İki yıldır dünyamızın maruz kaldığı Kovid-19 Korona virüsü salgını dolayısıyla çok değişik bir ortamda Ramazan ayını idrak ettik. Bu salgının mahiyeti çok tartışılıyor ve tartışılacak. Biz de Türk Ocakları olarak, Türk Yurdu dergimizin 2021 Nisan sayısını, uzmanların meseleyi bütün boyutlarıyla ele alan yazılarından oluşan bir özel sayı olarak yayımladık. İyi niyetle bu salgının sağlık boyutu üzerinde emek verenlerin çabası her türlü takdirin üstündedir. Bu salgın, giderek sayısallaşan (dijitalleşen) ve mahremiyet alanlarının ortadan kaldırıldığı, insanların her türlü bilgilerinin kontrol edildiği bir düzeni inşa edenler tarafından küresel egemenlik savaşında âdeta bir dönüm noktası olarak görülmektedir.
Korona virüsü salgını, daha önce de çeşitli vesilelerle belirttiğimiz gibi, millî devletlerin hayatımızdaki önemini de göstermiştir. Salgın küresel ama mücadele millî düzeyde verilmekte; uluslararası dayanışma örnekleri olmakla birlikte ülkelerin sağlık, üretim, dayanışma, ulaşım ve tedarik alanlarındaki güçleri salgınla mücadele kapasitelerini belirlemektedir. Bununla birlikte, bu salgına rağmen maalesef siyasi rekabet ve mücadele, olağan zamanlardaki gibi devam ettirilmektedir. Son dönemde Türkiye’nin Azerbaycan’dan Doğu Akdeniz’e uzanan hatta yürüttüğü hayati mücadelede, özellikle başta sözde müttefik ABD olmak üzere çeşitli güçlere karşı birlik ve beraberlik görüntüsünün ne kadar önemli olduğunu söylemek bile gereksizdir. Son siyasi gelişmeler, Türkiye’nin “düşmanları azaltma” niyetine rağmen sıkıştırılmaya devam edeceğini göstermektedir.
Türk dünyası ve İslam dünyasının pek çok kanayan yarası var. Bunlarda elbette ekonomik ve askerî açıdan güçlü devletlerin politikalarının rolü büyük. Ancak bizler de kendi payımıza düşen sorumluluğu bilmeliyiz. Gerek bilim ve teknolojide gerekse ekonomik açıdan üzerimize düşeni yapmak zorundayız. Aksi hâlde sürekli olarak kabahati başkalarına yüklemek, bundaki gerçeklik payı yüksek de olsa bizim meselelerimizi halletmiyor. Bunu belirttikten sonra iki konu üzerinde özellikle durmak istiyorum.
Maalesef geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da Doğu Türkistan’daki kardeşlerimizin maruz kaldığı insanlık dışı zulüm ve soykırım devam etmektedir. Çin yönetimi, milyonlarca kardeşimizi toplama kamplarında ve hapislerde tutmaya, Uygur ve diğer Müslüman Türk unsurlarının mahremiyetlerini çiğnemeye, çocuklarını ailelerinden kopararak Çinlileştirmeye devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu hâlde Çin’de tutulanlar hakkında bile buradaki ailelerinden yükselen çığlıklara sağır ve dilsiz kalınmaktadır. Devletlerarası ilişkilerde dengeler önemlidir ancak Çin, dünyaya musallat ettiği belanın aşısını bile siyasi amaçları için âdeta bir şantaj malzemesi olarak kullanmaktadır. Nitekim geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanı’nın, aşıların gecikmesine “Çin ile aramızdaki hassas konular”ın kaşınmasının sebebiyet verdiğine dair açıklaması, bunu açıkça ortaya koymuştur. Yine geçtiğimiz günlerde, bir vakfa ait “Hayalimdeki Çin” projesinin, okullarımızda yürütülmesine Millî Eğitim Bakanlığı tarafından izin verilmesi de bizleri derinden üzmüştür. Dünya egemenliği için çok önemli addettiği Kuşak Yol Projesi için Türkiye dâhil, Türk devletleri ile iş birliği yapması şart olan Çin’den, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimizin kendi dil, inanç ve kültürlerini serbestçe yaşamalarını sağlamasını istemek çok zor olmasa gerektir.
Bugün Orta Doğu coğrafyasının kan gölüne çevrilmesinin en önemli sebeplerinden birinin, Türkiye’yi Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinden çevreleyecek sözde “Büyük Kürdistan” projesini de içeren ve “Büyük Orta Doğu Projesi” adı altında başlatılan “Büyük İsrail Projesi” olduğu ortadadır. 1947’den bu yana Filistin toprakları aleyhine sürekli sınırlarını genişleten İsrail, her Ramazan ayında olduğu gibi bu Ramazan’da da Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’ya ve mazlum Filistinlilere saldırmıştır. Küçücük çocukları katletmekte beis görmeyen İsrail, Gazze’den tepki olarak verilen karşılıkları ustaca yönlendirerek âdeta mağdur rolüne soyunmuştur. Arkasında ABD’nin şaşmaz desteği olduğu için ne uluslararası hukuku tanıyan ne de Birleşmiş Milletleri dinleyen İsrail’in bu acımasız zulüm ve katliamları, ne yazık ki sadece protesto edilmekle kalınmaktadır. Bu katliamları ve Mescid-i Aksa’da yapılan küstahlıkları şiddetle lanetliyorum.
Unutulmamalıdır ki, Doğu Türkistan Türklerinin, Filistinli mazlumların ve dünyanın pek çok coğrafyasında zulüm ve baskı altında yaşayanların seslerini duyurmak, haklarını savunmak her şeyden önce bir insani görevdir. Tarihte bu coğrafyalarda hüküm sürmüş pek çok devlet kuran aziz Türk milleti, her zaman mazlumların yanında olacaktır. Biz bayramı kutluyoruz ama pek çok yerde bu bayram da acı ve hüzünle geçecek.
Türk Ocakları olarak her yıl olduğu gibi bu yıl da gerek Türk yurtlarındaki mazlum ve mağdur kardeşlerimizle dayanışmamızı göstermek için gerekse ülke içindeki muhtaç kardeşlerimize yardım için kampanyamızı sürdürüyoruz. Bu kapsamda Kırım’dan Suriye’nin kuzeyine, Kerkük’ten Makedonya’ya ve Kafkaslar’a Ramazan ayında yardımlar ulaştırdık ve ulaştırmaya devam ediyoruz. Yurt içinde de gerek Genel Merkez olarak gerekse şubelerimizle bu yardımları sürdürüyoruz. Bu kampanyalara destek veren bütün vatandaşlarımıza en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Allah hepsinden razı olsun.
Bu yıl da salgın şartlarından dolayı ziyaretlerin olmadığı bir bayram idrak edeceğiz. Yaşadığımız bu olumsuzluklara rağmen mübarek Ramazan Bayramı’nın hayırlara vesile olmasını diler, bütün İslam âleminin bayramını kutlarım.