Bizim anlayışımıza göre; rol model olma anlamında, kardeşliğin doruk noktası ensar kardeşliğidir. Kutlu Peygamberimizin Medine’ye hicreti ile birlikte oluşan bu kardeşliğin, bizim ilişkilerimize de örnek olmasını temenni ediyoruz. Bu yüzden yazımızın temel temasını da bu kardeşlik duygusunun üzerine inşa edeceğiz. Aslında kardeşlik duygumuz, “ Komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturuna dayanır. Yani Müslümanın sadece kendi hayatına odaklanma ve başkalarını düşünmeme gibi bir lüksü yoktur ve olmamalıdır da. Çünkü Müslüman; elinden ve dilinden başkalarının emniyette bulunduğu insandır. Başkalarının canını, malını ve namusunu korumak ve açları, açıkları, evsiz ve yurtsuz kalan soydaş ve dindaşları korumak ya da kollamak, Müslümanın sosyal sorumluluğudur ve Müslüman olarak hepimizin boynunun borcudur.
Yaşadığımız dünya da ve Türk-İslam coğrafyasında; Türk Milleti ve İslam Ümmeti çok çetin bir imtihandan geçiyor. Doğu Türkistan da, Çeçenistan da, Myanmar da, Filistin de, Kerkük te ve Suriye de Müslümanlar; kendisine ait olmayan, acımasız bir savaşın kurbanı durumundalar ve maalesef bu coğrafyada Müslümanlar; mazlum, mahkum ve bedel ödeyen bir konumu temsil ediyorlar. Özellikle Suriye de yaşanan sıkıntıların altında; küresel aktörlerle birlikte Türkiye’nin bu ülke ile ilgili yanlış dış politika uygulamalarının bulunduğunu söylemek gerekiyor. Öte yandan söz konusu bu politikalar yüzünden Suriyeli Müslümanların zulme uğradıkları da bir gerçek. Belki bazıları tarafından bu tespitler, yanlı ya da abartılı bulunabilir. Oysa bütün dünya bu reel pratiğin böyle olduğuna şehadet etmektedir. Amacım muhalefet üretmek değil, doğruların neş’vü nema bulmasına katkı sağlamaktır.
Yanlış politikaların neden olduğu bu süreç; milyonlarca insanı yerinden, yurdundan ve ocağından ( Suriye den) kopartıp, Türkiye’ye göç etmelerine sebep olmuştur. Şimdi gelinen bu noktada insanlar aç, bi-ilaç ve yalnızdır. Öte yandan yaşanılan bu çaresizlik insanları, dilenciliğin, hırsızlığın, ahlaki problemlerin öznesi haline getirmekte ve Türk insanının maşer-i vicdanında onlara karşı olumsuz tepkilerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Eğer bu sorun daha da derinleşirse, halklar arasında zamanla ayrışma ve çatışma olabilir. Nitekim sebebi nasıl izah edilirse edilsin böyle durumlar lokal de olsa bazı illerde zaman zaman yaşandı. Böyle bir risk, şimdiden tolere edilemezse, geleceğe dönük olarak ümmet içerisinde kısmen var olan çatlaklar daha da derinleşebilir. ” Efendim zaten Araplar bizi Birinci Dünya Savaşında satmıştı” argümanını çok ta doğru ve haklı bulmuyorum. Ama bu argüman söz konusu çatışmaların haklı gerekçesi haline getirilebilir ve getiriliyor da. Ancak doğru yaklaşım; olayları, o günün konjonktürüne göre değerlendirmektir. Genelleme yaparak insanların ve toplumların yargılanması etik ve insani bir davranış değildir. Her toplumun iyi ya da kötü olan insanları vardır. Bura da bize düşen görev; iyi insanlara hoşgörü ve tolerans göstererek, onları anlamaya çalışarak ve onların iyiliklerini ödüllendirerek onların sayılarının artışına vesile olmaktır.
