Türkiye, Türk dünyası ve İslam âlemi çok önemli bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında “medeniyet içi çatışma”ları, Müslümanlar arasındaki etnik ve mezhebi farkları derinleştirerek tırmadıran küresel güç odakları, İslam coğrafyasını paramparça ediyor. Bazı Müslümanlar ise maalesef tarih şuurundan yoksun bir şekilde bu yeni fetret döneminde birbirlerini boğazlıyor; bir kısmı bu ateşe odun temin ederken bir kısmı da kayıtsız bir şekilde seyrediyor.
Etnik ve mezhebi farklılıklar tarihte de çatışma sebebi olarak kullanılmıştır, İslam tarihinde de bu tür çatışmalar olagelmiştir, ama iyi bilinmelidir ki, bütün bunlarda asıl sebepler dinî olmaktan ziyade siyasi ve sosyo-ekonomik olanlardır. İslam coğrafyasını Osmanlı Devleti’nden ayırma projeleri büyük ölçüde petrol, kısmen de stratejik konum üzerine bina edilmişti. Bugün bu politika 21. yüzyıl şartlarında Orta Doğu’daki siyasi yapılanmanın daha da parçalı hâle gelmesini esas alıyor. Din ise, tarih boyunca olduğu gibi bugün de çatışan taraflarca bir meşruiyet aracı olarak kullanılmaktadır. Orta Doğu’da birbirini katledenler de Türkiye’de birbirinin kuyusunu kazan, defterini dürenler de dini, maalesef istismar etmektedir.
Türkiye, 4 yıldır ustalık dönemi, çözüm süreci, Büyük Türkiye, Yeni Türkiye vb. cilalı sloganlarla hem bölgesinde hızla yalnızlığa itilmekte hem de fiilî bölünmeyi hukuki zemine oturtma adımlarına sahne olmaktadır. Suriye iç savaşına kadar, Türkiye’nin tarihinden getirdiği yumuşak güç sayesinde kazanılan itibar, Suriye ve Mısır’da yaşananlar sırasında, hesapsız-kitapsız biçimde ve diplomatik olmayan bir üslup ve tavırla başka ülkeleri dizayn etme hevesleri yüzünden berhava edilmiştir. Bunu yapanların tavırlarını, ilkelilikle, mazlumun yanında olmakla açıklamaları ise yapılan ve yapılmayanlara bakıldığında inandırıcılıktan uzaktır. Mazlumların yanındayız sloganları o mazlumlara yardımcı olmamış, tersine zulmün artmasına katkıda bulunmuştur.
* * *
İnsanlık tarihinde zulmün, savaşın, katliamların yeni olmadığı, her devirde yaşandığı bir gerçek. Bugünü farklı kılan teknoloji ve iletişim araçlarının işin etkilerini ve kamuoyuna yansımasını olağanüstü derecede büyütmesidir. Osmanlı Devleti’nin klasik dönem düzeninde meydana gelen sarsıntıların, Celalî isyanlarının, köy halkının yerlerini terk etmesinin yaşandığı bir dönemde I. Ahmed’e konuya dair görüşlerini rüyasında görmüş gibi anlatan Kadı Veysi’nin Habnameadlı eserinde, dünya ahvaline dair şu kıssa, evrensel değerini ve geçerliliğini hâlâ koruyor:
Rüyasındaki mecliste İskender-i Zülkarneyn ile Sultan I. Ahmed sohbet ederken İskender şöyle der:
“Şu hâlde adalet padişahlara doğruluk sermayesidir. Merhamet ve insaf reayanın toplanmasına vesiledir. Eziyet ve sapkınlık ise berayanın dağılma sebebidir”. Bunun üzerine bir ah çeken I. Ahmed, şikâyetçi bir üslupla, kendisinden önceki padişahlar döneminde durumun iyi olduğunu, ama bir süre sonra bozulmaların başladığını ve kendisine saltanat sırası geldiğinde, durumun iyice karışık bir hâl aldığını ifade eder. Buna karşı İskender mealen şunları söyler:
“Anlattıklarınızda bu âlemin eski padişahlar zamanında bayındır olup, hemen sizin idareniz zamanında yıkıldığı anlaşılır. Ey talihli padişah! Vefasız dünya eğer benim bildiğim dünya ise ne bir padişah zamanında bütünüyle bayındır olmuştur ne de âlemin halkı onun şerrinden emin olmuştur. Zamanımızda harap dediğimiz dünya ne zaman bayındır durumdaydı?” der ve Hz. Adem’den başlayarak peygamberler ve hükümdarlar zamanında meydana gelen zulüm ve karışıklıkları anlatır.
