EKİM AYI TÜRKİYE GÜNDEMİNE DAİR BAZI NOTLAR
“Teröristbaşı”na Çağrı ve TUSAŞ’a Hain Saldırı
Türkiye, geçtiğimiz günlerde iki şokla sarsıldı: MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin Meclis Grubu’ndaki konuşması ve TUSAŞ’a yapılan hain terör saldırısı. Sayın Devlet Bahçeli’nin TBMM’nin açılışında DEM Partililerle tokalaşmasını, bir tür düşük şiddette öncü deprem olarak nitelersek 22 Ekim 2024 Salı günü MHP Grup Toplantısı’nda, “TBMM’de her meselenin ele alınıp millî ve müşterek akılla çözümü mümkün ve hatta mecburidir. Eğer terörsüz bir siyaset, terörsüz bir ülke, terörsüz bir gelecek hususunda herkes ittifak hâlindeyse o hâlde değil elimizi taşın altına koymaya, gövdemizi koymaya varız ve buradayız.” diyerek “teröristbaşı”nın, örgütü lağvettiğini ilan etmesi karşılığında “umut hakkı”ndan yararlanabileceğini söylemesinin şiddetinin 7’nin üstünde bir deprem etkisi yaptığını söylemek abartı olmaz.
Bu çağrı üzerine farklı eğilimdeki siyasilerden ve STK’lerden değişik tepkiler geldi. DEM Parti, açıklamayı kendi bakış açısıyla yorumlayarak olumlu karşılarken CHP Genel Başkanı, daha sonra tevil ettiği şu sözleri sarf etti: “El yükseltiyorum Devlet Bey. Ben de Kürtlere bir devlet teklif ediyorum. Tam olarak kendilerini ait hissetmeyen bütün Kürtlere Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sahibi olmayı teklif ediyorum.” Sayın Cumhurbaşkanı da “'Türkiye'nin geleceğinde teröre ve terörün karanlık gölgesine yer olmadığını herkesin idrak etmesini bekliyoruz. Bu doğrultuda Cumhur İttifakı tarafından açılan tarihî fırsat penceresinin kişisel hesaplara kurban edilmemesini ümit ediyoruz. (…) Topyekûn millet olarak hep beraber terörün ve şiddetin olmadığı Türkiye'yi inşa edelim istiyoruz.” şeklinde konuya yaklaşımını ifade etti. Başta şehit ailelerinin kurduğu dernekler olmak üzere pek çok sivil toplum kuruluşunun yanında, bazı siyasi partiler de bu açıklamalara tepki gösterdi. Özellikle adına “çözüm süreci” denilen dönemde yaşanan Habur rezaleti, şehir merkezlerinde kurulan mahkemeler, sözde asayiş kontrolleri ve ardından gelen hendek-barikat terörü, belleklerde tazeliğini korurken her ne kadar bunun bir yeniden çözüm süreci olmadığı iddia edilse de, yeniden çözüm süreci söylemlerinin medyada yoğun bir şekilde gündeme gelmesi, Türk kamuoyunun büyük kısmında haklı tepkilere yol açtı.
Bu çerçevede Sayın Devlet Bahçeli’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turundan sonra sarf ettiği ve bizim de o dönemde yaptığımız değerlendirmede vurguladığımız şu sözleri tekrar hatırlandı: “Önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, her şey değişecektir. Öyle gözüküyor. İnşallah Türkiye değişmez.”
Son dönemde bir yandan İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki saldırıları ve bizzat Sayın Cumhurbaşkanı’nın İsrail’in Türkiye’ye yönelik tehdit oluşturduğu hakkındaki açıklamaları, öte yandan da TBMM Başkanı’nın yürüttüğü yeni anayasa çalışmaları hakkında meydana gelen tartışmalar neticesinde, “İç Cephenin Tahkimi” söylemi telaffuz edilmeye başlanmıştı. Bazı yorumcular, Devlet Bahçeli’nin şaşırtıcı çıkışının arkasında, bu istikamette bir takım gelişmeler üzerine “devlet aklı”nın harekete geçtiği yorumunu yaparken kimi çevreler de bütün bunların bir anayasa değişikliğinde DEM Parti’nin de desteği alınarak Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir dönem daha seçilmesi amacına matuf olduğunu iddia etti.
Tam bu ortamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, küresel dünya sisteminin yeniden şekillenmesi bakımından çok önemli bir mahiyet arz eden BRICS Toplantısı için Kazan’da bulunduğu sırada, PKK tarafından Ankara Kahramankazan’daki TUSAŞ tesislerine yönelik haince bir terör saldırısının vuku bulması, gerçekten de çeşitli senaryoları gündeme getiren bir olay oldu. Bu, acaba Kandil’deki terör baronlarının kendilerini hesaba katmayan bir “çözüm”e karşı varlıklarını ispat eylemi mi, yoksa bu görüntü altında kendi savunma sanayisini geliştirerek askerî alanda bağımsızlığını kazanmaya çalışan Türkiye’ye, küresel güç odaklarının bu taşeronları kullanarak verdiği bir gözdağı mı idi? Bu eylemin, Sayın Bahçeli’nin sözlerinin hemen akabinde meydana gelmesini, kimileri çözüm arayışlarına karşı cevap olarak yorumlasa da uzun planlama ve hazırlık gerektiren böyle bir eylemin bu şekilde tefsiri, herhâlde sağlıklı değildir. Bunlardan bağımsız olarak vurgulanması gereken nokta ise, bu kadar önemli ve hassas bir tesise, teröristlerin ellerini kollarını sallayarak nasıl girebildiği ve saldırıdan yarım saat sonra içerideki kamera görüntülerinin hangi eller vasıtasıyla basına sızdırıldığıdır. Kamuoyu, hem güvenlik zafiyeti hem de görüntülerin sızdırılması konusunda ihmali ve suçu olanların en kısa sürede tespit edilerek haklarında gerekenin yapılmasını beklemektedir. PKK’istan veya Teröristan olarak adlandırılan bu yapılanmayı şu veya bu şekilde kabul edilebilir hâle getirmek için uzatılan hiçbir havuca itibar edilmemeli, iki binlerin başlarında başımızı döndürmek için atılan Yeni Osmanlı tuzağının Misak-ı Millî vaadiyle cilalanmasına karşı uyanık olmalıyız.
Öte yandan, şayet millî bir mutabakatla yeni bir anayasa yapılacaksa o zaman bunu talep eden partiler, genel seçimler öncesi Türk Milleti’ne nasıl bir anayasayı ve niçin istediklerini açıklamak zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma vasfı ile yasama, yürütme ve yargı erklerinin bağımsızlığının korunması çerçevesinde hazırlanacak böyle bir anayasada, başta ilk dört madde ve vatandaşlık tanımıyla ilgili 66. Madde olmak üzere, Cumhuriyet’imizin temel kuruluş ilkeleri ve niteliklerine, üniter-millî devlet yapısına aykırı hususların yer almasına kesinlikle karşı olduğumuzu bir kez daha tekrarlıyoruz.
Bu vesileyle TUSAŞ saldırısında hayatını kaybeden şehitlerimizi saygı ve rahmetle anıyor, yakınları ve milletimize baş sağlığı diliyor, yaralılara acil şifalar temenni ediyoruz.
Kural Tanımazlık, Çürüme ve Yozlaşma
Küresel ve bölgesel savaş risklerinden hayat pahalılığı, işsizlik, yeni anayasa ve yeniden “çözüm süreci” tartışmalarına uzanan yoğun bir gündemi olan bir ülkeyiz. Televizyon programlarından sosyal medyaya kadar pek çok mecradan; bebek ölümleri, çocuk ve kadın cinayetleri, trafik kavgaları sonucu cinayet ve yaralamalar, doktorlar, öğretmenler ve hatta polislere saldırılar vb. pek çok olayı aynı günde öğrenmekteyiz. Başta büyük şehirler olmak üzere ülke sathında uyuşturucu kullanımının yaygınlaştığı, ortaokullara kadar indiği bir ortamda uyuşturucu müptelalarının ebeveynleri dâhil insanlara zarar vermesi, sıradan olaylar olarak karşımıza çıkıyor. Sekiz yaşındaki bir kız çocuğu; annesi, kardeşi ve amcasının da içinde bulunduğu, yakınlarının bildiği ama failini ve olayı inkâr etme konusunda söz birliği içinde olduğu bir vahşi cinayete kurban edildi. Adı gibi Narin bir çocuğa kıyıldı ve kamuoyu, hâlâ bu cinayetin sebebini ve failini kesin olarak bilmiyor.
Bazı özel hastanelerde, yeni doğmuş çocuklar üzerinden maddi çıkar sağlamak için yapılan insanlık dışı muamelelere şahit olduk. Milletçe çok övündüğümüz hoşgörümüz gitmiş; tahammülsüzlük, şiddet ve acımasızlık her tarafı sarmış gibi bir atmosferi yaşıyoruz. Gerçekten biz bu muyuz?
Bu soru üzerinde ciddiyetle durulması gerekir. Elbette, toplumumuzun büyük çoğunluğunun böyle olmadığını söyleyebiliriz ancak bütün bu manzaralar bu ülkede yaşanıyorsa başta devlet yöneticileri olmak üzere her düzeydeki sorumluların ve ailelerin oturup düşünmesi, bu kargaşa içindeki ortamın sebeplerini derinlemesine araştırması ve çözümler üretmesi gerekiyor. Bu meselelerin elbette ekonomik ve sosyal sebepleri var ancak şurası unutulmamalıdır ki yaşadığımız manevi çöküntü ortamının siyasi sebeplerle yakından alakalı psikolojik, kültürel ve itikadi boyutları da var.
Bu noktada şunu da vurgulamak hakkaniyet gereğidir: Elbette, bu tür sorunlar her dönemde şu veya bu derecede var olmaya devam etmiştir ve edecektir. Kadim zamanlardan beri insanların, geçmişte yaşandığı düşünülen bir altın çağ ile kıyasladıklarında, kendi yaşadıkları dönemlerin karışıklığı, sıkıntıları ve problemlerini abartmaları, ileri yaştakilerin kendi çocukluk veya gençlik dönemlerine özlem duymaları olağan bir ruh hâlidir. Bu çekinceyi hatırda tutsak bile toplum bilimcilerin yaptıkları araştırmalar, ülkemizde uyuşturucu kullanımı, psikolojik rahatsızlıklar yüzünden antidepresan kullanımı, gençlik kesiminde geleceklerini yurt dışında arama eğilimi, trafikten komşular arası ilişkilere kadar şiddetin yaygınlaşması vb. hususlarda ciddiye alınması gereken artışlar olduğunu göstermektedir. Bu konularda devletimizin kapsamlı ve bütüncül bir bakış açısıyla acil eylem planları hazırlayıp uygulaması gerekmektedir.