Ey arkadaş, istişare ederken, kendi faydasını düşünmeyen kimse ile istişare et. Kendi faydasını düşünen kimse, menfaati için, münâsip olanın dahi uygun olmadığını söyler. (Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, beyit 3493-3494)
Doğru söz acıdır; onu hazmedebilirsen, yarın faydasını görürsün, o sana zevk verir. Doğru söz, bak, gönüle acı ve sert gelir; sert söz doğrudur; o doğru söz nerede? (Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, beyit 5777-5778)
Üzerinden üç buçuk ay kadar bir süre geçen 15 Temmuz darbe girişiminin Türkiye üzerinde yaptığı tahribatın etkileri, artçı sarsıntıları normalleşme sürecinin uzamasına yol açmaktadır. Devlet kurumlarının ve bilhassa ordunun, polisin, adliyenin ve özellikle de eğitim yapımızın süratle ıslaha ve güçlendirilmeye ihtiyacı var. Çevremizdeki ve içimizdeki örtülü/vekâlet savaşında yeni ve son derecede kritik bir safhaya girdik. Hain darbe girişiminin tam da bunun arefesinde icra edilmiş olması kesinlikle bir tesadüf değildi. Devletimiz bir yandan içeride bir yandan da Suriye ve Irak’ta bekamızı esastan ilgilendiren meydan okumalarla karşı karşıya. ABD ve Rusya başta olmak üzere büyük güçlerin ve bölgedeki aktörlerin yanında taşeron terör yapılarının devrede olduğu bu yeniden paylaşım mücadelesinden başarıyla çıkmamızın en önemli ön şartlarından biri, millî bir mutabakatla meseleye yaklaşmamızdır. 15 Temmuz’da yakalanan bu ruh, maalesef kısmen zaafa uğramıştır. Farklı görüşlerin olması, demokrasinin de insan hayatının da tabiatındandır ancak siyasi mücadele ve münakaşalar, yeniden bir kutuplaşma iklimine girilmeden yapılmalıdır. Bunun için de istişare mekanizmalarına, toplumun farklı kesimlerinin seslerini duyurmalarına gereken özen ve duyarlılık gösterilmelidir. Bilhassa, Türk Ocakları gibi siyasi veya ekonomik bir çıkar kaygısı gütmeden tamamen hasbî bir şekilde, millî duygu ve şuurla millet meselelerine dair görüş serdeden kuruluşlara daha fazla kulak verilmesi elzemdir.
Darbe girişiminin yarattığı ruh ikliminde, zaman zaman aklın yerine ani tepkilerin ve aceleci tavırların hâkim olması, anlaşılabilir ve haklı görülebilecek bir durumdu. Ancak karşı karşıya kaldığımız zorlukların ve beka probleminin büyüklüğü, artık sakin bir akılla ve bilgiye dayalı olarak meseleleri çözmemizin olmazsa olmaz şart olduğunu dayatmaktadır. Aksini, değil telaffuz etmek düşünmek bile abestir. Devletin içinde paralel yapılanmalara, dinî kisve altında örgütlenmelere müsamaha gösterilmesinin acı sonuçlarını yaşadık. Devlet aklının bir daha hangi ad veya örtü altında olursa olsun benzer gelişmelere en ufak bir müsamaha göstermemesi zorunludur. Bu bakımdan devletin temel kurumlarındaki istihdamda ve özellikle de üst mevkilerde ehliyet, liyakat ve devlete sadakat ilkelerinden taviz verilmemeli; grup, cemaat, tarikat vb. mensubiyetler asla bir avantaj teşkil etmemelidir.
***
Devlet ve millet olarak okul öncesinden yükseköğretime kadar eğitim hayatının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha acı bir şekilde tecrübe ettik. Bu alanın denetimsiz bir şekilde ve hatta destek ve teşviklerle paralel yapılara bırakılmasının vahim sonuçlarını yaşadık, yaşıyoruz. Memleketin en zeki, akıllı, yetişmiş unsurlarının nasıl bir ihanet şebekesine dönüştüğünü gördük. Buradan dersler çıkarmalıyız. Ortaya çıkan boşluğun mehdici, mesiyanik anlayışlarla malul yapılar tarafından istismar edilmesine asla izin vermemeliyiz.
Çocuklarımızın ve gençlerimizin bir yandan yaratıcılıklarını ve eleştirel düşünme yeteneklerini geliştirmelerini sağlayacak ortamı oluşturmalı öte yandan da millî şuur, edep ve estetik zevk açılarından kendilerini geliştirmelerinin zeminini hazırlamalıyız. Öğrencilerin şahsiyet ve ferdiyetlerini geliştirmeleri, millet hayatı açısından da kendileri açısından da hayati önemdedir. Aklını başkalarına emanet eden bir güruha değil, aklı ve ruhuyla hareket eden, kendi olabilen ve aynı zamanda milletine mensubiyet şuuru yüksek bireyler yetiştirmek esas olmalıdır.
