Türkiye’de birey ile iktidar arasındaki ilişkiler genelde darbe üzerinden yürütülüyor. Tarihinde sık sık askeri darbelere maruz kalmış bir toplumda darbelerin bireylerin zihin dünyasında büyük bir travmaya yol açması elbette makul karşılanabilir. Fakat iktidar ile birey ve entelektüel arasındaki ilişkiyi olması gereken gibi tartışamamak, Türkiye’de demokrasinin önünde bir karabasan gibi duruyor.
İktidarlar ile entelektüel arasındaki ilişkiyi her tartışmaya kalktığınızda, demokrasin kılıcı gibi yoksa sen de mi darbeden yanasın? Diyeceklerini düşünmek insana artık ciddi bir bıkkınlık veriyor.
Oysa iktidar ile hükümeti eşitlemek, hükümetsiz hiçbir eylemi düşünemeyen kıt kafalı köşe yazıcıların (gazeteci) marifeti olabilir. İktidar yirminci yüzyılda yönetme ve güç kullanma erkini elinde bulunduran siyasal iktidarların kuşatamayacağı kadar çok parçalıdır.
İktidarı bir bireyin öteki bireyler üzerindeki ya da bir grubun öteki gruplar üzerindeki homojen bir egemenliği olarak ele alma hatası muhafazakâr ve devrimci solun en büyük yanılgısıdır. Bu nedenledir ki bu iki grubunda ömrü daima siyasal erki elde etme arzusu, çabası ve ümidiyle geçmiştir. Ne yazık ki her zirveye çıkan o koltukta oturmakla iktidar olunmadığı gerçeği ile yüz yüze kalır.
İktidar merkezden çevreye, yukarıdan aşağıya, tümelden tikele doğru yayılarak genişlemez çoğu zaman. Çağımızda iktidarla her yerde karşılaşmak mümkündür. İktidar total bir merkezi güçle, bireyi dize getirme, bireysel tercihleri düzenleme ve yeniden üretme araçlarıyla bizi her yerde kuşatabilir oysa ki.
İşte bu nedenle hayatı nesneleştiren iktidar teknolojileri, bedenlerin maddiliği, duyum ve zevklerini yakalayarak işleyen iktidar güçleri karşısında insanca isyan etme hakkını kullanmak istiyoruz artık.
Maalesef Türkiye’de bitmez tükenmez bilmeyen darbe tartışmaları, üzerimize çullanan küreselleşme, vahşi kapitalizm karşısında ahlaki libaslarından soyunan dindarlık, hayatı kuşatan biyo-iktidar gibi karşı karşıya kaldığımız birçok meseleyi tartışmayı imkânsız kılıyor.
Foucoult’un dediği gibi insan yalnızca sefalet tarafından kuşatılmaz. Günümüzde olduğu gibi tüketim tarafından da kuşatılabilir. Bu gün kapitalist ekonomik sistem ile birlikte bir tüketim toplumu oluşturulmuştur. Birey çeşitli yöntemlerle ( reklam veya moda söylemleri ile) sürekli tüketime yönlendirilmektedir. Yönlendirmenin amacı, kapital sahibi açısından bu sistemin sürekliliğini sağlamaktır. Birey artık bu sitemin içinde yönlendirilen, manipüle edilen, üzerinde egemenlik kurulan bir piyona dönüştürülmüştür.
İktidar her zaman gözlemlenebilir ve ölçülebilir de değildir. Yalnızca etkilerini analiz edebileceğimiz, kendini yalnızca etkilerinde var eden bir ilişkidir. İslamcı hareketin iktidarı sürekli hükümete indirgeyerek tanımlaması, merkez dışındaki iktidar ilişkileri tarafından tüketilmesini, kendine yabancılaşmasını da mümkün kılmıştır.
