Son günlerde ilgi çekici gelişmeler yaşanıyor. Türkiye, nasıl dışarıdan kıskaca alınmaya çalışılıyorsa, içeriden de hangi güçlerin ne şekilde kullandığı belli olmayan; skolastik, miadını yüzlerce yıl önce doldurmuş, ilmi ezber zanneden, tek hakikatçi medreselerin ve medreseli zihniyetin kuşatması altına alınmaya çalışılıyor. Örgün İlahiyat Fakültelerinin sayısının kısa zamanda iki üç kat artırılmasının problemleri daha halledilemeden, şimdi de iyi niyetle ve sınırlı bir şekilde başlamış olan Açık Öğretim Ön Lisans ve İLİTAM programı üzerinden yeni bir proje sahneye konulmaya çalışılıyor.
Daha önceden imamlık ve çeşitli dinî görevlerde bilfiil bulunan İmam Hatip Lisesi mezunlarının eğitim düzeylerinin yükseltilmesi amacıyla, belirttiğimiz gibi, iyi niyetle ve sınırlı bir şekilde başlayan bu programlar, önce hukuki birtakım açıklardan yararlanılarak genişletildi ve herkese teşmil edildi. Yani bilfiil çalışmayanlar da buralardan diploma almaya başladılar. Aslında amaç, bu programların kurulduğu dönemden itibaren artık yavaş yavaş Diyanet’e lise düzeyinde görevli almamak ve daha önceden alınanların da eğitim seviyesini yükseltmekti. Ama Diyanet İşleri Başkanlığı, maalesef, bugüne kadar hâlâ çok sayıda İmam Hatip Lisesi mezununu, ki bunların da önemli bir kısmı yine örgün eğitim almadan açık lise okuyan kişilerdir, almaya devam etti. Kur’an kurslarında, medreselerde hafızlık eğitimi görüp dışarıdan da lise düzeyi eğitim alanlar, öncelikli olarak alındı. Şu anda Diyanet’te 60 bin civarında ön lisans mezununun bulunduğunu, önemli bir sayıda da ön lisansa devam eden personelin mevcudiyetini ve Diyanet’in ombudsmanlığa 2018 yılı Ağustos ayında verdiği bilgide, bütün personelinin yarısından daha fazlasının açılacak bir İlahiyat Açık Öğretim Lisans Programına katılabileceğini resmen belirtmesinden yola çıkarak Diyanet’teki görevlilerin eğitim durumunu ve buraya ne kadar kişinin lise düzeyinde alındığını görebilirsiniz. İşte bu durum, ülkemizdeki bazı çevrelerin iştahını kabarttı. Bu metot, hiç örgün eğitim almadan, kendi medreselerinde, kendi zihniyetlerine göre yetiştirdikleri gençlere dışarıdan diploma almanın ve devlet kurumlarına yerleştirmenin en iyi yolu olarak keşfedildi. Diplomadaki “uzaktan eğitim” tabiri sildirilmek istendi, diplomada yazılan tabirler mahkemeye verildi ve kaldırıldı. Böylece 2005-2017 arası verilen diplomalar, normal örgün eğitim almış gibi verildi. Bunda maalesef ombudsmanlık kurumunun da etkisi oldu. Neyse ki, İlahiyatların çabasıyla, sonunda geçen yıldan itibaren diplomalara “uzaktan eğitim mezunu” ibaresi konulmaya başlandı.
Diplomadan “uzaktan eğitim” ibaresini sildirme mücadelesi, günümüzde hâlâ devam ederken yeni bir senaryo daha yazıldı: Geçen yıldan itibaren, bazı sendikaların müdahalesiyle, yine hukuki açıklardan faydalanılarak binlerce öğrenci İLİTAM’a sınavsız, yani DGS’ye bile girmeden, kaydettirildi. Bu da yetmedi, son zamanlarda olay, bambaşka bir yöne evrilmeye başladı. Gençlerin İlahiyatlara gitmesini, oralarda eğitim almasını istemeyen, İlahiyatları açıkça din karşıtı gibi göstermeye çalışan ve sadece kendi tarikat ve cemaatlerinin kurduğu medreselere gelmesini isteyen çevreler, bu arzularını yüksek sesten ve en üst makamlarda açıkça dillendirmeye başladılar. Ancak onların bu dillendirmeleri kapalı kapılar ardında bahsettiğimiz şekilde gerçekleşirken, hukuki kâğıtlarda ve şeffaf olmayan dernek ve federasyon isimleriyle yüksek kurumlara verilen dilekçelerde; masum gibi görünen, “İLİTAM’larda okuyan öğrenci sayıları artırılsın.”, “Uzaktan eğitim, tamamen açık öğretim fakültesi şekline dönüştürülsün ve sınavsız girilsin.” gibi gerçek maksatları gizlenen istekler şeklinde yazılmaya başlandı ve yine ombudsmanlık devreye sokuldu.
