola katılmış) eski harmanyerlerindendi. Mustafa Konu Caddesi’nin devamında anayolun batısında Hacıbekir Kuyusu Harmanyeri(halen mevcut),Osmancık Kuyusu Harmanyeri(halen mevcut),Bileller Burnu Harmanyeri(halen mevcut)o dönemin harman yerlerindendi. Ama yine de harman yeri bastırma işi gerçekleştirilirdi. Bazen de harman yerini kullanmaktan dolayı kavgalar da olurdu. Burada o dönemde çalışan çiftçilerin kullandıkları diğer harman yerlerini de belirtmekte yarar olduğu düşüncesinden hareketle buraya koymak istiyorum:
Süleyman Demirel Bulvarı üzerinde eski Belediye Kantarı’nın bulunduğu yer ve karşısı Ecekuyusu Harmanyeri’ydi. Yalnız Evi’n dibinden eski Bucak-Kahveler yolu geçerdi. Bu yolun üzerinde Yalnız Ev’in hemen doğusunda Derviş Harmanyeri (Şimdiki Vergi Dairesi Müdürlüğü lojmanının güneyi) çok büyük bir harman yeriydi. Bulvarın Kahveler’e kavuşmasına az kala Kervan Caddesi’yle bulvarın güneyden kavuşum noktasında Cıllılar Harmanyeri vardı. Şimdiki stadyum’un bulunduğu yerde çok geniş Külcüler Harmanyeri bulunmaktaydı. Zeliha Tolunay meslek Yüksek Okulu’nun bulunduğu yerde ilçemizde çok eskiden yaşayan gayrimüslimlerin mezarlığı olup daha sonra harman yeri olarak kullanılan Maşat Harmanyeri vardı.(Maşatlık: Gayrimüslim mezarlığı)
İncirdereköy yolu üzerinde şimdiki İsmail ve Şerife Sarı Rehabilitasyon Merkezi’nin bulunduğu yerde Çukuryer Harmanyeri vardı. Hatta bu harman yerinde yağmurlu günlerde sığınılacak tek odalı küçük bir yapının olduğunu da hatırlıyorum. Çünkü burada da yağmurlu günlerde sığınılacak hiçbir ev yoktu.İncirhan tarafında şimdiki güreş ve piknik alanı da İncirhan Harmanyeri adıyla anılan çok geniş bir harmanyeriydi.Arabamızla Yörük Ahmet adlı dostumuzu ziyaret için bu harmanyerine geldiğimizi hatırlıyorum. Yörük Ahmet’in öküzleri vardı ve henüz samanını taşıyamamıştı.O gün anam ve bizler orada oturadururken ağabeyim(Ö.Konu)le Yörük Ahmet hızdan kazanmak için bizim arabaya saman doldurarak Çardakderesi’ndeki evlerine atıp gelmişlerdi.
Kırançay’da geniş Kırançay harmanyeri’ni hatırlıyorum. Bu yolun devamında Mekecik Harmanyerleri ile Yağmuracı Harmanyeri vardı. Tahtaköprü’de Tahtaköprü Harmanyeri bulunuyordu.
Kahveler’den Köylere giden yol üzerinde de pek çok harman yerinin olduğunu hatırlıyorum. Bunları Kahveler’den başlayarak sırasıyla saymak gerekirse Kahveler’den yaklaşık olarak üç yüz metre sonra sağ tarafta bulunan Cıkcık Harmanyeri halen mevcuttur. Daha sonra Kadın Kuyusu Camii’nin bulunduğu yerde Kadın Kuyusu Harmanyeri vardı. Daha sonra gelen tarihi Döşeme Yol ile köy yollarının güneyden kavuşum noktasında Zincirlikuyu Harmanyeri bulunuyordu. Bundan sonra devam eden yolda halen mevcut durumda bunan sırasıyla Sandıklıkuyu Harmanyeri, Erkeç Harmanyeri, Cevizler Harmanyeri’nde harmanların işlendiğini hatırlıyorum. Aynı yol üzerinde Kızılbucak Harmanyeri ile Burunucu Harmanyerleri de halen mevcuttur.
Kademli Harmanyeri’nin bugünkü durumu
Köy yolları üzerindeki Kurupınar’dan sola saptıktan sonra Kademli Harmanyeri’ne ulaşılır. Burada yol ikiye ayrılır, biri dosdoğru Gedikyolu’na gider. Sol taraftaki yolun üzerinde Molla Abdullah Kuyusu Harmanyeri bulunmaktadır.
