TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

Seçim Sonuçları Ve Türkiye’nin Geleceği

Bu hafta sonu, 7 Haziran 2015 tarihinde, Türk milleti önümüzdeki dört yılı yasama ve yürütme erklerini oluşturacak yapı hakkında kararını verdi. AK Parti yüzde 41 oy almakla birlikte Meclis’te salt çoğunluğu elde edememiş, CHP yüzde 25 oy ile konumunu korumuş, MHP yüzde 16 oy alarak oyunu ve milletvekili sayısını arttırmış, HDP ise barajı geçerek yüzde 13 oy ile Meclis’te MHP ile eşit sayıda vekille temsil edilme hakkını kazanmıştır. Saadet-BBP ittifakı yüzde 2’de kalırken İşçi Partisi’nin Vatan Partisi olmasının Türk milleti nezdinde hiçbir anlam ifade etmediği de ortaya çıkmıştır. Sonuçlar hakkında genel bir değerlendirme yapmak gerekirse şunları söylemek mümkündür:

 

1-Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçları yeterince dikkatle değerlendirilememiştir. Demirtaş’a oy verenlerin saikleri anlaşılamamıştır. Yüzde 10 barajının kaldırılmış olması halinde HDP’nin gerçek oy gücünün üstünde bir cazibe merkezi haline gelmesi mümkün olmazdı.

 

2-Sayın Cumhurbaşkanı’nın kampanyasını Başkanlık sistemi üzerine kurması, AK Parti seçmeninin önemli bir kesimine sempatik gelse de genelde olumsuz karşılanmıştır (Bu kampanyanın Sayın Davutoğlu’nun Genel Başkanlığı ile ilgili yol açtığı havayı bir kenara bırakıyoruz). HDP’nin oyunun bir kısmı Başkanlık sistemi korkusuyla verilen emanet oylar olduğu açıktır. AK Parti liderliği bu ruh halini yeterince dikkate almamıştır. Gerçi sayın Başbakan kampanyasında Başkanlık üzerinde pek durmamıştır ama her gün iki yerde yapılan ve canlı olarak pek çok kanalda verilen Cumhurbaşkanlığı mitingleri - AK Parti’nin sadık seçmenini konsolide etmede önemli katkı sağlamakla birlikte -, tersi arzu edildiği halde, HDP’nin barajı aşmasına da yardımcı olduğu izlenimi vardır.“Paralel yapı”  söylemi  doğrultusunda yapılan uygulamalarda kurunun yanında yaşın da yanması ve basın mensuplarına karşı açılan davalar Başkanlık sisteminin diktatörlük olarak algılanmasına katkı yapmıştır.

 

3-MHP oy oranını biraz yükseltmiş, CHP hedefinin altında kalmış olmakla birlikte bu partilerin siyasî hayatta sağlam yapılar olarak kalmaya devam edeceği anlaşılmıştır. Partiler, siyasî söylemlerinde kamplaşma ve kutuplaşma yerine rekabeti ortaya koysalardı seçim sonrasında koalisyon ihtimalleri realize edilebilirdi ancak hem partiler arasında kullanılan dil hem de Sayın Cumhurbaşkanı ile muhalefet partileri arasındaki sert tartışmalar bu kapıları adeta kapatmıştır.

 

4-AK Parti yüzde 41 kadar oy almasına rağmen tek parti iktidarını sağlayacak bir çoğunluk ortaya çıkmamış, koalisyon ihtimaline kapıları büyük ölçüde kapatan söylemler karşısında azınlık hükümeti ve erken seçim seçeneği öne çıkmıştır.

 

Önümüzdeki günlerde  Türkiye seçim sonuçlarına göre çizilecek yolu tartışacak ve  yeni hükümetin kuruluş süreci başlayacak. Burada asıl önemli olan nokta, siyasilerimizin geçtiğimiz 12-13 yılda yaşananları doğru, akılcı ve isabetli bir şekilde değerlendirip geleceğe dönük politikaları ona göre oluşturmalarıdır. AK Parti iktidarının geçtiğimiz dönemde yaptığı olumlu ve olumsuz icraat, yapmadıkları, yapamadıkları, iyi yapmadıkları enine boyuna nesnel bir şekilde ele alınmalıdır. Bu değerlendirme, etrafımızda ve dünyada olup bitenler bağlamında yapılmalıdır. Özellikle “ustalık dönemi” olarak adlandırılan ama büyük ölçüde gerilimli ve kaotik bir manzara arz eden son birkaç yılın en göze çarpan olgularını değerlendirerek bu muhasebeye başlanabilir.

 

Geçtiğimiz dönemin en kritik hatalarından biri, açılım ve çözüm sürecinde İmralı-Kandil-BDP/HDP üçlüsünün oyunlarının, bunların uluslararası bağlantı ve ilişkilerinin yeterince değerlendirilememesi; özellikle çözüm sürecinde bölgenin PKK’nın gençlik yapılanması ve KCK unsurlarına adeta  teslim edilmesidir. 6-8 Ekim olayları, Arappınarı/Kobani’de yaşananlar, tehdidin büyüklüğünü gözler önüne sermiştir. Ne gariptir ki, Türkiye’nin sözde barışsever, hümanist sol-liberal kesimleri, eli kanlı terör örgütünün elinde silahla yürütttüğü bu hakimiyet mücadelesini ya görmezden gelmiş ya da-en azından bir kısmı-içten içe desteklemiştir. Son seçimlerde HDP’nin başarısında,  medyadaki  temsilcileriyle bu kesim önemli bir rol oynamıştır. Daha önce bölgede önemli bir varlığı olan AK Parti adeta erimiştir. Sürekli taviz siyasetinin varacağı yer hakkında yapılan ikazlara rağmen AK Parti liderliğinin yanlış hesabı Van’dan ve Diyarbakır’dan dönmüştür.

