Erbaa’da Kırk Saat
Hızlı gelişiminden dolayı göç aldığını ve il olmaya hazırlandığını bildiğim Erbaa’yı mutlaka görmek, hiç değilse birkaç köyüyle birlikte tanımak istiyordum. Geçen yazki gezi listeme Samsun, Amasya, Tokat’ın yanı sıra Erbaa’yı, Zile’yi de almama rağmen Amasya’yı bile doğru dürüst göremeden gezimizi sona erdirmek zorunda kalmıştık. Nasip 2011’in mart ayınaymış. Martın ilk günü, “Kümbet Altında” Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Osman Baş telefonda… “Kütüphaneler Haftası” nedeniyle Erbaa’ya davet edilirsem gelip gelemeyeceğimi soruyor… Şu an Kutlama Komisyonu olarak toplantı halindelermiş. Konuk yazar olarak benim adım geçince gelip gelemeyeceğimi hemen öğreneceğini söyleyip dışarı çıkmış ve beni aramıştı. Konuk şair olarak da kendisi bulunacaktı.
Kütüphaneler Haftası altı yıldır Erbaa’da ciddi etkinliklerle kutlanıyormuş. Erbaa Belediyesi; dil, kültür, kitap, kütüphane konularında oldukça duyarlıymış ve hiçbir fedakârlıktan kaçmıyormuş. Okullarda yarışmalar, kitap, kültür ve insan konulu konferanslar, şair ve yazarlarla halkı, öğrencileri buluşturmalar… Kitabı, kütüphaneyi Erbaalıların ortak değeri haline getirmek için belediye elinden gelen her şeyi yapıyormuş. Programa göre aktif olacağımız gün 30 Mart günüymüş. Kısa konferans, açılış, imza derken biraz yorulacakmışız…
Bir mani çıkmazsa mutlaka geleceğimi söyledim.
O günden sonra Şehir Kütüphanesi Müdürü Selahattin Yıldız, edebiyat öğretmenleri Levent Yılmaz, Abdullah Aydın, Fatih Yüksel’le telefon görüşmelerimiz oldu. Kaymakamlık, Belediye Başkanlığı, Millî Eğitim Müdürlüğü, ilçe Halk Kütüphanesi ve Şehir Kütüphanesi müdürleri, Okul müdürleri, emniyet, dershaneler, kitapçılar, ilçedeki hemen her kurum ve kuruluşun bu kutlamaya katıldığını öğrendim.
Benden istenen dil, kültür, kitap konulu fazla uzun olmayan bir konuşma ve kitaplarımı imzalamamdı.
En son telefon görüşmemi Abdullah Aydın’la yaptım.
“Hocam, 18.00 otobüsünün üç numaralı koltuğunda geleceksiniz.” Dedi. “Size bilet sorulmayacak. Gece yarısını biraz geçerek Erbaa Otobüs terminaline indiğinizde biz orada olacağız. Dinlenmek için yeterli vaktiniz olacak. Konuşmanız öğleden sonra saat ikide. Sonra kitap fuarının açılışını yapacak ve kitaplarınızı imzalayacaksınız. Memnun kalacağınızı umuyoruz.”
Ankara otobüs terminalinde eski, dökük bir otobüsle karşılaşmayı beklerken büyük şehirlere çalışanlardan farksız, yeni, konforlu, pırıl pırıl bir otobüs doğrusu beni biraz şaşırttı.
Hareket saatine dakikalar kala üç numaralı koltuğa biletsiz kuruldum.
Kimse bir şey sormadı.
Yola çıkışımız, ikramlar, ihtiyaç molası, yolculuk boyunca hizmet, her şey bir ilçe otobüs firmasından beklenmeyecek kadar güzel, kusursuz ve profesyonelceydi.