Sözün özü, dünya ayakta durdukça zulüm ve baskılar olacak. Bize düşen, adaleti ve hakkı savunmak, mazlumlara elimizden geldiği ölçüde yardımcı olmaktır. Türk milleti, kendi iç çekişmelerinden başını kaldırıp Türk-İslam dünyasına karşı tarihî sorumluluğunu yerine getirmek için imkânlar nispetinde fedakârlığını göstermektedir.
* * *
Türkiye, son birkaç yıldır bölgede yaşanan sürece dair başlangıçta iyi bir strateji çizememiş, yanlış tahmin ve beklentiler, zaman içinde durumun aleyhimize gelişmesine zemin hazırlamıştır. Suriye’nin içine düştüğü durum, ülkemiz için artık bir sosyal tehdit ve güvenlik meselesi hâline gelen sığınmacı akını, büyük stratejik akıl tarafından nedense hesaplanamamıştır. Musul konsolosluğumuzun IŞİD (Şimdi İD=İslam Devleti) tarafından ele geçirilerek Irak’taki gelişmelere müdahale seçeneklerimizin bloke edilmesiöngörü(süz)lükten başka hangi etkenlerin eseridir?
Irak’ta üçe bölünmenin zemini pekiştirilirken Kuzey Irak Kürt yönetimini himaye(!) altına aldığını zannederek veya bizi buna ikna etmeye çalışarak Kerkük’ü onlara hediye eden siyaset, Türkmenlerin IŞİD, Barzani, Maliki üçgeni arasında perişan edilmesine giden süreci tahmin mi, edememiştir? Şurası açıktır ki,Suriye ve Irak’ta her zaman en ziyade mağdur ve mazlum olan Türkmenler yeterli desteği almak bir yana, başka örgütlere yapılan yardımlar için kamuflaj olarak kullanılmak gibi bir talihsizliğe müstahak görülmüştür.
Türkiye’de hükümetin de açık tutumunun etkisi altında kamuoyu, İslam dünyasında, bilhassa Filistin ve Mısır’daki gelişmelerde hassasiyet göstermektedir. Bugün Gazze’de yaşananlar insanlık dışı bir saldırının vahim sonuçlarıdır. Bunlara tepki gösterilmesi kadar tabii bir şey olamaz. Ne var ki, Irak’ta, Suriye’de yerlerinden edilen, katliamlara maruz kalan, liderleri sistematik suikastlerle şehit edilen Türkmen kardeşlerimiz söz konusu olunca nedense aynı kamuoyundan ses çıkmıyor. Türkmenlerin dramı nedense cuma hutbelerine konu olamıyor. Acaba bu Müslümanların kabahati, Türk olmak mı?
Doğu Türkistan’da oruç tutan Uygur Türklerine yönelik Çin işkencesi, ülkemizde yaşayan ve Türk deyince tüyleri diken diken olan bazı Müslümanları nedense pek ilgilendirmiyor. Doğu Türkistan, Kırım, Türkmeneli davası, sadece ve yalnızca milliyetçi camianın bir meselesi mi?
İslamcı grupların bu gibi çifte standartlı tavırları, bizleri istikamet sahibi olmaktan uzaklaştırmamalıdır. Türkiye’de hâkim medyanın, sivil toplum adı altında devlet imkânlarıyla yardım kampanyaları yapan İslamcı çevrelerin bu tavrına öfkelenenlerin -azınlık da olsa- bir kesimi, Gazze veya Mısır meselesinde,kayıtsız kalmayı yeğleyebiliyor. Hâlbuki bu meseleler özünde insani ve ahlakiduruşumuzla ilgilidir. Bizler,Gazze’yi de Urumçi’yi de içine alan bir tarihî medeniyet mirasının varisleriyiz. Bütün bu coğrafyalarda yaşanan zulümlere tepki vermemiz, bunları kınamamız vicdani bir sorumluluktur. Başkaları hadiselere tek gözle bakabilir, Türk olanı görmezden gelebilir; biz onların bu kaypaklığı ve ikiyüzlülüğünü paylaşmak durumunda değiliz.
