“Terörsüz Türkiye”: Yeniden “Çözüm Süreci” mi, Terör Örgütünün Kayıtsız Şartsız Teslim Oluşu mu?[1]
Mehmet ÖZ[2]
Türkiye’nin kırk yılı aşkın bir süredir karşı karşıya olduğu bir bölücü terör sorunu vardır. Suriye sorununun başlangıcında izlenen hatalı siyaset, Suriye’nin kuzeyinde bir terör örgütü yapılanmasına katkıda bulunmuştur. “Katkıda bulunmuştur.” diyoruz, çünkü küresel güçlerin politikalarının önemli derecede etkide bulunduğu bir konuyu, sadece kendi hatalarımızla açıklayamayız. Bunca yıldır sarf ettiğimiz gayretlere rağmen ABD yönetimi, ısrarla Suriye PKK’sından oluşturduğu silahlı gücü âdeta bir orduya dönüştürmeye ve son olarak da hava savunma sistemleri vererek Türkiye karşısında korumaya devam etmiştir. Suriye’deki son gelişmeler ve ABD’de Trump’ın yeniden başkan olması, bu sahada ilk bakışta lehimize bir durumun ortaya çıkmasını sağladı. Bununla birlikte süreç içerisinde yaşanan bazı gelişmeler, eski ve yeni ABD yönetimlerinin her yana çekilebilecek açıklamaları, sözde müttefikin, SDG olarak isimlendirdikleri ama esasında PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD ve onun silahlı kanadı YPG’nin yönettiği yapıya olan desteğinin sona ereceğini göstermiyor.
Bilindiği gibi Türkiye, seçimlerden sonra TBMM Başkanı’nın önderliğinde yeniden bir “yeni anayasa” tartışmasına girmişti. Kamuoyunun nabzı yoklanmış, Cumhuriyet’in temel felsefesi, Anayasa’nın ilk dört maddesi ve vatandaşlıkla ilgili 66. madde konusundaki hassasiyetin gücü görüldükten sonra çeşitli ağızlardan, bu konuların zaten tartışma dışı olduğu, asıl maksadın 12 Eylül Darbesi’nin ürünü olan mevcut Anayasa yerine sivil bir anayasa hazırlamak olduğu ifade edilmiştir. Yeni anayasa arayışlarının bir yönünün de 2017 değişikliği ile hayata geçirilen Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin tahkim edilerek mevcut Cumhurbaşkanı’nın önündeki süre kısıtının kaldırılması olduğuna dair birtakım iddialar dile getirilmiştir. Bu kapsamda kritik nokta, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulus-devlet/millî devlet vasfı ve üniter yapısıdır. İlk dört maddenin yanında Türk vatandaşlığı tanımıyla ilgili 66. madde, üniter millî devlet açısından vazgeçilmez niteliktedir. Bu maddenin tartışılabilir olduğu yolunda iktidar partisine mensup vekillerin açıklamaları, niyetleri konusunda şüpheleri davet etmektedir.
TBMM’nin yeni dönem çalışmalarının başladığı Ekim ayında, Türkiye’de ilgi çekici ve bir yönüyle de şaşırtıcı yeni bir süreç başladı. MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin DEM Parti Grubu temsilcileriyle tokalaşması, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile sohbeti, bu sürecin âdeta işaret fişekleriydi. 21. yüzyılda Türk siyasi hayatının önemli kırılma noktalarındaki hamleleri malum olan Sayın Bahçeli, 22 Ekim 2024 Salı günü, MHP Grup Toplantısında tarihî bir çağrıda bulundu. Bahçeli’nin “TBMM’de her meselenin ele alınıp millî ve müşterek akılla çözümü mümkün ve hatta mecburidir. Eğer terörsüz bir siyaset, terörsüz bir ülke, terörsüz bir gelecek hususunda herkes ittifak hâlindeyse o hâlde değil elimizi taşın altına koymaya, gövdemizi koymaya varız ve buradayız.” diyerek, Teröristbaşı’nın örgütü lağvettiğini ilan etmesi karşılığında “umut hakkı”ndan yararlanabileceğini söylemesi, ülkedeki bütün kesimlerde bir şok etkisi yarattı.
Bu çağrı üzerine farklı eğilimdeki siyasilerden ve STK’lerden değişik tepkiler geldi. DEM Parti, açıklamayı kendi bakış açısıyla yorumlayarak olumlu karşılarken CHP Genel Başkanı, daha sonra tevil ettiği şu sözleri sarf etti: “El yükseltiyorum, Devlet Bey. Ben de Kürtlere bir devlet teklif ediyorum. Tam olarak kendilerini ait hissetmeyen bütün Kürtlere Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sahibi olmayı teklif ediyorum.” Sayın Cumhurbaşkanı da “'Türkiye'nin geleceğinde teröre ve terörün karanlık gölgesine yer olmadığını herkesin idrak etmesini bekliyoruz. Bu doğrultuda Cumhur İttifakı tarafından açılan tarihî fırsat penceresinin kişisel hesaplara kurban edilmemesini ümit ediyoruz. (…) Topyekûn millet olarak hep beraber terörün ve şiddetin olmadığı Türkiye'yi inşa edelim istiyoruz.” şeklinde, konuya yaklaşımını ifade etti. Başta şehit ailelerinin kurduğu dernekler olmak üzere pek çok sivil toplum kuruluşunun yanında, bazı siyasi partiler de bu açıklamalara tepki gösterdi. Özellikle adına “Çözüm Süreci” denilen dönemde yaşanan Habur rezaleti, şehir merkezlerinde kurulan mahkemeler, sözde asayiş kontrolleri ve ardından gelen hendek-barikat terörü belleklerde tazeliğini korurken her ne kadar bunun bir yeniden çözüm süreci olmadığı iddia edilse de, yeniden çözüm süreci söylemlerinin, iletişim ortamında yoğun bir şekilde gündeme gelmesi, Türk kamuoyunun büyük kısmında haklı tepkilere yol açtı.
Bu çerçevede Sayın Devlet Bahçeli’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turundan sonra sarf ettiği şu sözler tekrar hatırlandı: “Önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, her şey değişecektir. Öyle gözüküyor. İnşallah Türkiye değişmez.”.
Daha sonra bir yandan İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki saldırıları ve bizzat Sayın Cumhurbaşkanı’nın İsrail’in Türkiye’ye yönelik tehdit oluşturduğu hakkındaki açıklamaları, öte yandan da TBMM Başkanı’nın yürüttüğü yeni anayasa çalışmaları hakkında meydana gelen tartışmalar neticesinde, “İç Cephenin Tahkimi” söylemi telaffuz edilmeye başlanmıştı. Bazı yorumcular, Devlet Bahçeli’nin şaşırtıcı çıkışının arkasında, bu istikamette bir takım gelişmeler üzerine “devlet aklı”nın harekete geçmesinin yattığı yorumunu yaparken kimi çevreler de bütün bunların bir anayasa değişikliğinde DEM Partinin de desteği alınarak Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir dönem daha seçilmesi amacına matuf olduğunu iddia etti.
Sayın Bahçeli tarafından yapılan çağrı karşısında, Hükûmet tarafının işi ağırdan aldığı yorumları yapıldı. Kimileri de Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu çağrının yapılacağından haberdar olmadığını ileri sürdü. Bununla birlikte, süreç içerisinde DEM Parti heyetinin “bölücübaşı”nı ziyaretine izin çıktı ve ziyaret sonrası bir açıklama yapıldı. 2 Ocak 2025 Perşembe günü de Sayın Bahçeli’nin isteğiyle Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder ile birlikte Ahmet Türk’ten oluşan heyet, Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş ve Sayın Devlet Bahçeli ile bir görüşme yaptı. Heyetin şimdilik üç konuda taleplerini ilettiği basında yer aldı: Genel af, terörle mücadele yasasında değişiklik ve kayyım ataması işinin TBMM’ye bırakılması. Heyet daha sonra CHP başta olmak üzere bazı partileri de ziyaret etti.
Bu süreçte, tek taraflı bir şekilde PKK’nın (Suriye’deki dâhil) tasfiyesi söz konusu ise buna kimse itiraz etmez. Ancak, dönem dönem farklı devletler ve istihbarat örgütleri ile ilişki içine girmiş, dünya uyuşturucu trafiğindeki yeri malum bir terör örgütünün böyle bir “çözüm”ü kabul edebileceğine inanmak mümkün değildir. Bu bağlamda konu yalnızca, Teröristbaşı’na bir şeyler vaadedilip edilmediği değildir; aynı zamanda PKK’nın ve bu süreçte etkin rol alan DEM Parti’nin bugüne kadarki taleplerinden (ki bunların nihai kertede ülkeyi bölmek istedikleri açıktır) vazgeçip geçmeyeceğidir. Konuyu daha iyi tahlil edebilmek için Teröristbaşı ile yapılan görüşme sonrası, söz konusu heyet tarafından yapılan açıklamaya kısaca bakalım.
“Kürt sorununa kalıcı çözüm bulmaya yönelik yaptığı değerlendirmeler hayati önemdeydi. (…) Düşünceleri ve yaklaşımının genel çerçevesi aşağıdaki gibidir:
- Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek, tarihî bir sorumluluk olduğu kadar tüm halklar için de kader belirleyici bir önem ve aciliyet kazanmıştır.
- Sürecin başarısı için Türkiye’deki tüm siyasi çevrelerin dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması, yapıcı davranması ve pozitif katkı sunması elzemdir. Bu katkıların en önemli zeminlerinden biri de şüphesiz TBMM olacaktır.
- Gazze ve Suriye’de yaşanan hadiseler göstermiştir ki, dışarıdan müdahalelerle kangrenleştirilmeye çalışılan bu sorunun çözümü artık ertelenemez bir hâl almıştır. Bunun ciddiyetiyle doğru orantılı bir çalışmayı başarıya ulaştırmak için muhalefetin de katkı ve önerileri değerlidir.
- Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim.
- Heyet bu yaklaşımımı gerek devletle gerekse siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım.
- Bütün bu çabalarımız, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz olacaktır.
- Devir, Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşlik devridir.”
Öncelikle şu tespiti yapalım: Sayın Cumhurbaşkanı Türkiye’de artık bir Kürt Sorunu olmadığını söylediği gibi Sayın Bahçeli’nin de sorunu terör ve bölücülük olarak gördüğü açıktır. Hâlbuki metin, üzerinde müzakere edilen konunun Kürt Sorunu olduğunu ifade etmektedir. Yine metinde “Türk-Kürt kardeşliği”nin yanında “tüm halklar” ifadesi kullanılmış ve dolayısıyla Türkiye halkları denilerek bölücü ve zehirli zihniyetin devam ettiği itiraf edilmiştir. Teröristbaşı’nın TBMM’yi adres göstermesinde, anayasa değişikliğine atıf olduğunu söylemeye herhâlde hacet yok. “Sayın Bahçeli ve Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim.” cümlesi ise, herkesin kolayca anladığı üzere, kendisini konumlandırma bakımından kimlere denk sayma cüretini göstermesi bakımından ibret vericidir. Binlerce kişinin katline yol açan Stalinist örgütün elebaşısı olarak “barış” ve “demokrasi”den bahsetmesindeki sahtekârlık bir yana, ülkeyi hak ettiği düzeye taşımak ve demokratik dönüşüm sağlamak için çaba sarf ettiğini beyan etmesi ise trajikomik ötesi bir hâldir.
Yeni paradigmanın ve Öcalan’ın bahsettiği “demokratik dönüşüm”ün, Anayasa’da millî devlet ve üniter yapıyı aşındıracak değişikliklerle ilgili olmadığına toplumu ikna etmeye çalışanlar var. Ne var ki Öcalan’ın ifadesinden, ortada bir yerlerde hazırlanan yeni bir “paradigma” olduğu anlamı çıkmaktadır; Teröristbaşı, Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın da buna güç verdiği, kendisinin de buna katkı vermeye ehil olduğunu beyan etmektedir. Sayın Bahçeli, Teröristbaşı’na örgütü lağvettiğini açıklaması çağrısı yaptığı hâlde “örgüt elebaşı” bu çağrıyı ancak yukarıdaki çerçevede yapmaya hazır olduğunu ifade ederek, Suriye’de ilk bakışta Türkiye lehine ve Suriye PKK’sı aleyhine esen havaya rağmen ancak bir müzakere ve pazarlık sonucunda taleplerinin kısmen de olsa karşılanması şartıyla bu yeni sürece katkı vereceğini belirtmiş olmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanı ise konuşmalarında teröristlerin silahlarını gömerek teslim olmalarını, aksi hâlde silahlarıyla birlikte gömüleceklerinden bahsederek ortada Teröristbaşı ile bir müzakere veya kendisinin hapisten çıkması gibi bir durumun söz konusu olmadığını vurgulamaktadır.
Ortada bir müzakere yoksa adı konulmasa da, öncekinden farklı olsa da yeni bir süreç tasarlandığı açıktır. Bunun Türk Devleti açısından asıl kritik boyutunun BOP kapsamında meydana gelen son gelişmeler olduğu da ortadadır. İsrail’in Gazze’ye saldırıları, İran’ın bölgedeki etkisinde meydana gelen zafiyet, Suriye’de Esed rejiminin yıkılması ve HTŞ’nin iktidara gelmesi, PYG-YPG’nin kontrolündeki topraklarda hâkimiyetini sürdürme ısrarı, Batılı ülkelerin yeni Suriye’nin inşasında Türkiye’nin etkisini azaltma çabaları, ABD’nin yeni Başkanı Trump’ın başa gelmeden İsrail-Hamas ateşkesini sağlaması, yine Trump’ın Suriye’ye dair açıklamaları bir bütün olarak değerlendirildiğinde önümüzde belirsizlikler olduğu görülmektedir.
Her halükârda Türk Devleti, sınırlarının hemen güneyinde kendi birlik ve bekasına tehdit oluşturan bir yapılanmaya izin vermeyecektir.
Özetle ifade edelim ki, bu topraklarda bin yıldır süren Türk siyasi egemenliğinin bayrağını son yüz yılda taşıyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, vatandaşları arasında etnik ve mezhebî aidiyetleri istismar eden ve dış odakların himaye ve hizmetinde bulunan terör örgütüyle konuşacağı bir konu olamaz. Yazımı bu süreçle ilgili olarak Türk Ocaklarının en son yaptığı açıklamadaki şu satırlarla bitiriyorum:
“Türk Ocakları olarak ülkemizin başına 40 yılı aşkın bir süredir bela olan etnik bölücü terör örgütünün başı ile yapılan görüşme ve sonrasında yapılan açıklamayı kesinlikle reddettiğimizi, Türk milletine ilan etmeyi tarihî bir görev addediyoruz. Unutulmamalıdır ki, hiçbir kişi veya yapı, Türk milletinin iradesinin üzerinde değildir. Bu ülkede egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir (…).
“Yıllardır bebek katili dediğimiz Teröristbaşı’na akil adam muamelesi yapılmasını, Türk milletinin maşeri vicdanı kabul etmez, etmedi ve etmeyecektir. Teröristle müzakereden hayırlı bir sonuç çıkmaz, çıkmamıştır, çıkmayacaktır. (…) Yeni anayasa adı altında, ileride bölünmeyle sonuçlanacak federasyon, özerklik, ikinci resmî dil gibi hususlar, kesinlikle tartışma konusu dahi yapılmamalıdır.”
Not: Bu yazı yazıldıktan sonra Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Başkanvekili Mehmet Uçum’un “yeni paradigma”ya dair paylaşımını gördüm. Terörsüz Türkiye hedefini vurgulayan yazıda; teröre karşı bölgedeki millî devletlerin ortak iradesini oluşturmak, ülkede Türklerle Kürtlerin birliğini demokratik siyaset üzerindeki vesayet gölgesini de tamamen ortadan kaldırarak en ileri seviyeye taşımak ve bölgede Türkler, Kürtler ve Araplar arasında bu yüzyılın bütünleşmesini başlatmaktan dem vuruluyor. Çeyrek asırdır hâlâ millî-üniter yapıya kavuşamamış Irak, yönetim değişikliğinden sonra yeniden yapılanmaya çalışan parçalanmış Suriye, öteden beri etnik-mezhebî hatlarda bölünmüş Lübnan gibi ülkelerin yer aldığı bir bölgede, bunun nasıl olacağı ciddi bir sorudur. Görelim Mevla neyler!