Erbaa’ya büyük şehirlerin giriş çıkışlarını çağrıştıran, iyi aydınlatılmış, geniş bir yoldan girdik. Otobüs Terminali de pek çok ilin ve ilçeninkinden daha geniş daha düzenliydi. Gördüğüm kadarıyla terminal binasının çevresi kadar içi de temizdi. Duvarda asılı büyük ekran televizyon açıktı. Birkaç kişi gözlerini ekrana dikmiş haber izliyordu. Metal banklardan birine doğru yürürken saate baktım. Henüz gece yarısı olmamıştı.
Cep telefonu harika bir cihaz…
“Geldim Abdullah Bey, terminaldeyim.” dedim.
“Hoş geldiniz hocam! Biz de terminaldeyiz!” dedi.
Haber izleyenlere baktım, telefonla konuşan yoktu. Yani içeridekilerden biriyle konuşmuyordum.
“Sizi göremiyorum.” dedim.
Abdullah Bey sesini biraz daha yumuşatarak:
“Biz sizi görüyoruz hocam.” dedi. “Birkaç saniye sonra karşılaşırız.”
Telefonu cebime koyarken kapıdan üç kişi girdi. Onlardı. Kendilerini takdim ettiler. Edebiyat öğretmenleri Abdullah Yıldırım, Fatih Yüksel ve Şehir Kütüphanesi Müdürü Selahattin Yıldız…
Erken gelecek olursam, ortalıkta kalmayayım diye firmanın bildirdiği saatten önce gelmişlerdi. İsabet olmuştu. Terminalde bekletselerdi, üzülürlerdi.
Beni otele götürdüler, önceden ayrılmış odama yerleştirip sabaha lobide buluşmak üzere ayrıldılar.
Otel temiz ve düzenliydi. Çalışanlar bir müşteriye değil de evlerindeki bir misafire davranır gibi davranıyorlardı. Yapmacıklığa düşmeden güler yüz gösteriyorlar, hal hatır soruyorlardı. Kendimi bir yakınımın evindeymiş gibi hissettim desem abartmış olur muyum, bilmiyorum.
Erbaa’da çıkan ve Erbaa’yı tanıtan kitap, dergi ve broşürleri karıştırırken kalın, gür, tanıdık bir sesle adeta irkildim.
“Vay, vay kimleri görüyorum!”
Sesin sahibi, Avrasya Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen Türk Dünyası Edebiyat Dergileri Kongresinin üçüncüsünde tanıştığımız aynı zamanda derneğimizin üyesi Osman Baş’tı. Tokattan geliyordu. Hal hatırdan sonra Ankara’daki müşterek dostlarımızı sordu. Yolculuğumun rahat geçip geçmediğini, iyice dinlenip dinlenemediğimi, kahvaltı yapıp yapmadığımı sordu. Samimi, misafirperver Anadolu insanına şairlik ekleyip biraz da organizatörlük bulaştırdınız mı Osman Baş oluveriyordu. Beni, Erbaa’da görmekten çok memnun olmuştu.
Bir üst kata kahvaltıya çıktık. Taze çaylarımızı yudumlarken kutlama komisyonunda görevli arkadaşlar geldiler. Gece tanıştıklarımızın dışında programın sunuculuğunu yapacak olan Erbaa Anadolu Öğretmen Lisesi Edebiyat Öğretmeni Levent Yılmaz da vardı.
“Hocam kahvaltıyı dışarıda planlamıştık!”dedi Abdullah Bey.
“Ne gerek var, burası da güzel…” dedim.