* * *
Türkiye bir cumhurbaşkanlığı seçimininarefesindedir. Bu seçim, aynı zamanda Türkiye’nin demokratik parlamenter sisteminin ve üniter millî devlet yapısının da oylanacağı bir seçimdir. Misak-ı Millî bahane edilerek Türkiye ebeliğinde bir Birleşik Kürdistan’ın resmen kurulması için yapılan görüşmeler artık alenileşmiştir. Türk Ocaklılar olarak bu ülkede yaşayan insanları, etnik köken ve mezhep ayırımı yapmaksızın büyük Türk milletinin mensupları olarak gören bir anlayışla toplumu etnik temelde ayrıştıran söylemlerin hâkim olmasına, sonuna kadar karşısıyız. Bizim için aslolan, kimin cumhurbaşkanı olacağı değil, Türk milletinin birliği ve Türk devletinin bekasıdır. Bunun ise, Türk milletinin millî değerlerine saygılı, cumhurbaşkanlığı forsundaki 16 yıldızın manasına sadık bir anlayışla mümkün olacağı açıktır.
Türkiye’de son dönemde etnik ve mezhebi farkları aşırı derecede körükleyen, yüzyıllık parantezi kapatmak, cumhuriyetin tabularını yıkmak gibi cazip sloganlarla psikolojik bir harekât çerçevesinde yürütülen propagandaya rağmen millî duygular ve şuur, ciddi bir mukavemet göstermektedir. Devlet televizyonunda hükümetin stratejik aklını temsil eden kişilerin programlarında “Kürt hareketi”, “Kürt siyaseti”, “Kürt coğrafyası”, “Öcalan’ın liderliği” gibi ifadeler havada uçuşmaktadır. Etnik bölücü fitneye verilen bütün tavizlere, bu tavizlerin yol açtığı saldırgan ve şımarık davranışlara rağmen millî şuur sahibi kesimler, serinkanlılıklarını koruyarak bu ülkeyi bir iç çatışmaya sürükleme hayalleri kuranları hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyorlar.
Ne var ki, Suriye olaylarının ülke içindeki yansımalarının ciddiye alınması gereken sinyaller verdiği de görülüyor. Maraş, Adana vb. yerlerde yaşananlar ciddi ikazlardır. İstanbul’da IŞİD’le bağlantılı olduğu ileri sürülen Caferîlerin camilerine yönelik saldırılar da bir başka tehdit potansiyeline işaret ediyor. Bu ortamda devlet yetkililerinin başlangıçta yapılan yanlış hesapları bir yana bırakarak mevcut tabloya göre yeni bir makro plan yapmaları ve bu çerçevede dış ve iç güvenliğimize yönelik tehditler karşısında gerekli tedbirleri almaları elzemdir.
* * *
Türk tarihinin zaferler ayına girerken idrak edeceğimiz Ramazan bayramı maalesef bu sene de bayram tadında geçmeyecek. Herşeye rağmen, “acıyı bal eyleyen” o derin irfan dünyamızın bize yol göstermesini, bayramın Türk ve İslam âleminin samimi ve derunibir iç muhasebesine vesile olmasını, zulmün ve gözyaşının dinmesini Cenab-ı Allah’dan dilerim. Allah Doğu Türkistan’dan Gazze’ye Bayır Bucak’dan Telafer’e bütün mazlumların yardımcısı olsun.
Not: İçinden geçtiğimiz süreçte Suriye ve Irak’taki Türkmen kardeşlerimiz, ülkemizde kamplarda yaşayan Suriyeli Türkmen kardeşlerimiz için yapılan kampanyaları çoğaltmak, yaymak ve onlar rahata erene kadar sürekli hâle getirmek, önümüzdeki dönemde en ziyade yoğunlaşmamız gereken bir konudur. Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı’nın Türkmeneli’ndeki kardeşlerimize yönelik nakdi yardım kampanyasına bütün şubelerimizi, üyelerimizin ve gönül dostlarımızın desteklerini devam ettirmelerini, bilhassa istirham ediyorum.