Fatih Caddesi Antalya-Burdur karayolunu aştıktan sonra batıya doğru devam eder.Bu yolun üzerinde Kara Ali Kuyusu Harmanyeri ile Zeren Kuyusu Harmanyerleri bulunmaktadır.
Deliktaş yoluna sapıldıktan yaklaşık olarak üç yüz metre sonra Döl Kuyusu Harmanyeri vardır. Bu harman yerinde sıra sıra harmanların olduğunu hatırlıyorum. Buradan devamla ileride Karanlıkdere Harmanyeri,,Carım Musluğu Harmanyeri vardı. Carım Musluğu’nda da yağmurlu günlerde sığınılacak tek odalı bir sığınak bulunuyordu. Carım Musluğundan daha sonra Senekçi Kuyusu Harmanyeri yer alır. Aynı yoldan dosdoğru gidildiğinde Aladağ’ın güneybatı ucunda yol kavşağında Bozburun Harmanyeri vardır.
Bu harman yerinde yıllar önce Hasan Dede’min kocaman göbekli bir harmanı varmış. Günlerce öküzle sürmüş, tınaz yapmış ve rüzgârlı bir günde savurmaya başlamış. Akşama kadar rüzgâr hiç kesilmemiş, o da tınazı savurmuş, bitirmiş. Çıka çıka beş kile deli yulaf olmuş. Meğerse başakların içi hep boşmuş.
Bozburun ‘dan aşağıya yol devam eder. Bir yol da sola sapar. Soldaki yolun üzerinde yüz metre sonra Kelleci Kuyusu Harmanyeri yer alır. Daha ileride Yaymalkuyu Harmanyeri vardır. Doğru giden yolun üzerinde ise Veli Kuyusu Harmanyeri vardır.
Geride Bozburun ve beride Bozburun Harmanyeri
Bozburundan bir yol da sağa saparak devam eder. Bir kilometre sonra İlmelitepe’den batıya dönen yolun üzerinde yaklaşık olarak 1,5km sonra Yörük Kuyusu Harmanyeri vardır. Bozburun’dan gelen yola devam edilirse az önce belirtilen Molla Abdullah Kuyusu Harmanyeri’ne ulaşılır.
Bullacık Burnu’ndan(Portsan’ın olduğu yer)batıya giden yol 50m.sonra ikiye ayrılır. Sola giden yolun üzerinde Taşkuyu Harmanyerleri bulunur ki çok geniştirler. Doğru giden yolun üzerinde ise Sağır Ahmet’in Harmanyeri bulunmaktadır. Dölkuyusu’ndan gelen yol ile birleşen bu yoldan sola dönüldüğünde Koca Harmanyeri’ne ulaşılır ki “eşkıya” Kocabacak Oğlu Mehmet öldürülmeden önce bir süre burada konaklamıştır. Buradan devam edilince Deliktaş Sarnıcı’na ulaşılır. Bozburun ile sarnıcı birbirine bağlayan Değirmenciyolu üzerinde de bir harman yeri vardır.
Deliktaş Sarnıcı’ndan Kikez’e giden yol üzerinde Kirazkuyusu Harmanyeri bulunmaktadır. Kikez’de Kikez Harmanyeri vardır.
Susuz yönünden Kızılsu Arkı boyunca gelen yolun üzerinde Aladibeklikuyu Harmanyeri bulunmaktadır.
Köprübaşı’nda(şimdiki Bölge Trafik Denetleme İstasyon Amirliği’nin bulunduğu yer) Köprübaşı Harmanyeri ile Sarnıç Burnu Harmanyeri vardı.
Antalya-Burdur karayoluna paralel olarak Köprübaşı’ndan ayrılarak Bullacıkburnu’na doğru giden eski yol üzerinde Hacılımusluğu Harmanyeri vardır. Daha ileride de Eskiköy Harmanyeri bulunmaktadır.
Son olarak Organize sanayi içinde kalan Kızılkuyu Harmanyeri ile Akçakilise Harmanyerleri’ni sayabiliriz.
Görüldüğü gibi Bucak toprakları içinde pek çok harman yeri vardı. Bu harman yerlerinin tamamı geçmişte dolu dolu kullanılmıştır.
