Medeniyet coğrafyamız paramparça edilirken izlenen hatalı siyaset yüzünden yalnızlaştırılan bir Türkiye… Küresel güçlerin 100 yıl sonraki yeniden paylaşım savaşı, Müslümanların kanları ve kaynakları üzerinden yürütülüyor. Bu savaşta Türkiye ve İslam âlemi karşıtı cephenin yanında saf tutan bir taşeron terör örgütü var: PKK. Çok merkezden ipleri tutulan bu örgüt, Türkiye’deki sözde sivil ve terörist unsurlarının yanında Suriye’de PYD/YPG olarak Türkiye’ye karşı kullanılan bir araç. Türk devletini yönetenler 2009’da “Güzel şeyler olacak” derken, 2013’te Çözüm süreçleri başlatırken başka bir coğrafyanın değil bu bölgenin bir meselesiyle uğraştıklarının herhalde farkında değildi. Doksan veya yüz yıllık parantezleri kapatmak, tabuları yıkmak sloganlarının cazibesi stratejik körlüğe yol açmıştı. Sonra Kobani ve arkasından yaşananlar bazı gözleri biraz açtı. Ama hâlâ direniliyordu. Tarih, sosyoloji, strateji, uluslararası ilişkiler vb. bütün konuların uzmanı “âkıl adamlar”ın iğva ve telkinlerinden, kendilerini alkışlayanların iltifatlarından bir türlü gerçeğe yaklaşılamıyordu. Neden sonra, Cumhurbaşkanının “Dolmabahçe Mutabakatı”na karşı çıkışı ve özellikle Haziran seçimleri sonrası PKK’nın küstahlıkla karışık şımarıklığının zirveye çıkışı büyük ümitler bağlanan sözde “çözüm ve barış” sürecini sona erdirdi. Önce buzdolabından bahsedildi. Sonra Türk ordusunun ve polisinin amansız ve fedakakârane mücadelesine halel getirmemek için bu bahis de dondurucuya kondu.
Aylardır süren operasyonlarda PKK’nın hain ve kalleş tuzaklarına yüzlerce şehit verdik. Hâlâ vermeye devam ediyoruz. “Analar ağlamayacak” diye Türk milletini aldatanlar, süreç boyunca bölgede alan hakimiyetini sağlayan PKK’nın şehirleri cephaneliklerle, hendeklerle doldurmasına seyirci kalanlar, sanki sorumlular başka yerdeymiş gibi milletin aklıyla alay ettiler. Bir kesim ise hep “çözüm ve barış” yavesini tekrarladı ama bu defa kısık sesle. Türkiye düşmanı bir sözde gazeteci/aydın kesimi ise PKK’yı adeta “Ne diye durursuz, hiçbir şey almadınız ki, ateşkes yapıyorsunuz” diye kışkırtıp durmuştu.
Bütün bu gaflete ve bazı işbirlikçi kesimlerin ihanetine rağmen Türk milleti, ordusu ve polisi bu bölücü kalkışmaya karşı metin ve mert bir tavır sergiliyor. Suriye’nin kuzeyinde kaybedilenleri hiç olmazsa kısmen telafi için kararlı bir duruş sergilemeye çalışıyoruz.
Ne var ki geçtiğimiz günlerde sayın Başbakanın Diyarbakır ziyareti sırasında, bazı yayın organlarında gazetecilere söylediği yazılan birtakım ifadeler doğrusu büyük bir hayal kırıklığı yarattı. “PKK 2013 Mayısına dönerse” çözüm süreci başlayabilirmiş. Sayın Başbakan, partisi içindeki bir kesim tarafından Güneydoğuda yaşayan vatandaşlarımızın gönlünü böyle bir yaklaşımla alabileceğine ikna edilmiş olmalı. 4 Nisan 2016 günü Kızılay Genel Kurulunda Sayın Cumhurbaşkanı müzakere, çözüm süreci diye bir şeyin kesinlikle söz konusu olmadığını açıkladığı için iktidara yakın basında da Davutoğlu’nun bu açıklamaları pek yer bulmadı.
Burada gerçekten ciddi bir sorunumuz var: Süreci başlatırken de ikaz ettik, birkaç yıl sonra “saflık etmişiz” diyebilirsiniz, PKK’nın ipiyle kuyuya inilmez diye. Şimdi de PKK yurt dışına çekilsin, yeniden başlayalım deniliyorsa “tarih bir değil birkaç kez daha tekerrür eder.” Burada doğru yaklaşım, PKK’nın teslim olması veya teslim alınması dışında o örgüt veya onun uzantıları ile görüşülecek bir şey olmadığıdır. Türkiye’yi yönetenler, yurt dışına çıksa bile, sürekli bir tehdit unsuru olarak devleti sonu gelmeyecek bir taviz pazarlığına tabi tutacak bir örgütle ve onu her zaman maniple etmeye amade uluslararası güçlerle karşı karşıya olduğumuzu asla unutmamalıdır. Teröre karşı bu amansız mücadelede tereddüt ve yalpalama ifadeleri, bölgede kahramanca ve insanüstü bir mücadele yürüten güvenlik güçlerimizin maneviyatını kırar; bölge halkını tekrar acabaların girdabına sokar. Bunun maliyetini geçtiğimiz iki üç yılda net bir şekilde gördük.
PKK ve yandaşlarının meseleyi saptırarak Türkiye’deki bazı kesimleri de yanlarına çekmek için sanki ortada Cumhurbaşkanı Erdoğan ile kendileri arasında bir savaş varmış gibi propaganda yaptıkları ortada… Tekrar hatırlatıyoruz: Başta Sayın Başbakan olmak üzere bütün siyasilerin kararlı ve asla tereddüte mahal vermeyen bir tavır sergilemeleri hayatî önemdedir. Aksi halde hain bölücü eşkıya cesaretlendirilmiş olur. Türkiye’nin çözeceği bir “Kürt sorunu” da yoktur. Otuz beş yıllık bölücü terörün yol açtığı sıkıntılar söz konusudur. Bunlar elbette önemlidir. Onları da siyasetçisi, bilim adamı, iş adamı ve bütün kesimleriyle Türk milleti yoluna koyar. Ancak ilk ve en önemli ilke “terörle kesinlikle tavizsiz mücadele”dir. Tekrarlıyoruz: “Şühedanın rıza göstermeyeceği bir çözüme Türk milleti asla itibar etmeyecektir.” Türkiye, aynı veya başka adla, “çözüm süreci”ni bir daha asla telaffuz ve tezekkür etmemelidir.