***
Din konusunda bir yandan Hoca Ahmed Yesevi’den Yunus’a, Hacı Bektaş-ı Veli’ye, Mevlana’ya uzanan tasavvuf geleneğimiz bir yandan da İmam-ı Azam ve İmam Maturidî’den günümüze gelen akla, reye ve hoşgörüye dayalı anlayışımız, günümüz şartlarında yeniden üretilmeli; tekfirci ve katı selefi görüşlerin nesillerimizi etki altına almasının önüne geçilmelidir. Türk milleti Karahanlı, Selçuklu ve Osmanlı çizgisinde Türk-İslam medeniyetini bu temeller üzerinde kurup geliştirmiştir. Cumhuriyet döneminde de esasen bu çizgi benimsenmiştir ancak Osmanlı geçmişiyle bağları zayıflatmak kaygısı ve dönemin pozitivist anlayışı, laikliğin “laikçilik” şeklinde uygulanmasına sebebiyet verdiğinden maalesef gelenekte kopukluk meydana gelmiştir. Bu, özellikle 1960’lardan itibaren başka şartların ürünü bir İslamcılık anlayışının toplumumuzda neşvünema bulmasına yol açmıştır. Elbette ki her toplumun din anlayışı, her geleneğin dayanakları, kendileri açısından muteberdir ancak zengin bir geçmişe ve kültürel mirasa sahip olan milletimizin köklerine dayanmak yerine ithal anlayışlara itibar edilmesi, günümüzde yaşanan birtakım sıkıntıların da kaynağı olmuştur. Bu açıdan özellikle ilahiyat fakültelerine ve Diyanet teşkilatına önemli görevler düşmektedir. Devlet ise farklı mezhep ve anlayışlar arasında ayırım yapmaksızın bütün yurttaşlarına eşit mesafede, daha doğrusu yakınlıkta olmalı; hepsini kucaklamalıdır.
***
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi devlet ve millet olarak çok büyük bir tehlikeyi atlattığımız ama hâlâ beka meselemizin devam ettiği bir dönemde yeniden sistem ve anayasa meselesini tartışmaya başlamamız isabetli olmamıştır. Ancak ok yaydan çıktığına göre bu tartışma, şu veya bu şekilde sonuçlanıncaya kadar konu hakkındaki görüşlerimizi ifadeye devam edeceğiz. Gerçi üzerinde müzakere edilecek bir metin ortada yok ama bazı beyanlardan hareketle üniter yapıyı, millî devleti temel alan bir “başkanlık modeli” önerileceği anlaşılıyor. Başkanlık olmazsa Türkiye’nin bölünebileceğine dair açıklamalar ise son derecede ürkütücü.
Türkiye, 14 yıldır bir parti tarafından yönetiliyor. O partinin kurucu genel başkanı, yaklaşık 11,5 yıl başbakanlık yaptı; iki yılı aşkın bir süredir de fiilen başkanlık yapan Cumhurbaşkanı’mız olarak görevde. Başkanlık sisteminin hangi açılardan Türkiye’ye avantaj sağlayacağı konusu yeterince açıklanmadığı için mesele şahsa indirgeniyor ve bazı çevreler, sırf bu sebeple karşı çıkarken bazıları da sadece bundan dolayı taraftarlık gösteriyor. Hâlbuki sistem meselesinin şahıslardan bağımsız olarak düşünülmesi gerektiğini söylemek bile zaittir. İfade etmek gerekir ki, ülkemizde şu veya bu şekilde teamülleri yerleşmiş bir parlamenter sistemin ıslah edilmesi yerine, Başkanlık sistemine geçişin tercih edilmesinin sebepleri ve gerekçeleri yeterince anlaşılamamıştır. İçinden geçtiğimiz sürecin gerektirdiği güçlü yürütme erki ihtiyacı açıktır ama hâlihazırda bunun önünde bir mani yoktur. Tabii bu konuda millî iradenin tecelligâhı olan Meclis’imiz ve nihai olarak Türk milleti son sözü söyleyecektir. Şayet millî irade, bir sistem değişikliği lehinde tecelli ederse bunun denge-denetim mekanizmalarının sağlam bir şekilde kurulduğu, milletin ortak aklının, ortak vicdanının temsil edildiği bir yapı olması, hayati önem taşıyacaktır. Bu bakımdan, yasama ve yargının yürütmeden bağımsız olması, olmazsa olmaz bir gerekliliktir.
***
Bu, son derece hassas ve kritik dönemden, ordumuzu ve milletimizi hedef alan darbe girişiminin ve bizi de içine alan vekâlet savaşlarının da ağırlaştırdığı zor durumdan, Türk milleti ve devletinin daha da güçlenerek çıkması için hepimizin dikkatli, özenli ve millî birliği takviye edici bir üslup ve yaklaşım göstermesi lazımdır. Gönül adamı Yunus’un dediği gibi, sözümüz savaşı kesmeli; ağulu aşı yağ ile bal etmelidir. Birbirimizi ötekileştirmeden, itidalle; dinleyerek, konuşarak, istişare ederek meselelerimize çözüm yolları aramalıyız. Meşveret hem kadimden beri devlet geleneğimizin en önemli ilkelerinden biridir hem de dinimizin emridir. Yine, büyük bilge Yusuf Has Hâcib’in dediği gibi, “Akıl karanlık gecede bir meş'ale gibidir; bilgi seni aydınlatan bir ışıktır.”. Türk milletinin Türk ve İslam âlemine yeniden önder olacağı bir geleceğe yürümenin ilk ve en önemli şartı birlik içinde, akıl ve bilgi ile hareket etmektir. Bu bakımdan geçmişi dondurmadan, kutsallaştırmadan, tabulaştırmadan ama iyi bilerek, ibret ve ders alarak, yanlışlarını tasfiye edip güzelliklerini zamana taşıyarak geleceği inşa etmeliyiz.