Temmuz ayı ortalarına kadar süren orak işi bitince atlar ve öküzler sapa koşulurdu. Sap çekmeye başlamadan önce arabanın tekerleklerini bir iki gün birkaç kere sulayıp ıslatırdık. Çünkü yaz sıcağıyla kuruyan tekerleğin ahşap kısmı çeker, dışındaki ketez denilen demir çember bol gelerek çıkabilirdi. Ketezin çıkması demek tekerleğin dağılıp gitmesi demekti. İşte biz tekerleği sulayarak şişmesini sağlar, ketezin çıkıp gitmesini engellerdik. Bir kere sulamak da yetmezdi. Sap çekme işinin yapıldığı günler boyunca tekerlekler akşamdan mutlaka sulanarak ıslatılırdı. Bunun yanında sap dolu araba boşaltılınca atlar sulanmak için kuyunun başına getirildiğinde tekerlekler de bir kere daha sulanırdı. Kağnıyla ekin taşıyacak olanlar da kağnılarını hazırlarlardı. Onar da kağnının kanatlarını takarlar, o kocaman tekerleklerin milini yağlarlardı.
Bastırıklarla belirlenen harman yerlerine tarlalardaki ekin saplarının hepsi taşınmaya başlanılırdı. Her bastırığın üzerine bir harman atılırdı. Sap taşımaya uzaktaki tarlalardan başlanılır, yakına doğru gelinirdi.
Bir kişi arabanın ya da kağnının üstünde çalışır, bir kişi de yığındaki ekin saplarını üç parmaklı dirgenle arabaya atardı. Arabanın üzerinde çalışan kişi gelen sapları düzenler ve yığar, çiğnerdi. Yığın bitince araba öteki yığına çekilir ve aynı işleme devam edilirdi. Biten yığının altı ise dergiyle hiç başak kalmamacasına dergilenirdi. Dergileme işini ise genellikle yeni yetişip gelen bir çocuk üstlenirdi. Tabiidir ki dergileme işini genellikle biz çocuklar üstlenirdik.Çocuk yoksa sapı arabaya veren yığın bitince dergileme işini de yapardı.
Dergi
Araba üzerinde belli bir yüksekliğe ulaşan ekin sapının en üstüne boydan boya ve enlemesine bağlayıcı desteler konurdu. Arabanın veya kağnını önüne bağlı olan uzun urganın ucu sap üzerine atılır ve bu bağlayıcı destelerin üzerinden götürülerek arkada bağlı olan “eyef”ten geçirilirdi. Sonra yukarıda yapılan ilmikten de geçirilip güzelce sıkıştırılır ve bağlanırdı.(Eyef: Her kağnı ve at arabasının arkasında yaklaşık olarak iki metrelik bir ipin ucuna bağlı olan ağaç veya demir halka.)Dirgen ve dergi genellikle arabanın arka tarafında sapa yatay olarak 40 derecelik eğimle saplanır ve gidilen yere taşınması sağlanırdı. Dergi ve dirgenin de sapa saplanmasıyla tarladaki işlem biter ve harman yerine doğru yola çıkılırdı. Çalışanlar at arabasının üzerine çıkar, otururlardı. Sap yüklü arabanın üzerinde gitmek insana ayrı bir duygu verirdi.
Eyefler
Bir yaz günü babam ve anamla birlikte at arabasıyla sap getirmeye gittiğimi çok iyi hatırlıyorum. Arabayla Aladağ’ın güney tarafındaki Deliktaş yolundan ilerleyerek Aladağ’ın batısında bulunan Kocahacıkuyusu Mevkii’ndeki tarlaya gitmiştik. Babam üç parmaklı dirgenle desteleri arabanın üzerine verdi, anam da bir güzelce yığdı. Ben de yığınların altını dergiledim. Araba yeteri kadar dolunca babam urganla sapı iyice sıkıştırıp bağladı. Benim arabanın üzerine çıkmama yardım etti. Biraz zor da olsa sapın üzerine çıkıp oturdum. Daha sonra babam da tırmanarak sapın üzerine çıktı. Bana sapın ortasından geçen ipe tutunmamı öğütlemişlerdi. Bu ipe tutunursam araba kesiklerden falan atlarken düşmezdim.