İktidarı güçlü kılan şey, temel isleyişinin olumsuz ve itici bir düzlemde olmamasıdır. İktidarın olumlu etkileri vardır, bilgi üretir, zevk yaratır. İktidar sevimlidir. Eğer yalnızca baskıcı olsaydı, ya yasağın içselleştirilmesini ya da öznenin mazoşizmini (sonuçta ikisi de aynı seydir) kabul etmemiz gerekirdi. Bu nedenle iktidarın var olabilmesi için özgür bireyin varlığı ve gönüllü katılımı şarttır. Ancak bireyin kendini özgür hissedebilmesi için, “İktidarın silinmesi ve kendini iktidar gibi göstermemesi” gerekir. Bu cümleleri söyleyen Foucault iktidar tarafından kuşatılmanın her zaman zorlamaya ve boyun eğmeye dayanmadığını gösterir bize.
Toplumda ve çevremizde binlerce iktidar ve güç ilişkileri, dolayısıyla küçük çatışmalar, bir anlamda mikro mücadeleler vardır. Bu küçük iktidar ilişkilerinin genellikle büyük devlet iktidarı tarafından ya da büyük medya ve sermaye tahakkümleri tarafından yukarıdan yönetildiklerini düşünmek hatalıdır.
Çoğu kez tabanda küçük fakat güçlü hakikat iddialarını besleyen iktidar ilişkileri var olduğundan yukarıdan gelen baskılar daha iyi işleyebilir. Nietzsche, ‘insanın en korkunç ve en esaslı talebi kudrete yönelik içgüdüsüdür” derken aslında bir yerde bu tabandaki güç istencine ve gönüllü köleliğe dikkat çekmektedir.
İktidar ve güç ilişkileri bağlamında bireyin kapatılması, hapsedilmesi için yalnızca militarizme ihtiyaç yoktur, tam aksine sivil mikro iktidar alanları disiplini sağlamak ve düzen kurmak adına bireyleri görünmez bir el gibi kuşatabilir.
Tarih boyunca iktidar sahibinin üç önemli aracı olmuştur; servet, bilgi ve şiddet. Servet, şiddet ve bilgi topluma ceza tehdidi, ödül vaadi, ikna ve zeka eşliğinde sunulur, iktidar sahibinin otoritesinin sürekliliğini sağlar.
İktidar yalnızca rasyonel bilgi ve teknoloji ile ağlarını örmez. Bir insanı sıradan insanlardan farklılaştıran, gizemli veya ilahi misyon gibi istisnai güçler veya niteliklerle donatılmış olarak karizmatik liderlik aracılığıyla da ağlarını örer.
Karizmatik liderler salt taşıdıkları varsayılan misyona dayanarak itaat ve yandaş kitlesi sağlarlar. Weber’in işaret ettiği gibi karizmatik egemenlikte teba’a için atama, yükselme, görevden alma söz konusu olmadığı gibi çevresindekilerin yetkileri ve yetki alanları da tanımlanmamıştır. Karizmatik egemenlik biçiminde, ‘yalnızca önderin, gizemli, ve çoğu kez dinsel niteliklerinden dolayı kimi kişilere yaptığı bir çağrı söz konusudur.
Buna karşılık yasanın, hukukun, törenin ve adaletin peşinden koşanlar servet, şiddet ve bilgiyle çevrelerinde ağlarını ören iktidar biçimlerine karşı entelektüel duyarlılığı ve kararlılığı ile her zaman ayakta kalmasını bilmek zorundalar. Onlar hiçbir zaman aldanmayacak ve aldatmayacaklardır.
İktidarın değil ahlaki eylemin peşinde koşanlar, servet, şiddet ve bilgi peşinde renkli bir hayata aldananlardan değil, anlamlı bir hayat peşinde olmak için derin bir tefekkür dünyasında toplanmalıdırlar. Yeni bir dirilişin ve entelektüel dünyanın ihyası bilgi-hikmet, ilim-amel ekseninde her türlü iktidara meydan okumasını bilen entelektüellerin eliyle olacaktır. Yoksa gün ağardığında mezarlıktan geçen çok olur…