Ölümün düşüncemizden bile bize daha yakın olduğu bilincini ilke edinmiş bir alperen: Muhsin Yazıcıoğlu’nu şehadetinin 10. yıldönümünde rahmetle anıyoruz.
Muhsin Yazıcıoğlu, hayatı boyunca Türk milletinin dirlik ve esenliği için mücadele etmiş ve bu uğurda hiçbir tehdide, baskıya meydan vermeden her ortamda doğru bildiklerini dirayetle savunmuştur. Bugünlerde giderek önem kazanmakla birlikte içerik olarak muğlaklaştırılan beka kavramını bütün açıklığıyla dillendirmekle kalmamış, buna ilave olarak bir de gelecek vizyonu sunmuştur. O, Türk gençliğine, Türk milletine, tarihleriyle ortaya koydukları, Allah’ın adını yüceltmenin ve âleme nizam verme ülküsünün, ağızlarda dolaşan, çiğnenen, gerektiğinde çıkarılan bir sakız olmadığını, bazı zorlu temel esasları olduğunu hayatıyla ve şehadetiyle gösterdi. Sadece göstermekle de kalmadı; her fırsatta, bunu gerçekleştirmenin; akli terbiyeye, eğitime, bilime, hayatın bütününe ve siyasete müteallik bütüncül yönlerini anlatmaya çalıştı. Siyasi başarının oy almak değil insanların fıtratına seslenmek ve fıtratı uyandırmak olduğunu Türk milletine bütün açıklığıyla gösterdi. Şu esasları ilke edinmeyenlerin Türk milletini Kızılelma’ya götürmede başarılı olamayacaklarını her fırsatta dillendirdi:
İşte bütün bu ve benzeri esasları hayatında düstur edinen Muhsin Yazıcıoğlu; bir taraftan kendini millî iradenin üstünde görüp milletin ensesinde boza pişirmeye çalışan emperyalistlerin uşağı darbecilere, her türlü jakoben, elitist, Faşist-Marksist-Leninist-Maocu-Mezhepçi cuntalara karşı çıkarken diğer taraftan laikçiliği, şuursuz Batı taklitçiliğini ve züppeliği modernlik adıyla topluma pazarlamaya çalışanlara, Müslüman bir ülkede “Müslümanların İktidarı” tabirini kullanarak toplumu dinî ayrıştırmaya ve müşrik gibi görmeye hevesli İhvan özentisi Siyasal İslamcılara, İran benzeri bir devrim heveslisi aymazlara, kısacası Türk milletinin birliğine kasteden her türlü ihanet şebekelerine bütün gücüyle direnmişti. Şehadetinden kısa bir süre önce, oy toplamak için değil millî birlik şuurunu vermek, ne düşündüklerini bilmek ve dertlerini öğrenmek için Doğu ve Güney Doğu Anadolu’yu karış karış gezdi. Hatta Suriye’de üst düzey görüşmeler yaptı. Muhtemelen oynanacak oyunu çok önceden görmüş ve bir şeyler yapmaya çalışmıştı. Zaten, kendisi bunu açıkça da dillendirmiş, daha ölmeden kısa bir süre önce Türkiye’yi bekleyen büyük tehlikelerin olduğunu, siyasetçilerin taviz vermemesi gerektiğini söylemişti. Onun en çok dert yandığı husus; içi ile dışı bir olmayan, samimiyetsiz, ahlaki kural tanımayan, kendini emperyalistlere pazarlayan Türk bürokratları ve siyasetçilerinin ve bunların kesin inançlı yardakçılarının bulunmasıydı. Aslında o, günümüzde içi tamamen boşaltılan “kanaat önderi” kavramının içini bütünüyle dolduran bir ilke adamıydı. Arkasından ağlayan her kesimden vatan çocukları, onun bu topraklara bıraktığı güzel mirasın en önemli delilidir. Ruhu şad olsun.