Geriye dönüşümüz geldiğimiz yoldan değil de değişik bir yoldan oldu. Beni gezdireceklerini söylemişlerdi. Babam arabayı kuzeye doğru sürdü. Giderken gördüğüm yerleri ben soruyordum onlar da cevaplıyorlardı. Kademli yolundan gittiğimizi hatırlıyorum. Daracık Kademli köprüsünü geçtikten sonra Kurupınar’ın da üzerinde bulunduğu köylerin yoluna ulaştık. O zaman henüz asfaltlanmamış olan beyaz “çiy” yoldan gittiğimizi hatırlıyorum. Aladağ’ın ucuna geldiğimizde babamın “buraya Ergenliburun denir” sözünü çok iyi hatırlıyorum. Uzaktan Kızılbucak’ın evlerini göstermişlerdi. Hatırladığıma göre Kızılbucak’ta yaklaşık olarak on-onbeş kadar ev vardı. Babam Aladağ’ın bir sonraki ucuna da sadece Burunucu demişti. Erkeç Harmanyeri’ne geldiğimizde babam harman yerindeki kuyudan su çeken Erkeç Mehmeti(İleri)’yle selamlaşmıştı. Bir yandan da oraların adını hep söylemişti. Sonra Kadınkuyusu’na geldik. Babam bir dut ağacının altında arabayı durdurdu ve dutun bir-iki dalını “hışkala”dı. Sapın üzerine tıpır tıpır dutlar döküldü. Sonra giderken bu dutları yediğimizi ve dutların çok “tatlı” olduklarını hatırlıyorum. Bu yolculuğumdan o güzergâhtaki harman yerlerini dolduran harmanlar, harman yerlerinin bir köşesinde gölgelenmek amacıyla dallarla, otlarla yapılmış olan dört dikmeli küçük çardacıklar, dövene koşulu yorgun bitkin öküzler hafızamda yer alan gün gibi taze görüntülerdir.
Kademli Köprüsü
1960’lı yıllarda kasabamızda bulunan çiftçilerin çoğu öküzle işlerlerdi. At arabası olanlar bahtiyar ve zengin sayılırdı. Sabahın çok erken bir vaktinde tarlaya doğru yola çıkan kağnıların o özel gıcırtıları sabah sessizliğini doldururdu. Bu gıcırtıların arasına ise daha çabuk, arka arkaya çıkıveren araba sesleri karışırdı. Kağnının yedeğine oturan sürücü elindeki övendireyi öküzlere mudullar ve çıkardığı “hooohaaah” sesiyle onları hızlandırmaya çalışırdı. Aynı kağnılar öğleye doğru ancak seferini tamamlamak için harman yerine yaklaşırdı. Kağnının sürücüsü kesinlikle kağnının yan tarafında yürür, elindeki övendireyle sıcaktan ve yoldan yorulmuş bitkin öküzlere mudullamak kastıymış gibi anıtlar, onların son bir gayretle yürümelerini sağlamaya çalışırdı.
At arabaları kağnılara göre çok hızlı taşıtlardı. Süratten ve taşıdıkları yükün fazlalığından arabalar kağnıya göre daha kazançlıydılar. Ama dikkatli kullanılmaları gerekiyordu. Ne kadar yüklersen yükle kağnılar kesinlikle devrilmezlerdi. Ancak çok dik bir yere çıkarmaya çalışırsan o zaman kağnının yedeği öküzlerden kurtularak yukarıya doğru kalkabilirdi. Bunun dışında kağnıların devrildiğine hiç şahit olmadım. Ama pek çok ekin sapı yüklü at arabasının devrildiğini çok iyi hatırlıyorum.
At arabası modeli
Babamla birlikte çalışan rahmetli Mehmet Hayta iki seferlik ekin sapını bir seferde getirmek istemiş, arabanın kanatlarından yukarıya dirgen yetişmeyinceye kadar sapı arabanın üstüne vermişti. Yavaş yavaş harman yerinin yakınına kadar gelen o yüksek yüklü araba tekerleğin birinin yumruk kadar bir taştan atlamasıyla birlikte dengesini kaybetmiş ve devrilmişti. Üzerindekiler harımdan içeriye yuvarlanıp gitmişlerdi. Devrilen bu arabanın sapları biraz da karışmış ve harman yerine üç seferde ancak taşınabilmişti.
