Dünya siyasî sistemi 1990’lardan bu yana köklü bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Tarihî arkaplanı dikkate alarak bugünü iyi anlamak ve güncel meseleleri doğru teşhiş etmek hayatî önem taşıyor. Bölgemizde ve ülkemizde meydana gelen gelişmelerin kıskacında sıkışmış görünen gündemin ötesine, geleceğe bakmaya, bir gelecek tasavvuru ortaya koymaya ihtiyaç var. Bu gelecek tasavvuru Türk Ocakları tarafından medeniyet tasavvuru olarak ifade edilmiştir.
Sıkça ifade ettiğimiz üzere, Türkiye ve Türklük içe kapanmacı ve savunmacı bir pozisyondan, tarihte nizam-ı âlem ve ilâ-yı kelimetullah olarak ifade edilen cihanşumül ufku, zamanın ruhuna, asrın idrakine uygun bir şekilde yeniden inşa etmek durumuna geçmelidir. Türk Dünyası ve Osmanlı hinterlandı bize bu yeni tasavvurun imkânlarını sunuyor. Ne var ki bunu, bölgeyi tanzim etmek isteyen küresel güçlerin projeleriyle, Osmanlı geçmişinin çarpıtılmış yorumlarıyla karıştırmamalıyız. Büyük bir cihan devletinin ve medeniyetinin varisleri olduğumuzun şuuruyla hareket etmeliyiz.
Bugün Türkiye yeni anayasa tartışmaları ve onunla bağlantılı olarak terör meselesinin çözümü konularına kilitlenmiş durumdadır. Öte yandan Ortadoğu’da gelişmeler hızla haritanın değişitirilmesi istikametinde ilerliyor. İsrail’in özrünün Öcalan’ın Misak-ı Milli vurgulu mesajının arkasından gelmesinin manası açık. Ortadoğuda etnik ve mezhebî düşmanlıkları kışkırtan fitne kazanı kaynamaya devam ediyor.
İşte böyle bir ortamda eyalet sistemi tartışmasının tekrar gündeme gelmesi de manidar. Başka ülkelerin tarihlerini, oradaki federal sistemlerin arkaplanlarını ve muhtevalarını Türkiye tecrübesi ile bağdaştırma gayretlerinin ilmî ve fikrî yönlerden eleştiriye açık olduğu ortada. Ne yazık ki ülkenin Başbakanı bu konuda yanlış bilgilendirilmektedir. Osmanlı’da eyalet sistemi vardı klişesi maymuncuk gibi kullanlıyor. Sayın Başbakan “Osmanlı’ya baktığımız zaman Osmanlı’da Lazistan, Kürdistan eyaletleri vardı” diyor.
Bir kere şunun altını çizelim: Osmanlı tarihi boyunca çeşitli biçimlere girmiş taşra idaresinin bugünkü yerel yönetimler için bir model oluşturabileceğini zannetmek anakronik yani çağı dikkate almayan tarih-dışı bir yaklaşımdır. Osmanlı tarihi boyunca kuruluş dönemi, klasik dönem, âyanlık çağı ve Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinin idarî sistemlerinde değişiklikler olduğu gibi her dönemde farklı uygulamalar da vardı. Onun için Osmanlı’da eyalet sistemi vardı gibi bir genelleme Osmanlı tarihinin bütününü izah etmez.
Burada meselenin akademik yönden ayrıntılı bir analizi yapılmayacak. Sadece şunu belirtelim. Osmanlı tarihinde sınırlar büyüdükçe sancaklar(liva) ve sonra da beylerbeylikler teşekkül etti. Klasik devirde Osmanlılar devletin merkezî topraklarında yani Rumeli ve Anadolu’da bir yöreye iki idareci atardı: kadı ve sancakbeyi. Her ikisi de merkezden atanır ve görevden alınırdı. Burada bir denge-kontrol sistemi vardı. 16. yüzyıl ortalarından itibaren beylerbeyiliklere eyalet denmeye başlandı. Osmanlı eyaletleri kendi içinde özerk yapılar değildi. Her bir beylerbeyi doğrudan merkeze bağlı idi ve sık sık azil ve tayinler olurdu. Buradaki eyaletleri ABD’nin aslında “devlet/state” diye adlandırılan eyaletiyle veya Almanya’daki eyaletlerle paralel sanmak tamamen yanlıştır.
18. yüzyıl ayanlar çağı adem-i merkezileşme açısından önemlidir ama Osmanlı devleti o dönemde dahi merkezin en azından formel denetimini vurgulamaya daima özen göstermiş, Doğu Anadolu’da, 17-18. Yy.da sayısı 10-11 arasında değişen ve Diyarbekir, Van beylerbeylikleri içinde bulunan mahallî Kürt beylerinin “hükümet” tabir edilen yönetim bölgelerinin hakimlerini bile sık sık azlederek denetimini sürdürmek istemiştir.
