TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

İktidar Fetişizmi Ve Politik Kültürün İflası
Doç. Dr. Hilmi DEMİR

Türkiye’de yaklaşık yetmiş küsur yıldır bir iktidar mücadelesi yaşanıyor. Sözü uzatmaya gerek yok, sosyal sınıf ve ideolojik kamplaşmaların arkasında yatan gerçek iktidarın kimin elinde olacağı kavgasıdır.

Bu kavganın birçok siyasal ve sosyolojik anlamı bulunabilir. Tarihten kalma bir hâkimiyet kavgası alışkanlığı, Türkiye’de tek partili rejim ve onun devamı olarak mutlu bir azınlığın iktidarı yalnızca kendi hakkı görüp, toplumun büyük bir kesimini siyaset dışı bırakması ya da darbelerle siyasal rejime müdahale gibi.

Tarihsel ve sosyolojik kökleri nereye kadar uzanırsa uzansın bizim içimizde hala hesabı görülmemiş bir kavganın öfkesi var. Bu öfke farkında mıyız bilmem ama Türkiye’de siyasetin dilini, hükümetlerin idare etme biçimini velhasıl tüm politik iletişimi etkisi altına alıyor.

Kanaatimce bu kavganın nedenleri arasında Soğuk Savaş dönemi politikaların önemli payı bulunmaktadır. Çift kutuplu dünyada kavga bir iktidar kavgasıdır ve bunun Türkiye’ye yansıması da iktidarı ele geçirmek ya da iktidarı vermemek üzere kurulmuştur. Kampüslerde, mahallelerde ve sokaklarda yaşanan iktidar mücadelelerini hatırlıyorsunuzdur. 1980 sonrası bu kavga yalnızca şekil değiştirmiştir. 1990 sonrası dünya değişse de Türkiye’de kurumlar ve zihinler hala soğuk savaş dönemi kavga politikaları ile dünyayı anlamaya devam ediyor aslında. ABD’nin “istikrarı sağlamanın tek yolu orada istikrarı bozmaktır” şeklindeki dış politika ilkesi Türkiye’de sürekli kabul görmüş gibi.

Soğuk savaş döneminin ABD ve NATO politikalarının bize mirası iktidarı uzlaşmaya dayalı bir ilişki olarak değil çatışmacı (asimetrik) bir ilişki biçimi olarak içselleştirmemizdir. İster sağ, ister sol isterse İslamcı politikalar olsun hepsi için iktidar asimetrik bir kavram olarak düşünülür. Bu nedenle iktidar mücadele ve çatışmanın her zaman merkezindedir. İktidara sahip olmak, toplumu dönüştürmek veya ekonomik kaynaklara sahip olmanın en büyük aracıdır.

Marksist jargonun iktidarın çatışmaya dayandığına dair bu anlayışının hepimize sirayet etmesi ne kadar ilginçtir, değil mi? Hükümran iktidar biçiminde tüm kalıplarıyla içselleştirdiğimiz bu iktidarın tek işlevi bastırmak, büyük bir üst-ben tarzında, yalnızca sansür ve dışlama olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle de çok güçsüz, güçlü olduğu sürece etkin, tükendiği anda ise buharlaşıyor. Katı olan her şey buharlaşır diye, buyurmuştu ya Marx.

İktidarı mutlak ele geçirilmesi, sahip olunması, fethedilmesi gereken son kale olarak gören bu politik kültür aslında bir iktidar fetişizmi yaratmaktadır. Abartılı bir biçimde iktidara duyulan bu açlık ve arzu lideri bir insan olmaktan çıkararak karizmatik bir otoriteye dönüştürmektedir. Karizmatik otorite, sorgusuz sualsiz lideri kutsama ve emirlerinin mutlaka uygulanması gereken şeyler olarak telakki edilmesidir.

Politik kültürümüzde çok kıymetli bir özellik gibi sürekli atıf yapılan karizma Max Weber’in otorite tasnifinden bu yana siyaset bilimi açısından akıl dışı olandır. Gücünü yasadan almayan meşruluğunu mistik bir otoriteden alan gücü temsil eder. Türkiye’de politik kültürün liderde yasa dışı, akli olmayan, mistik bir otoriteye övgüler düzmesi entelektüel miyopluğumuzun iyi bir delili olmalıdır.