Şimdiki Fatih Caddesi’ne İnceyol denirdi. Gerçekten de yol adı gibi çok inceydi. İki araba karşılaşsa biri mutlaka kesiklerin tepesine çıkarak öbürüne yol vermek zorunda kalırdı. İnceyol’un batıdaki bitimine doğru Topakyer denilen bölgesi biraz çukurdu ve su birikirdi. Yağmurlar çok olduğunda bazen Topakyer’in suyu yolun bir bölümünü de kaplardı. Çiftçiler çamur olan bu bölümden etkilenmemek için kesik başına çıkarlar ve arabalarıyla oradan gide gide yeni bir yol oluştururlardı. Yolun çamuru orak ve sap zamanına kadar geçmediğinden kesik başındaki bu yol sap zamanında da kullanılırdı. Yol kesik başına tırmanırken kısa ve eğimli bir halde olurdu. İşte bu bölüm sap çeken arabalar için korkulacak bir nokta olurdu. Sürücü eğime dikkat etmez ya da hesaplayamazsa ve hızlıca buraya arabasını sürerse araba mutlaka devrilirdi. Ayrıca çok sap yüklenen havaleli de denilen sapla yükselen arabalar da burada mutlaka devrilirlerdi.
Düz yolda da çok yüklü arabaların devrildikleri olurdu. Mıncıraklı Harmanyeri’nde bir akşamüstü gözümüzün önünde komşumuz Bektaş Dayı’nın arabasının devrildiğini çok iyi hatırlıyorum. Antalya-Burdur karayolundan gelip İnceyol’a doğru koşan atların bağlı olduğu araba harman yerinin sonuna doğru varınca birden devriliverdi. Arabadaki saplar bizim harmanın üzerine yığıldı. Bektaş Dayı sapların arasından önce çıktı, hemen sağ kolunu çıktığı yere uzattı saplarn içine soktu. Oğlu Mehmet ağabeyi de çekip çıkardı. Üst başlarını silkelediler. Orada bulunan herkes hemen koşup varıverdik. Bektaş Dayı’nın bağrından yaralanmış o halini yıllar sonra bile bugün gibi hatırlıyorum.
Topakyer’de birkaç tane sap arabasının devrildiğini de çok iyi hatırlıyorum. Sap arabasının devrilmesi sahibine utanç verirdi. Utancın yanında dayaması veya kanat yapraklarından bir kaçı kırılan arabanın bir sürü işin arasında onarılması çok zor gelirdi. Yoldan geçen muzip insanların yan yatan veya kapanan arabanın boşa çıkan tekerleklerinden birini döndürerek “Değirmen mi kurdun arkadaş? Unu kaça öğütüyorsun” demesi veya “burayı harman yeri mi sandın komşu?” demesi araba sahibini çileden çıkarırdı. Öyle ki bu hareketi yapanlara küfürler bile savuran araba sahipleri olurdu. Bunun yanında bu sözlere gülüp geçenler de olurdu.
Bir seferinde Topakyer’de bir sap arabası devrilmiş, biz çocuklar da koşuşarak yanına varıvermiştik. Adamcağız önce atları arabadan kurtardı. Sonra arabanın orasına burasına bakmaya başladı. Biz de seyrediyorduk. Bir ara arabaya yaklaştığımı ve boştaki arka tekerleği döndürdüğümü hatırlıyorum. Ağabeyim veya orada bulunan birisinin arabacı görmeden beni bu hareketimden dolayı azarladığını, tekerleği durdurduğunu ve beni kenara çektiğini hatırlıyorum. Sonradan öğrendim ki gerçekten de devrilen arabanın tekerleğini döndürmek çok yanlış bir davranışmış.
Babam gibi bazı büyük çiftçiler ise tarlalara yakınlığından dolayı iki yere harman atarlardı. Böyle atılan harmanlara “atanak” denirdi. Babamın Dikilitaş ve Kızılciğer harman yerlerine değişik yıllarda atanaklar attığını hatırlıyorum. Önce atanaktaki harmanlar işlenir, sonra evin yakınındakine gelinirdi.