Kahvaltıdan sonra kısa bir Erbaa gezisi düzenledik. Arkadaşlar bana kısa kısa bilgiler vererek Erbaa’nın merkezini tanıttılar. Cumhuriyet Meydanı, Park, Yunus Emre Kültür ve Sanat Merkezi, kitap fuarı, belediye, kaymakamlık…
Yunus Emre Kültür ve Sanat Merkezi’nin hikâyesi ilginçti. Çok fazla tarihî özelliği olmayan eski bir bina… Belediye, yıkıp yenisini yapmak ya da restore edip kullanmaya devam etmek konusunda kendisi karar vermek yerine halka sormuştu. Halk, restore doğrultusunda oy kullanınca bina yıkılmaktan kurtulmuş, onarılmaya başlanmıştı. Onarılan bölümlerde sergi salonu, kütüphane, arşiv, atölye, sanat evi, kafeterya, el sanatları üretim atölyeleri, satış reyonları açılmıştı. Merkezin en geniş bölümü Nikâh salonuydu. Kütüphaneler Haftasının resmî programı nikâh salonunda yapılacaktı. Konuk yazarlar olarak biz de konuşmalarımızı burada yapacaktık. Bazı bölümlerde halen onarım çalışmaları devam ediyordu.
Dört dönemdir seçim kazanan ve çalışmalarından övgüyle söz edilen Belediye Başkanı Ahmet Yenihan’ı makamında ziyaret ettik… Belediye başkanı gibi değil, siyasetçi gibi hiç değil, bir kültür adamı gibi konuştu. Kitap ve kültürün öneminden söz ederken içi boşaltılmış, alıntı cümleleri değil kendi emeğiyle kurduğu, özgün cümleleri kullandı. Anladığım kadarıyla Ahmet Yenihan sıradan bir belediye başkanı değildi ve Erbaalılar da bunu biliyordu.
Öğle yemeğinden sonra Yunus Emre Kültür ve Sanat Merkezi Nikâh Salonuna geçtik. Sabah boş halini gördüğümüz salon her yaştan insanlarla ve okullardan getirtilmiş öğrencilerle tıklım tıklımdı. Sadece önde bizler için boş sandalye bırakılmıştı.
Belediye başkanıyla yan yana oturuyorduk. Dün akşamdan beri kafama takılan soruyu kendisine sordum.
“Ahmet Bey, büyük küçük, memur, esnaf, herkesin gönlünde siz varsınız. Bunu nasıl başardınız?”
Duraksamasından, bakışlarından böyle bir soru beklemediğini anladım. Yine de cevapladı.
“Erbaalıların gönlüne girmek için özel bir çaba göstermedim. Zaten Erbaalıyım ben. Onlardan biri olduğum için ister istemez onlar gibi yaşıyorum. Doğumlarında, düğünlerinde, sevinçlerinde hüzünlerinde hep yanlarındayım. Başkanlığı bırak; komşuluk, kardeşlik bunu gerektirmez mi? Onlar da beni bir komşu, bir kardeş gibi görüyorlar. Geçenlerde önemli bir toplantıdan dolayı bir cenazeye katılamadım; taziyeye vardığımda cenaze sahibi “Başkanım gözlerim hep seni aradı.” diye serzenişte bulundu. Başarı komşu gibi, kardeş gibi olabilmekte…”
Kaymakam Erdal Çakır Bey de gelince Levent Yılmaz kısa bir açış konuşmasıyla programı başlattı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’ndan sonra konuşmalarını yapmak üzere sırayla İlçe Milli Eğitim Müdürü Efrahim Gökçe’yi, Belediye Başkanı Ahmet Yenihan’ı, Kaymakam Erdal Çakır’ı, konuk yazar olarak beni, konuk şair olarak Osman Baş’ı kürsüye çağırdı.
Ardından ilköğretim ve liseler arasında ayrı ayrı düzenlenen “Kitap ve İnsan” konulu şiir ve kompozisyon yarışmalarında birinci olanlar eserlerini okudular. Bir gün önce “kitap ve eğitim” konulu oturuma katılan yerel şair ve yazarlara, kütüphaneye en çok kitap bağışında bulunan üç kişiye plaketleri verildi.
Şiir ve deneme yarışmalarında ilk üç dereceye giren öğrencilerin hepsinin yakalarına altın takıldı, ellerine paketli hediyeler verildi.
