Venedik
Alp’leri sağımıza alarak Venedik’e doğru yola koyulduk. Salzburg çıkışı başlayan tüneller, içinden geçerken bazen hiç bitmeyecekmiş izlenimini verecek derecede uzundu. Tünellerden çıktığımızda, hem yeniden masmavi gökleri, hem de çamlar arasında çiçeklerle bezenmiş düzlükleri görmenin huzuruna varıyorduk. Venedik yolunda sıcaklıkla birlikte üzüm bağlarının sayısı da artmaya başladı. Bağların etrafı gül fideleriyle çitlenmişti.
Venedik’e kara taşıtı giremediği için pek çok kişi gibi, biz de hemen yakınında bulunan Mestre’de konaklayarak, Venedik’e vapurla geçtik. Venedik denince ilk olarak akla ticaret ve su gelir galiba. Şehir, bu hususta beklentilerimizi karşılıyor. Zira her yer sular altında kalmış gibi. Vapurda gezerken seyrettiğimiz süslü binaların çoğu Rönesans ve barok tarzında inşa edilmiş. Bazı binaların renkli panjurlarının altında duran çiçeklerle dolu saksıları görünce bir an, bu evlerden birinde yaşamanın hayalini kuruyorum. Bu hayal beni hem heyecanlandırıyor, hem de ürpertiyor. Çünkü alışık olmayan bir insan için burada yaşam zor görülüyor.
Vapurdan erken bir durakta inip Büyük Kanal’ın en eski ve önemli köprüsü olan Rialto köprüsüne ulaşıyoruz. Köprü, alışveriş yapmak isteyenler için, yöresel Murano(Venedik yakınlarında küçük bir ada) camlarından yapılmış eşyaları, maskeleri ve gondol maketlerini bulabilecekleri pek çok dükkânla doldurulmuş. Üstü kapalı köprünün iki tarafındaki merdivenlerin birleştiği tepesinde, asıl kalabalıkla karşılaşıyoruz. Köprüye genellikle genç veya yaşlı çiftler, buranın romantik havasını solumak için geliyor. Genç bir erkek, kız arkadaşına yüksek sesle evlenme teklifinde bulunuyor, kız ise köprüdekilerin alkışları altında bunu kabul ediyor. Burada adet haline getirilen bu durumla biz ilk kez karşılaşsak da, Rialto Köprüsü kurulduğu zamandan beri milyonlarcasına şahit olmuştur herhalde. Tabii bu gibi durumlardan en çok yararlananlarsa çiçek satıcıları oluyor. Ellerinde, çoğu kırmızı olan, renk renk güllerle dolaşıyor ve âşıkları tecrübeli bakışlarla yakalayıveriyorlar.
Yine bir köprüden gün batımını izlemeye başlıyoruz. Ancak bu kez bir nehre karşı değil, bir kanala karşı batıyor gün. Ama her zaman olduğu gibi ateşin sudaki resmi, insanların ruhunu da yakıyor. Köprüdeki âşıklar, bekledikleri zamanı ve mekânı yakalamış oluyorlar.
Kanallar ve köprüler şehri Viyana’da 170 kanal ve 400 köprü bulunuyor. Rialto köprüsünden sonra en çok bilinen bir diğer köprüsü ise, Son Nefes Köprüsü. Eski zamanlarda, bu köprüden bitişiğindeki hapishaneye taşınan mahkûmlar geçtiği için bu adı almış.
Tarihte Osmanlı’yla pek çok ilişkisi olan Venedik’te, 17.yy’dan sonra Türk tüccarların kaldığı bir Türk Sarayı(Türk Hanı) bulunuyor. Bu saray, şimdi müze olarak kullanıyor. Yine tarihe baktığımızda, 1463-1478 yılları arasında Osmanlıya yenilip vergi vermek zorunda kalan Venedik, anlaşma gereği Fatih’in o ünlü tablosunu yapması için, ressam Gentile Bellini’yi İstanbul’a gönderir. Bu arada Arap ve Türklerden sayı aritmetiğini öğrenerek ticarette ilerleyen Venedikliler, bu konuda Avrupalı tacirlere de ders verirler.
‘Venedik’e gelip de çizgili tişörtlü ve fötr şapkalı görevlilerin kullandığı gondollara binmeden olmaz.’derler. Ancak batan güneşle koyulaşan sular bizi biraz ürkütüyor ve binmekten vazgeçiyoruz. Onun yerine gondol maketi almakla yetiniyoruz. Burada her yer bin bir çeşit ve renkte maskeyle dolu. 13.yy’dan bu yana, başlangıçta soyluların kimliklerini gizlemek için kullanılan maskeler, sonrasında vebadan kurtulmak, çapkınlık yapmak gibi farklı amaçlarda da kullanılmış. Şimdi ise her yıl düzenlenen ve ‘Kutsal Salı’da son bulan karnavallarında, çeşitli kostümlerle beraber bu maskeleri de kullanıyorlar.
Venedik’in en önemli mekânı ve karnavalların da merkezi olan San Marco Meydanı’na geçiyoruz. Buranın en gösterişli yapısı, üzerinde altın işlemeleri, rengârenk freskler ve 13.yy’da İstanbul’dan getirildiği söylenen bronz atlarıyla San Marco Bazilikası. Havanın kararmaya başlamasına rağmen şaşaasından bir şey kaybetmemiş görünüyor. Dük Sarayı, beyaz dantelâlar gibi işlenmiş sütunlarıyla karşısında duruyordu. İçinden gelen müziğin sesiyle meydandaki çoğu çift dans ediyor. Tepesinde kanatlı San Marco aslanının yer aldığı saat kulesi ve pek çok kişinin şehri seyretmek için çıktığı çan kulesiyle San Marco Meydanı akşamları da ışıl ışıl. Turistlerin dışında buranın en önemli ziyaretçileri boş buldukları yerleri dolduran güvercinler oluyor. Biz de bu güvercinler misali, boş bir zamanımızda buraya yine konabilme umuduyla vapura binerek Venedik’le vedalaşıyoruz.
(Kardeş Kalemler, Kasım 2009)