Babam orak işini bitirince Gülsüm halamın oğulları Hasan Kart ya da Namık Kart ya da babamın arkadaşı Bollece Hüseyin Coşkun kamyonlarıyla yardıma gelirlerdi. Kamyonun geldiği gün babam birkaç tane daha işçi bulurdu. İşçiler üç parmaklı dirgenlerle kısa sürede yığınları kamyona yüklerlerdi. Kamyon bir seferde bizim at arabasının kaç seferini getiriyor diye hesaplamaya çalışırdık. Kamyon çok sap getirirdi. Kamyon veya arabalar iki parmaklı dirgenlerle boşaltılırdı. Bir günde kocaman kocaman iki üç harmanın oluştuğunu hatırlıyorum. Böyle büyük harmanlara “göbekli harman” ya da sadece “göbekli” derdik. Kamyonun geldiği günlerde biz çocuklar da çok sevinçli olurduk. Çünkü sap getirmeye giderken bizi de kamyona bindirirlerdi. Koca kamyonun şoför mahalline binip tarlaya gidip gelmenin apayrı bir hazzı vardı. Yolda giden at arabalarını, kağnıları bırakıp bırakıp geçip giden kamyonun o hızlı gidişi beni tarif edilemeyen heyecanlar içinde bırakırdı. O günlerde kamyona binmekten duyduğum o eşsiz ve doyumsuz mutlulukları hiç unutamıyorum.
Temmuz ortalarında üzümlere ala düştüğünde sap çekme işi de biterdi. Herkes harman yerlerinde toplanırdı. Babam atları dövene koşmadan önce döven sürme hazırlıkları yapardı. Yine Bucak’ta kimin kırıp hazırladığını bilmediğim birilerinden çakmak taşları getirirdi. Bazı yıllarda da eşeğe binerek gelmiş ve harman yerlerini dolaşan yaşlı bir adamın çakmaktaşı getirdiğini hatırlıyorum. Eşeğin heybesine daldırdığı eline alıp gösterdiği kayrak ve parlak çakmaktaşlarını çok iyi hatırlıyorum. Babam o adamdan da çakmaktaşları almıştı.
Dövenin altındaki çakmak taşları
Babam, Hasan Ali Tekerci’ye (Hallakçı) kır atlarına uygun özel bir döven yaptırmıştı. Dövenin iki kanadını üst üste koyup omzuna alıvermiş taa Tepe’den Aşağıoba’daki evimize getirmişti. Daha sonra da arabayla Mıncıraklı’ya götürmüştü. Bu döven gerçekten de işçiliği çok güzel olan, kalıplı ve özel bir dövendi. Babam her yıl harman zamanından önce ters çevirdiği dövenin eksik taşlarını taş kırıcıdan aldığı çakmaktaşlarıyla tamamlardı. Dövenin altında bulunan hiçbir taş yuvası boş kalmazdı. Çakmaktaşlarını önden arkaya çaktığını da çok iyi gözlemlediğimi hatırlıyorum. Çocuk aklımla taşları önden arkaya çakmanın döven sürerken taşın çıkmaması için yapıldığını bulmuştum. Babam sonra kuyudan getirttiği birkaç teneke suyu ters çevrilmiş dövenin üstüne dökerek iyice ıslatırdı. Bir gün bu su dökme işini birkaç kere tekrarlatırdı. Bunun nedeni de döven ağacının iyice şişerek taşların çıkmasının önlenmesiydi.
Dövenler genellikle iki kanat olurdu. Fakat babamın kır atları çok bakımlı oldukları için bizim dövenimiz üç kanatlı olurdu. Babam iki kanatlı dövene bir kanat daha eklerdi.
Babamın döveni
Dedem, babamın çalışmasını uzaktan izler veya gerekeni hesap eder dururdu. Harmanımız çok ve göbekli harmanlar olduğu için bir dövenle işimiz uzun sürerdi. Dedem malın iyisinden anlardı. Pazarda gösterişli gördüğü iyi kısrak veya atlardan bir çift veya değişik günlerde tek tek bir çift at daha alır gönderirdi. Bunu döven vakti mutlaka yapardı. Bu atlarla da bir döven daha koşumlardık. Bu atların döveni iki kanatlı olurdu. Dedem onlara üç kanatlı döveni kesinlikle koşturmazdı. Atların geçmişini pek bilmediğimiz için yorulmalarını istemez ve “Hayvanların hakkı geçer” derdi.
Dedem ayrıca her yıl üç beş dönüm yulaf ektirirdi. Bu yulaf harman yerinin bir köşesine ayrıca atılırdı. Atlar kısa dinlenme anlarında yulaf harmanına yanaştırılır ve yemeleri sağlanırdı. Dedem yulafın yeşil bitki yerine geçtiğini ve hayvanları iyi beslediğini, çok yararlı olduğunu söylerdi. Öküzü olanlar da öküze yedirmek için burçak ekerlerdi. Burçağın öküz için çok değerli bir besin olduğu söylenirdi. Henüz ekin orağına başlamadan burçak yolunur öküzlerin yemeleri için hazır hale getirilirdi.