Beni en çok şaşırtarak sevindiren iki şeyden birisi buydu. İlk defa şiir ve kompozisyon yarışmalarında derece alanların altınla ödüllendirildiğine tanık oluyordum. İleride Erbaa’dan yazar ve şairlerin çıktığını duydukça bu ödüllerle teşvik edilişlerini düşünecektim. Sözü, altınla ödüllendirişinden dolayı Ahmet Bey’i bir kere daha tebrik ettim.
Beni şaşırtarak sevindiren ikinci şey de programın bitiminden önce salonda bulunanlara kitap armağanı oldu. Armağan edilen kitaplar Osman Baş’la benim kitaplarımdı. Yayınevleriyle diyaloglar kurulmuş, piyasada bulunan bütün kitaplarımızdan belli miktarlarda alınmış, törene katılanlara ücretsiz verilmişti. Altı yıl önce başlatılan bu uygulamanın devam etmesi halinde Erbaa’da kitap okuma çıtasının giderek yükseleceğini beklemek yanlış olmazdı.
Kaymakam, Belediye Başkanı, Milli Eğitim Müdürü, kütüphanelerin müdürleri ve biz konuklar,
Çadırdan kitap farını birlikte açtık. Sonra, Osman Baş’la ben, fuar girişinin iki yanında adımıza hazırlanan masalarda az önce dağıtılan kitaplarımızı imzaladık.
Osman Baş, “Uluslararası Reşadiye Şiir Şöleni” nedeniyle erken ayrıldı. Benim ertesi gün saat 16.00’ya kadar vaktim vardı. Arkadaşlar bana yarın Erbaa’nın çevresini, turistik yerlerini, birkaç köyünü gezdirebilecekleri gibi bir iki okulda öğrencilere hitap etmemi de sağlayabilirlerdi. Tercihi bana bırakıyorlardı.
“Öğrencileri özledim, tercihim okullar!” deyince üç edebiyat öğretmeni de telefona sarıldı. Üçü de sanırım müdürleriyle konuştu. Erbaa Anadolu Öğretmen Lisesi önceden gezi programı yapmış olduğundan devreden çıkınca geriye iki okul kaldı. Anadolu İmam Hatip Lisesinde öğleden önce, 75.Yıl Anadolu Lisesinde öğleden sonra öğrencilerle buluşmam kararlaştırıldı.
Hayli kalabalık akşam yemeği geç saatlere kadar uzadı. Otele döndükten sonra da Gazi Osman Paşa Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Alpay Doğan Yıdız’la sohbete devam ettik. Alpay Doğan Bey otelden ayrılırken “Popüler Türk Romanları” ve “Hikâye İncelemeleri” adlı kitaplarını imzalayıp sabah fakülteye giderken bırakacağını söyledi. Dediğini de yaptı.
Ertesi gün (31.03.2011) 10.30’da Erbaa Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileriyle; 13.30’da Erbaa 75. Yıl Anadolu Lisesi öğrencileriyle buluştuk. Okul müdürleri İsmail Uludağ, Durmuş Sezgin ve yardımcıları, başta Abdullah Aydın ve Fatih Yüksel olmak üzere okullarda hazır bulunan öğretmen arkadaşlar ve iki okulun pırıl pırıl öğrencileri bana emeklilik öncesinin yoğun, pürüzsüz, mutlu bir gününü yaşattılar. Onlara hitap etmek, onlardan gelen soruları cevaplamak, onlarla şakalaşmak, fotoğraf çektirmek ne güzeldi…
Erbaa’ya ayak bastıktan tam kırk saat sonra ayrılırken,
Erbaa’da kırk saat dolu dolu yaşadıktan sonra ayrılırken,
evet ayrılırken yüreğimde hüzün vardı.
“Bunu saymayız, tekrar bekleriz!” dedi arkadaşlar.
Duygulanışımı onlardan saklamaya çalıştım.
Tekrar görüşmek üzere Erbaa…
(Kardeş Kalemler Dergisi, Haziran 2011, Sayı: 54)