Ombudsmanlık kurumunun tavsiye kararının en çarpıcı ve en üzücü yanlarından birisi, gerçekte tarikat ve cemaatlerin, görüntüde ise bazı dernek ve kişilerin hiçbir şekilde hukuki, akli, vicdani, ahlaki ve gerçekçi olmayan bu isteklerinin, maalesef, ombudsmanlık tarafından; Anayasa’nın 5, 10, 24, 42 ve 49. maddeleri, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 26. Maddesi
ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 1 No.lu Protokol’ün 2. maddesi gibi birtakım mevzuatla ilişkilendirilerek sunulmasıdır. Bu maddelerde geçen hususlar; insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartların hazırlanması, eğitim hakkının engellenmemesi, din ve vicdan hürriyeti, kanun önünde eşitlik gibi, esasta konuyla ilgisi asla tespit edilememiş hususlardır. Ombudsmanlığın söz konusu isteklerle bahsedilen mevzuat arasında nasıl bir ilişki kurduğu konusu hayrete şayandır. Öte yandan söz konusu yapılanmaların, derneklerin devletimizin yüksek kurumlarını yanıltıcı bilgiler verdikleri de tavsiye kararındaki malumattan anlaşılmaktadır. Buna göre, tavsiye kararında; İLİTAM’larda okuyan öğrenci sayısı, gerçekte olduğundan çok daha az gösterilmiştir. Halbuki, sadece 2018 yılında sınavsız giren öğrenci sayısı 7250, sınavla giren ise 3950’dir. Ayrıca, tavsiye kararının 28 Şubat dönemini gündeme getirmesinin de bir ilgisi tespit edilememiştir. Halbuki bu dönemde en az zarar gören İlahiyat eğitimi olduğu halde, birileri kendi gayr-ı meşru isteklerini mazlumiyet perdesi altına sokmaya çalışmaktadırlar. Bu açıdan dilekçede adı öne çıkarılan dernekler federasyonunun bu konuyu, neden ve hangi amaçla gündeme getirdiği incelenmelidir.
Neyse ki, birkaç gün önce toplanan muhataplar, yani İlahiyatçı akademisyenler, idareciler, eski bakanlar vb. neredeyse söz birliği etmişçesine işin gerçek yönünü ombudsmanlığa anlattılar, gerekli uyarılarda bulundular. Dileğimiz odur ki, ombudsmanlık kurumu, yapılan uyarıları dikkate almış, ülkeyi bekleyen tehlikenin ve yapılmak istenenlerin arka planının farkına varmış olsun. Bu son olay da göstermektedir ki; yüksek din eğitimi, kesinlikle ve kesinlikle örgün olmalıdır. İlahiyatların, yüksek din eğitiminin yapılacağı yegâne mekânlar olduğu asla unutulmamalıdır. Esas uğraş, İlahiyatların eğitim kalitesinin artırılmasına verilmeli, İlahiyatlara öğrencilerin eşit ağırlıkla girmeleri sağlanmalıdır. İlahiyatları yıpratmaya, değersizleştirmeye karşı, bilinen mihraklarca, sinsice yürütülen kampanyaların, hangi odaklar tarafından hangi amaçlarla gerçekleştirildiği unutulmamalıdır. Sözde medrese adı verilen yapılanmaların artık İslam dünyasına bir katkısının olamayacağı, Osmanlı son dönemlerinden itibaren bunların tamamen ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bilinmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı, artık, kesinlikle, lise düzeyinde din görevlisi almamalıdır. İLİTAM gibi uzaktan eğitim programları, sadece mevcut Diyanet çalışanları ile sınırlandırılmalı, sınavla olmalı ve mezunlar, asla öğretmenlik alanına dâhil edilmemelidir. Program, en kısa sürede bitirilmelidir. Bu programların, asla örgün eğitimin alternatifi olmasına izin verilmemelidir. Kur’an kurslarının programları yeniden düzenlenmeli, pedagojik yönden eğitim almış örgün eğitim mezunlarına teslim edilmeli, tarikatlarla işbirliğinden vazgeçilmelidir. Türkiye’nin Pakistanlaştırılmasına asla izin verilmemelidir.