İnsanları olduğu gibi kabul etmek, yargılamaktan çok anlamaya çalışmak insani, doğru ve islami bir yaklaşımdır. Bizim inancımızın özünde; yanlışları örtmekte gece gibi, doğruları ortaya koymada da gündüz gibi olmak vardır. Tabii ki bu anlayış ; müslümanların yanlışlarının ve bilerek yaptıkları hatalarının aklanması anlamına gelmemelidir. Herkes adalet ölçüleri içerisinde yaptıklarının karşılığını bulmalıdır ve bulacaktır da. Yanlışların karşılığını bulması noktasında, Yüce Rabbimizin adaletinin tecellisi konusunda hiç kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü Allah adalet sahibidir ve adaletinin tecellisinin hikmeti ve bir zamanı vardır. Hatalar bazen bu dünyada ve bazen de öbür dünyada karşılığını bulacaktır. Onu kul olarak biz bilemeyiz.
Şimdi gelelim esas konuya. Kısmet olursa üç ayları idrak etmeye başlıyoruz. İnanıyoruz ki, bu aylarda işlenen sevapların ecri Allah katında son derece yüksektir. Rahmeti bol olan bu ayların insanların kalbini yumuşattığı ve onları insani temel kotlara daha da yaklaştırdığı bilinen bir gerçektir. Müslümanlar olarak hayatımızı ve ilişkiler sistemimizi inancımızın tembihleri doğrultusunda ve üç ayların manevi iklimine göre yeniden düzenlemeliyiz. Empati yaparak, mağdur ve mazlum duruma düşürülmüş Suriyeli kardeşlerimizi anlamaya çalışarak, rol modelimiz olan “Ensar Kardeşliği” ni de temel kabul ederek, onlara yardım ve destek olma konusunda elimizden geleni yapmalıyız. Aynı zamanda bu bir insanlık borcudur. Büyük Türk Milletinin temel özelliklerinden birisi de, düşenin dostu olmak, mağdur ve mazlumun yanında yer almaktır. Haydi bu özelliğimizi başta Suriyeli kardeşlerimiz olmak üzere bütün Türklük ve islam alemi için gösterelim. Çünkü bizim misyonumuz aleme, Allah’ın ölçüleri çerçevesinde nizam vermektir. Böylesi bir misyona sahip bir milletin; ırkçı, şövenist ve asimilasyoncu olması mümkün olmadığı gibi, geleneğinde de yaratılanı sevmek mecburiyeti vardır özellikle yaratandan ( Cenab-ı Allah c.c.) dolayı. Bu mecburiyet bizi gittiği yerleri abat eden bir toplum yapmıştır. Balkanlar, Arabistan ve Yemen coğrafyasında Osmanlının yaptıkları bunun örnekleri olarak gösterilebilir.
Bizim değerlerimizin yapılandırmadığı, bize ait olmayan ve günahlarımızın sevaplarımızdan çok olduğu bir çağı yaşıyoruz. İşte bu yüzden öbür dünyayı kazanabilmek için iyilik ve hayır adına elimizi taşın altına daha fazla sokmalıyız. Duygusal engellere takılmadan, Allah rızası için millet olarak ve meşrebimiz gereği Suriyeli insanlara merhamet göstermeliyiz. Onlara asil Türk milletinin misafir perverliğini “ Ensar Kardeşliği” ile de zenginleştirerek göstermeliyiz ki, böylece geleceğe dönük ilişkiler bazında milletler arası bir stratejik yatırım da yapmış olalım. Yine bu üç aylarda, inançlarını yaşamaları ve ibadetlerini yapmaları yasaklanan Doğu Türkistanlılara yardım konusunda da cömertliğimizi artırmamız gerekiyor. Bu durum; hem milli, hem insani ve hem de islami bir sorumluluktur.
Yazımı; Rabbimden bu üç aylarda bize kulluk etme konusunda güç, arzu ve istek vermesini, günahlarımızı Rahman ve Rahim sıfatı dolayısıyla bağışlamasını, ülkemize birlik ve dirlik getirmesini, bizi her türlü yanlış ve insani olmayan duygulardan arındırmasını, Türk-İslam Dünyasının huzurunun artışına katkı sağlamasını ve mübarek üç ayların herkes ve hepimiz için hayırlara vesile olmasını dileyerek bitiriyorum. Rabbim Türk-İslam Dünyasının ve bütün Müslümanların yar ve yardımcısı olsun.