Osmanlı Devletinin klasik dönem eyalet teşkilatı içinde “Kürdistan eyaleti” diye bir idarî-coğrafî birim yoktu. Sadece Yavuz’un Doğu Anadolu’yu ilhak ettiği dönemin hemen akabinde, burada teşkil olunan Diyarbekir Beylerbeyliğine bağlı bazı idarî birimler mahallî bey ailelerinin idaresine bırakıldığından bunların hepsine birden “eyâlât-ı Kürdistan” denmişti. Burada “eyalet” tabiri ise her bir ailenin yönetimi altındaki birim anlamına gelip beylerbeyilik ve onunla eşanlamlı olan eyaletten farklıdır. Nitekim Osmanlılar beylerbeyilik yerine eyalet terimini ikame edince bu mahalli beylerin yönetim bölgelerine “hükümet” demişlerdir (Hakkari, Genç, Palu, Cizre, İmadiye, Bitlis vb.). Bunlar, yukarıda da ifade edildiği üzere Diyarbekir, Van eyaleti gibi doğrudan merkeze bağlı eyaletler içindeki Osmanlı sancaklarının yanında yer alan idari birimlerdir. Buraların beyleri de savaşta eyalet beylerbeyinin komutası altına girerdi.
Bazıları Diyarbekir, Van gibi eyaletler yanında Kürdistan eyaletinden bahseder ki o zaman şu soruyu sormak gerekir: Peki Kürdistan eyaleti, Diyarbekir, Van, Erzurum, Musul gibi beylerbeyilik/eyaletlerin neresine düşer? Osmanlılarda Kürdistan tabiri bu eyaletler içinde ırsen bazı ailelerin yönetiminde olan, yukarıda da saydığımız hükümet-sancaklara verilmiştir. Yani, Tanzimat dönemindeki idarî reforma kadar, topyekün bir coğrafî-idarî birim manasında kullanılmamıştır.
Osmanlılarda Lazistan diye bir “eyalet” hiç olmadı. Yalnızca 19. Yy.ın ikinci yarısında, Tanzimat dönemi idarî yapılanması çerçevesinde bir ara Trabzon Vilayetine bağlı bir “Lazistan sancağı (nam-ı diğer Batum)” ihdas edildi. Tanzimat öncesinde Batum Sancağı olan bu sancak, 1878’de Batum kaybedildikten sonra Rize’ye taşındı ve 1918’e kadar devam etti. “Kürdistan eyaleti” de aynı dönemin bir ürünüdür(1848-1868 arası). Vilayet nizamnamesinin uygulanmasıyla ortadan kalktı. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken nokta şu: Bu tabirlerin kullanıldığı idarî sistem hiç de zannedildiği gibi eyalet sistemi yani federal bir düzen değildir. Tam tersine, âyânlık dönemi tecrübesinden sonra, merkeziyetçi bir idare çerçevesinde tesis edilen bir idarî reformun neticesidir.
Osmanlıların kuruluş ve klasik dönemde ele geçirdikleri yerleri kendi idareleri altına alma siyasetlerinin temel ilkeleri konusunda Halil İnalcık’ın “Osmanlı Fetih Yöntemleri” makalesi ufuk açıcıdır. İdarecilerimizin orada tedricî fetih siyaseti olarak ifade edilen yöntemi iyi anlaması lazım. Osmanlılar ele geçirdikleri bölgelerin özelliklerine göre esnek bir yönetim modeli uygulamakla birlikte bazı bölgeler (Erdel, Eflak, Boğdan, Kırım, Hicaz, Dubrovnik) hariç, özellikle de İmparatorluğunu ana omurgasını oluşturan Rumeli ve Anadolu’da zaman içinde merkeziyetçi bir sistemi oturttular. Fatih, bu merkeziyetçi siyasetin zirvesi olarak İnalcık tarafından İmparatorluğun hakiki kurucusu olarak ifade edilir.
Burada merkeziyetçiliğin faziletlerini ortaya koymak, federalizmin her daim ve her yerde kötü olduğunu savunmak gibi bir derdimiz yok. Sadece bu topraklarda, sanayi-öncesi çağda, ulaşım ve iletişim imkânlarının o günkü durumunda dahi adem-i merkeziyetçi bir anlayışın, hele hele etnik-mezhebî temele dayalı bir idarî yapılanmanın söz konusu olmadığını vurgulamaya çalışıyoruz. Yönetim organizasyonu açısından meselenin değerlendirilmesi, yerel yönetimlerin yetkilerinin düzenlenmesi ayrı bir meseledir. Ancak ülke yönetimi düzenlenirken bu toprakların tarihinde yalnızca zayıflama, parçalanma ve istila dönemlerinde ortaya çıkan adem-i merkeziyetçi uygulamaların bugünkü problemin çözümüne çare olabileceğini düşünmek tarihin yanlış bir yorumuna hatta çarpıtılmasına dayanır.
Sözün özü, tarihte parçalı siyasî yapıların birleştirilmesi sürecinde ortaya çıkan federal sistemleri (ABD, Almanya vb.) örnek göstererek üniter yapıya sahip, tarihte güçlü olduğu dönemlerde merkeziyetçi bir idare ile yönetilmiş olan Türkiye’de federalizmin dertlere deva olacağını sanmak büyük bir hatadır. Bunun, emperyal rüyalarımızı gerçekleştirmenin yöntemi olduğunu sanmak ise çok daha vahim bir yanılgıdır.
[*] Bu konuda çok geniş bir literatür var. Derli toplu bilgi için değerli hocam Tuncer Baykara’nın Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş (TKAE, yayını, Ankara 1988)ve İlber Ortaylı’nın Türkiye Teşkilat ve İdareTarihi (Cedit Neşriyat, Ankara 2007) kitaplarına bakılabilir. Osmanlı döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki idarî yapılanma konusunda akademik nitelikli bir yazıyı 2009’daki açılım vesilesiyle Türkiye Günlüğü dergisinde (sayı 99, 2009)yayınlamıştım.