 

Bir önemli ve kritik hata da Ortadoğu siyasetinde yapılmıştır. Dış politikada, 11 Eylül ve 2003 Irak’a müdahale dönemlerinde yaşanan kırılganlıklar, askerimizin başına çuval geçirilmesi, Irak’ta inisiyatif kaybedişimizden sonra, özellikle yumuşak gücümüzü de iyi kullanarak Ortadoğu ve İslam dünyasında iyi ilişkiler kurduk. Türk dünyasıyla ilişkiler arzulanan seviyede olmasa da dört devletin katılımıyla Türk Konseyi’nin kurulması, enerji ve boru hatları konularında geliştirilen projeler dikkati çekiyor. AK Parti’nin içeride karşılaştığı sıkıntılara karşı bir dış meşruiyet kaynağı olarak AB sürecini bir noktaya götürdükten sonra AB’nin hazmetme kapasitesi bahanesiyle süreci tıkadığı malum. Yine de Türkiye, Irak’ta önceki hükümetle yaşadığı sıkıntının dışında Ortadoğu ve Balkanlarda, Afrika ve Güney Amerika’da kurduğu ilişkilerle çok yönlü bir dış politikayı inşa etmişti.

 

Ne var ki, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde başlayan sözde “Arap Baharı”, önceki dönemin kazanımlarını büyük ölçüde yok etti. Mısır ve Libya ile ilişkiler, Müslüman Kardeşler “takıntı”sının ipoteği altınadır. Sisi’nin zalimliği ya da darbeciliği Türkiye’nin iç meselesi değildir. Elbette insan olarak da Müslüman olarak da bunu kınıyoruz ama devlet yönetenler bu gibi konularda reel politiğin soğuk gerçeklerini göz ardı edemezler.  Suriye’deki yanlış hesap 2 milyona yakın sığınmacının yıllardır ülkemizde konuk edilmesi, bölgede IŞİD gibi ne idüğü tartışmalı bir yapının terör estirmesi, akabinde Irak’ta Türkmenlerin ve diğer bazı grupların yerlerinden edilmesi gibi sonuçlara yol açtı. IŞİD’in politikasından en ziyade kârlı çıkan ise PKK/PYD oldu. Kuzey Suriye’deki kantonlarında hakimiyeti pekiştirdiği gibi şimdi de o kantonlar arasından bölgeleri IŞİD tehdidinin boşaltmasından istifade ederek yekpare bir parçaya sahip olmanın planlarını yapıyorlar. Kısacası içeride PKK unsurlarının bölgede sağladığı hakimiyet, Suriye’nin kuzeyindeki durum, artık uzun değil orta vadede dört parçalı Kürdistan’ın inşası heveslerini kabartıyor. Suriyeli sığınmacıların toplumsal yapıda yol açtığı problemler ve ileriki yıllarda ortaya çıkacak gelişmeler ayrıca ele alınması gereken mühim konulardır.

 

Türkiye’nin geleceği açısından, seçim sonuçlarını da dikkate alarak kısa vadede aşağıdaki hususların gündeme getirilerek tedbirler alınması zaruri görünmektedir:

 

1-Seçim sisteminde değişikliğe gidilerek baraj yüzde 5-6 seviyelerine çekilmelidir. HDP’nin hak etmediği derecede yüksek oy almasında  payı olan Başkanlık sistemi tartışması gündemden düşürülmelidir. Ergenekon-Balyoz yargılamalarıyla başlayıp  17-25 Aralık süreciyle iyice şirazeden çıkan hukukun manipülasyonu çabalarına son verilmeli, adaletin mülkün temeli olduğu sadece lafzen söylenmemeli, özde de içselleştirilmeli ve uygulamada gösterilmelidir. Ehliyet ve liyakatı ikinci plana itip sadakati öne çıkaran yaklaşım terk edilmelidir. Siyasi Partiler ve Seçim kanunlarında değişiklik yapılarak taban demokrasisinin önü açılmalıdır.

 

2-Çözüm sürecinde PKK-HDP çizgisine itimad edilemeyeceği anlaşılmalı, Türkiye’de bu meselenin çözümünün, bir yandan terörle tavizsiz mücadele edilmesi, öte yandan  milletin hukukuna, insan haklarına ve demokrasiye riayetkâr tedbirlerden geçtiği üzerinde mutabık kalınmalıdır.

 

3-Şayet bir erken seçime gidilecekse Doğu ve Güneydoğu’da can güvenliği ve insanların serbestçe oy vermelerini sağlayacak tedbirler alınmalıdır. Türk milletinin birliği ve Türk devletinin bekasını esas alan siyasiler, bütün bölgelerimizde ve bütün toplum kesimleriyle daha sıcak ve yakın ilişkiler geliştirmeli, bu vatanda bin yıldır süren kardeşliği berhava etme noktasına gelen bölücü hareketin cilalarını dökmeli, gerçek yüzlerini teşhir etmelidir.

 

Bu seçim sonuçlarının hayırlara vesile olmasını dilerim. Unutmayalım ki bizim hayır bildiğimizde şer, şer bildiğimizde hayır olabilir. Siyasilerimizin, Türk milletinin yaptığı ihtar ve ikazın manasını idrak etmelerini temenni ederim.