Ayrıca karizmatik otoritede iktidar ilişkileri giderek şahsileşir. İktidar uygulamaları kanunlara, tüzüklere ve yönetmeliklere bağlı olması gerekirken, gücünü karizmadan almaya başlar. Çatışmacı ve salt karizmatik imgeleme dayalı iktidar biçimi yozlaştırıyor ve yabancılaştırıyor. Özellikle fetişizm haline getirilen iktidar hırsı, kin, öfke ve nefretle bilenmiş iktidar tutkusu insanları sağır ve kör yapıyor. Çevreye karşı duyarsızlaştırıyor. İktidarın etrafını ören kirli ilişkiler ağını bir sis perdesiyle örtüyor.

Daha da kötüsü fetişleştirilen iktidar politik kültürü derinleştirip, toplumsal katılımı sağlamakta yetersiz kaldığı için politik alan gittikçe kısırlaşır ve başka güçler tarafından kuşatılmaya başlar. Her türlü eleştiri karizmayı ve kutsallaştırılan iktidarın gizemli gücünü zayıflatacağından düşmanca bir saldırı olarak kabul edilir. Toplumda politikaya karşı olan temayülleri ve politik kültürün yaşam enerjisini yok etmek toplumu siyaset dışı alanlara katılıma yöneltir. Politik katılımla problemlerine çare bulamayan kitleler kendi başlarının çaresini arama telaşına düşerler.

Kimlik ve cemaat politikalarının arkasında politik kültürün siyaset üretemez biçimde duyarsızlaşması, katılımı dışlayıcı ve çatışmacı dilinin rolü olduğunu unutmamak gerekir. Çünkü toplumsal katılımı, iletişimi, dayanışmayı ve paylaşımı sağlama gibi bir amacı olan politika toplumsal ayrışmanın ve kitleleri siyaset dışı alanlara itmenin bir aracına dönüşür.
Bu iktidar fetişizminden bir an önce kurtulmaz isek, yerlerde sürünen politik kültürümüz ve siyasal düşüncemiz kökten iflas edecektir. Çatışmacı, dışlayıcı ve sermaye paylaşımına dayalı bir politik kültür yerine politik rasyonaliteyi ikame etmek zorundayız.

Politik rasyonalite ise devletin veya diğer organizasyonların yönetim güçlerinin devamlılığını, etkileyiciliğini, yeniden dağılımını ve tahsisini amaçlayan her türlü politik eylemin hesaplanmış ve planlanmış olması anlamına gelir. Dün yasakladığı Kürtçeyi bu gün devlet eliyle yaygınlaştıran bir devletin ne kadar politik rasyonalite taşıdığını varın siz düşünün.

Ya da Türkiye Malezya’mı, İran mı olacak gibi tartışmaları dikkate alın. Bu milletin rüzgârgülü gibi, her yöne dönen esnek, kaypak, belirsiz, köksüz bir toplumsal dokusu var ise, o zaman millet adına tüzel kişiliği, iktidar ve egemenlik araçlarını kullananlara gelin buraya, yarattığınız bu ucube toplum için hesap verin demek gerekmez mi?

Milleti yeni yetme bir çocuk gibi görenlere mi yoksa onu yeni yetme bir genç kadar dahi sorumsuz, kıblesiz nereye gideceği belli olmayan köksüz bir yapı haline getirenlere mi yanmak gerekir, bilmiyoruz.

Soğuk savaş zihniyetine saplanıp kalmış bir politik kültür ve kurumsal yapılarla oluşan ve sürekli değişen yenidünya düzenini anlamak mümkün olmadığı gibi, onunla baş etmekte zorlaşmaktadır.

Soğuk Savasın bitişi, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve komünizmin bir ideoloji olarak cazibesini kaybetmesi ve yerine ABD’nin simgesi olduğu kapitalist tüketim kültürünün yaygınlaşması, toplumların daha çok siyasallaşması, iletişim teknolojisinin geldiği aşamalar karşısında her gün bir biriyle kör dövüşü yapan bir Türkiye….

Peyami Safa, “Nadir müstesnalarıyla birçok iddianın cesareti bilgisizlikten, kuvveti kinden ve sövme ihtirasından doğuyor” demişti. Artık bilgisizlik, kin ve sövme kültüründen kurtulup fikirlerin çatışmasıyla yeni stratejilerin oluşturulduğu bir Türkiye umudu yeşermelidir.

Şimdi gündelik politik tartışmaların çatışmacı ve ayrıştırıcı dilinin dışında kalmaya çalışan Türk Ocakları gibi kurumların önemi bir kez daha anlaşılmıyor mu? Politik kültürü zenginleştirmek ve derinleştirmek gibi bir misyon ve entelektüel sorumluğun bilincinde olan gelecek bir kuşak bizleri bekliyor…

  • Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
  • Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız