18 Şubat 1451’de ikinci kez Osmanlı tahtına oturduğunda II. Mehmed, ilk saltanat deneyiminin acı hatıralarını unutmamış, ama ihtiyatlı hareket etmeyi de ihmal etmemiştir. Genç sultan ve kurmayları ise Anadolu ve Rumeli’deki toprakları arasındaki bütünleşmenin önünde bir engel ve taht müddeileri için bir sığınak teşkil eden, ama her şeyden önemlisi evrensel imparatorluklarının ideal merkezi olacak olan bu kentin fethini şart görüyorlardı. İstanbul, asırlardır Müslümanların dünya hakimiyeti ülkülerinin bir sembolü, bir Kızıl Elma idi.
Genç sultan Rumelihisarı’nın inşası işini üç vezirine ısmarlamış ve Halil, Zağanos ve Saruca Paşalar yaptırdıkları üç burcun masraflarını kendi keselerinden karşılamışlardı(1452). Macar asıllı Urban adlı bir ustaya büyük bir top yaptırtan Sultan Mehmed, kentin haritası başında kuşatmanın bütün ayrıntılarını planlamıştır. Kara ve deniz savaşları için gerekli hazırlıklar kısa sürede tamamlandı. Rumelihisarı ile Bizans’ın deniz bağlantılarını büyük ölçüde kesen genç Sultan nihayet İstanbul’un savaşsız teslimini talep etti. Bu talebin reddiyle de 6 Nisan’dan 29 Mayıs’a (1453) kadar sürecek olan 54 günlük kuşatma başladı.
Savaştan önce surlar önünde askerlerine hitap eden genç sultan şunları söyler (Kritolvulos):
“Sizi, cesaretinizi bir kat daha tahrik emek için buraya toplamadım. Bunu daima, hatta lüzumundan ziyade gösterdiniz. Fakat benim asıl maksadım zaferle neticelenecek son hücum vesilesiyle ebedî şan ve şerefin sizleri beklediğini yeniden hatırlatmaktır...
Bugün size eski Romalıların payitahtı olan, bir zamanlar güzellik, zenginlik ve şerefin doruğunda bulunmuş bir şehri bahşediyorum. Artık parlak bir zafer için birbirinizi teşvik ediniz. Hatırlayınız ki parlak bir zafer için üç şart vardır: İyi niyet, kötü hareketten çekinme ve amirlere itaat. Yani sükunet ve disiplin içinde verilen emirlerin tamı tamına yerine getirilmesi. Şimdi yüce bir azmin verdiği coşkunluk ile savaşa koşunuz ve malik olduğunuz liyakati gösteriniz.
Bana gelince, sizin başınızda muharebe edeceğime yemin ederim. Ve herkesin ne surette hareket ettiğini bizzat takip edeceğim”
6 Nisan’da başlayan kuşatma 29 Mayıs sabahı yapılan genel saldırı ile İstanbul ele geçirilmesi ile sonuçlandı. Şehre girdikten sonra yağmayı durduran ve Hıristiyanlara can ve mallarının güvende olduğunu bildiren II. Mehmed, Cuma günü ikinci girişinde Ayasofya’da namaz kılarak gelenek uyarınca burayı cami haline getirdi. Şimdi o artık yıllardır Müslümanların hayallerini süsleyen Konstantiniye’nin fatihi idi.
Genç sultan, İstanbul fatihi olarak artık çok kudretli ve itibarlı bir mevki kazanmıştı. Doğunun ve Batının bu genç hakan, Halil İnalcık’ın yorumuyla, İmparatorluğun hakikî kurucusudur. O iki karanın sultanı, iki denizin hakanı (sultanü’l-berreyn ve hakanü’l-bahreyn) idi. Aynı zamanda Roma kayserlerinin tahtının varisi olan Fatih, Türk, İslam ve Roma hükümdarlıklarını şahsında birleştirmişti.
İstanbul’un fethi, Osmanlılar açısından özellikle manevî yönüyle önemlidir. Hz. Muhammed’in İstanbul’un fethine dair hadisine muhatap olan Fatih ve ordusu, Avrupa’da Haçlıları bir üsten mahrum ederek onların maneviyatını bozmuş, İslam dünyasında ise büyük bir sevinç ve memnuniyet yaratarak Müslümanlar nezdinde Osmanlıların itibarını üst seviyeye çıkarmıştır. Karadeniz ile Akdeniz bağlantısının tam bir denetim altına alınması ticarî açıdan büyük bir öneme sahipti. Doğu Roma’nın topraklarına sahip olan Fatih artık Roma kayserinin (imparatorun) tahtına sahipti ve şahsında İslam, Türk ve Roma hükümdarlık geleneklerini birleştirmişti.
Fetihten sonra Müslüman hükümdar ve yöneticilere gönderdiği mektuplarda gaza ve cihad yükümlülüğü vurgulanır. Mesela;
Mısır sultanı İnal Şah’a gönderilen fethihnamede şunları söyler:
“Ulu Tanrının “Tanrıya itaat etmeyenlerle savaşınız” sözünü kendimize düstur edinerek ve Peygamberin “Bir insanın ayakları Tanrı yolunda toprağa bulanırsa Tanrı onu cehennem ateşine haram eder” sözüne tutunarak biz de bu adetleri takip ediyor, bu arzuları istemekte devam ediyoruz.”
Trabzon’un fethine giderken, kendisine elçi olarak gelen ve yanında alıkoyduğu Uzun Hasan’ın annesi Sare Hatun’la arasındaki diyalog bunun bir başka örneğidir.
“Sözün kısası Trabzon'un üzerine indiler. Bu Uzun Hasan'ın anası beraberinde indi. Sara Hatun Sultan Mehmed'e döndü ve "Hey oğul! Bu Trabzon için bunca zahmetler niçin çekersin?" dedi. Padişah da "Ana! Benim bu çektiğim zahmetler din yolundadır ki iman ve tasdik ettiğimiz kıyamet gününde utananlardan olmayalım. Zira bizim elimizde İslam kılıcı vardır. Eğer biz bu zahmetlere katlanmazsak bizegazi demek layık olmaz." dedi.” (Aşıkpaşazade Tarihi, sadeleştirilmiş versiyon)
Ona ait olduğu belirtilen bir şiir şöyledir:
İmtisal-i cahidu fillah oluptur niyyetüm
Din-i İslam'ın mücerred gayretidür gayretüm
(Yani; niyetim "Allah yolunda cihat" emrine boyun eğmekten ibarettir. Bütün gayretim de İslam dini uğrunda herkesin gösterdiği gayrettir.)
O devrin uygulamaları gereğince üç gün yağma edilebilecek olan İstanbul’a girer girmez yağmayı durduran ve yeni başkentini ihya için hummalı bir faaliyeti başlatan genç hükümdar Anadolu’dan göçlerle Türkleştirdiği bu kentin ticarî ve iktisadî açıdan kalkınması için de çeşitli gayrimüslim unsurların iskânını da teşvik etmiştir. Vakfiyesinde imar ve inşa faaliyetlerini en büyük cihad (cihad-ı ekber) olarak tanımlayan Sultan Fatih yeni başkentinde iki saray (Eski Saray ve Topkapı Sarayı) ile meşhur külliyesini inşa ettirmiştir.
Hüner bir şehr bünyad etmektir
Reaya kalbin âbâd etmektir.
Yani asıl mesele, iş şehirleri, ülkeyi imar ve inşa etmek, halkın kalbini kazanmak, zenginleştirmektir. Zaten kelime anlamıyla fetih, açmak, yol göstermek, zafer kazanmak demektir. Fetih suresinin ilk ayetleri mealen şöyledir:
“1.Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik. 2. Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir. 3. Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder. 4. İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır.”
Dolayısıyla, fetihle, bir yer, bir kişinin gönlü, bir toplum imana kazandırılır, günahlardan arınır. Fetih ruhu, Allah’ın adını yüceltmek, ilâ-yı kelimetullahtır. Osmanlıların fethettiği ve hakimiyeti altına aldığı yerlerdeki halka uyguladığı siyasetin özü, istimalet yani kalpleri kazanmaktır. Fetih, kalpleri, gönülleri kazanmak, medeniyet inşa etmek, topluma nizam ve barışı getirmektir. Kılıçla, savaşla yapılan, ancak böyle yüce bir gayeye hizmet ettiği için değerlidir.
Bu şuura sahip olan Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettikten sonra burayı taht şehri ilan eder ve imar ve inşası için emirler verir. 18 Haziranda ayrıldığı şehre sonbaharda döndüğünde şehrin nüfuslandırma işinin arzu ettiği seviyede olmadığını görür, zira Anadolu’dan şehre getirilenler eski topraklarına dönmüştür. Bunun üzerine şehrin nüfuslandırılması için daha sıkı tedbirler almanın gerektiğini anlar. Bursa’ya giderek Bursa halkının bir kısmını İstanbul’a gidip yerleşmeleri konusunda ikna edemeyen yetkilileri cezalandıran II. Mehmed Rumeli Yahudilerinin İstanbul’a göç ettirilmesini ve Bursa’dan belli sayıda kişinin Eyüp’te yerleştirilmesini emretti.
Şehrin imar ve inşasında Fatih Külliyesi önemli bir yer tutar. Camisi, medreseleri, kütüphanesi ve diğer kısımlarıyla tipik bir Türk-İslam şehri hüviyetini kazanmasının önemli bir aşamasıdır. Vakfiyede şehrin imar ve inşası, bir savaş sonrası şimdi, küçük savaştan sonra büyük savaşa başlıyoruz diyen peygamber sözüne atfen “cihad-ı ekber” olarak tanımlanmıştır.
Fatih’ten, onun fetih ve büyük cihad anlayışından bugünkü kuşakların öğreneceği çok şey var: Hayatını milletine, dinine ve insanlığa adamış, çok dil bilen, tarih, coğrafya, askerlik bilgisinin yanında dinî ve müspet bilimlerde zengin bir donanıma sahip olan, sanatın hamisi, divan sahibi bir şair olarak Türk ve dünya tarihinin kaydettiği en büyük şahsiyetlerden biridir büyük Fatih. Azmi, kararlılığı, çalışkanlığı, büyük hedefler peşinde koşması ile bizlere yol göstermeye devam ediyor.