Aziz Türk Milleti,
Birinci Dünya Savaşı, bizim için Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile resmen sona ermişti. Savaşlardan harap ve bitap düşmüş, orduları terhis edilmiş, tersanelerine girilmiş, başkenti işgal edilmiş bir ülkede; 19 Mayıs 1919’da Samsun’da bir güneş gibi doğan Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde bir büyük millet, kendisine çizilmek istenen kadere karşı isyan bayrağını yükseltiyordu.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Hükûmeti, dayatılan ateşkes antlaşmasının, düşman güçler tarafından ülkemizin istedikleri yerini işgal edebilmelerine imkân tanıyan maddeleri dâhil, bütün şartlarını kabul etmişti. İstanbul Hükûmeti, ülkeyi âdeta galip devletlerin merhamet ve insafına terk etmişti. Türk milleti, bu zillete boyun eğebilir miydi? Elbette hayır! Millet, derhâl Kuva-yı Milliye ruhuyla “Müdafaa-i hukuk” ve “Redd-i ilhak” adları altında cemiyetler kurmaya başlamıştı.
13 Kasım 1918’de İstanbul’da, işgalci devletlerin gemilerine bakarak “Geldikleri gibi giderler.” diyen Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da işte bu amaçla, 9. Ordu Kıtaları Müfettişi sıfatı ve geniş yetkiler ile Samsun’a ayak bastı.
Samsun’da, Havza’da yapılan görüşmeler ve yayımlanan genelgeden sonra 22 Haziran 1919’da Millî Mücadele’nin esaslarını ortaya koyan Amasya Tamimi yayımlandı. Tamim’de şunlar vurgulanmaktaydı:
“Vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir.”
“Milletin istiklâlini gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Mustafa Kemal Paşa, daha sonra Erzurum’a geçer. İngilizlerin İstanbul Hükûmeti’ne Mustafa Kemal Paşa’nın geri çağrılması yönünde baskıları artar ve neticede Paşa, askerlikten istifa ederek sineyimillete döner.
23 Temmuz 1919’da toplanan ve başkanlığını Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı Kongre’de “Millî sınırlar dâhilinde bulunan vatanın bütün kısımları bir bütündür. Yekdiğerinden ayrılamaz.” denilerek her türlü işgale karşı direniş kararı alındı. “Kuva-yı Milliye'yi etken ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.” düsturuyla oluşturulan Temsil Heyeti, Anadolu’da yönetimi fiilen ele aldı. Bu kararlar, daha sonra 4 Eylül’de toplanan Sivas Kongresi’nde de onaylanmıştır. Manda ve himaye isteyenlere karşı Mustafa Kemal tam bağımsızlıktan başka yol olmadığını kabul ettiriyordu.
Milletin sesini yükselten kongreler, Osmanlı Meclis-i Mebusanı için seçimlerin yapılmasını ve Meclis’in toplanmasını sağladı. Meclis, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin aldığı kararlar doğrultusunda 28 Ocak 1920’de «Misâk-ı Millî» metnini kabul etti. Meclis’in bu tutumu karşısında baskıların artması üzerine 3 Mart 1920'de Ali Rıza Paşa kabinesi istifa etti.
16 Mart 1920 tarihinde İstanbul, sabah saat ondan itibaren resmen işgal edilmeye başlanmıştı. Padişah, üyelerinin çoğu dağılan ve 18 Mart’ta kendi iradesiyle çalışmalarına ara veren Meclis-i Mebûsan’ı 11 Nisan’da tamamen kapattı.
İstanbul’un işgali, Mustafa Kemal Paşa’ya düşündüğü tedbirleri uygulama fırsatını verdi. Erzurum’dan mebus seçildiği hâlde, görünüşte hastalık gerekçesiyle, aslında güvenlik endişesiyle İstanbul’a gelmeyen Mustafa Kemal, 17 Mart’ta Temsil Heyeti adına bir bildiri yayımlayarak ülke yönetimine el konulduğunu ve meclisin Ankara’da toplanacağını duyurdu.
Millet kendi mukadderatına el koymuş, olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanması kararlaştırılmıştı. Nisan 1920 tarihinde de Mustafa Kemal, illere Meclis’in 23 Nisan’da, Hacı Bayram Veli Camisi’nde kılınacak Cuma namazını müteakiben açılacağını bir genelge ile bildirdi. Ankara, 23 Nisan’da gerçekten tarihî bir olaya hem şahit hem de sahne oluyordu. Millet Meclisi’nin, Ulus Meydanı’ndaki İttihat ve Terakki Kulübü binasında açılmasına karar verildi.
23 Nisan 1920 Cuma günü, Hacı Bayram Veli Camisi’nde kılınan Cuma namazından sonra dualarla Büyük Millet Meclisi açıldı.
Büyük Millet Meclisi’nin açılması, Türk milletini sevince gark ederken kurtuluş ümidini ve bağımsızlık tutkusunu zirveye taşıdı. Meclis Başkanı seçilen Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi Reisi sıfatıyla İcra Vekilleri Heyeti toplantılarına da başkanlık etmeye başladı.
1921 yılında kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda “Hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindir.” ilkesi benimsenmiş ve böylece örtük olarak Cumhuriyet’e geçişin işareti de verilmiştir. Bu Anayasa’nın birinci maddesi aynen şöyledir:
“Hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindir. [Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir.] İdare usulü, halkın mukadderatını [geleceğini, kaderini] bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir [dayanır].” 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilirken maddeye “Türkiye Devleti’nin şekl-i hükûmeti, cumhuriyettir.” cümlesi eklenecektir.
Aziz Türk Milleti,
İşte bugün biz Türk Milleti’nin var olma mücadelesini şerefle, fedakârlık ve feragatle yürüten Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 101. kuruluş yıl dönümünü idrak ediyor ve kutluyoruz. O Meclis’in ruhu bize, Cumhuriyet’i ve demokrasiyi getirdi. Bunlar elbette kolay olmadı. Unutmayalım ki bu millet, Millî Mücadele’yi Gazi Meclis eliyle ve onun yetkilendirdiği Meclis Reisi ve Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın liderliği ile yürütmüştür.
1921 yılından itibaren Millî Hâkimiyet Bayramı olarak kutlanan 23 Nisan, daha sonraki yıllarda bugün Çocuk Esirgeme Kurumu adını alan Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından çocuklara yardım amacıyla kapsamlı bir şekilde kutlanmaya ve Çocuk Günü olarak anılmaya başlanmıştır. Bunda, Atatürk’ün çocuklara verdiği önemin yeri büyüktür. Türk Ocağı da bu faaliyeti desteklemiştir. 1929’a gelindiğinde ise, 1926-27’den beri Çocuk Bayramı olarak kutlanan 23 Nisan’ın, Çocuk Haftası olarak bir hafta boyunca ve geniş kapsamlı etkinliklerle kutlanmasına karar verildiğinden görev, Türk Ocaklarına düşmüştür. Türk Ocakları bu görevi layıkıyla yerine getirmiş; yapılan çeşitli etkinliklerin yanında, Türk Ocakları yönetimini çocuklara devrederek bugün de devam eden bir teamülün temelini atmıştır.
Bu noktada geçtiğimiz günlerde meydana gelen müessif bir hadiseye de temas etmek isterim. Bir ilçe Millî Eğitim Müdürü, Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı’nın Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’unu öğrencilere dağıtmak için yaptığı başvuruyu, bu eserin öğrenciler için uygun olmadığını ileri sürerek reddetmiştir. Millî Eğitim Bakanlığının isabetli bir kararla kendisini görevden alması takdire şayandır. Bununla birlikte böyle bir zihniyetin Millî Eğitim Müdürlüğü görevinde bulunması ve Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’ün Nutuk’u hakkında böyle bir resmî yazı yazabilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur.
Bu vesileyle başta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk Başkanı, Başkumandan ve Cumhuriyet’imizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Birinci Meclis’in muhterem üyelerini, İstiklâl Harbi’mizin kumandan ve askerlerini, şühedayı ve Millî Mücadele’ye kanıyla canıyla katılan bütün ecdadımızı rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz. Demokrasimizi ve millî iradeyi her zaman ve her şartta etkili kılmak için çalışacağız.
Cumhuriyet’in ve demokrasinin kıymetini çocuklarımıza ve gençlerimize çok iyi öğretmeliyiz. Başta çocuklarımız olmak üzere bütün milletimizin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kıvançla ve gururla kutluyoruz.
Ne Mutlu Türk’üm Diyene!