TÜRK OCAKLARI

GENEL MERKEZİ

TÜRK OCAKLARININ 113. YILI KUTLU OLSUN

TÜRK OCAKLARININ KURULUŞUNUN 113. YILI KUTLU OLSUN

 

Aziz Türk Ocaklılar,

1911’de bir gece Karacaahmet Mezarlığı’nda toplanan 190 Tıbbiyeli genç, seher vakti kaleme aldıkları bir mektubu devrin Türkçü yazar, şair, fikir adamı ve ediplerine gönderdiler. Özetle şöyle diyorlardı:

"…..
Türk kavmi, hayat-ı inkıraz yaşamaktadır. Buna seleflerimiz gibi lâkayt kalamayız. Hayat ebedî bir mücadeledir ve bu mücadelede muvaffakiyetin en büyük şartı, maarif ve mekteplerin galebesidir.

Bizler; tekamül kanununa riayet fikrinde ısrarlı, ziraat, ticaret ve sanayi ile kazanılmış bir içtimaî hakimiyeti, kuru bir siyasî hakimiyete tercih etmekteyiz.”

24 Mayıs 1911’de bu mektubu yazan gençlerin Dr. Fuat Sabit (Ağacık) başkanlığındaki 21 kişilik bir girişimciler grubuneticede 3 Temmuz 1911'de yapılan bir toplantıda, Türkçülük düşüncesini yayacak ve yaşatacak bir derneğin kurulmasını ve adının da "Türk Ocağı" olmasını kararlaştırıldı. Bu derneğin "Esas Nizamname"sinin ve çalışma programının hazırlanması biraz fazla zaman alır ve gerekli işlemler tamamlanarak Türk Ocağı'nın 25 Mart 1912'de faaliyete geçmesi sağlanmış olur.Derneğin kurucusu görünenler, Mehmed Emin (Yurdakul), Ahmed Ferit (Tek), Ağaoğlu Ahmet ve Askeri Tıbbiyelileri temsilen Fuat Sabit (Ağacık) beylerdir. Ocak resmen kurulduktan sonra yönetim kurulu Ahmed Ferid (Tek, Reis), Yusuf Akçura (İkinci Reis), Mehmet Ali Tevfik, Fuat Sabit  beylerden oluşur.  

1912'de yayımlanan Türk Ocağı Esas Nizamnamesi'ne göre, Ocağın amacı, "Akvam-ı İslamiyenin bir rükn-i mühimmi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, içtimai, iktisadi seviyelerinin terakki ve i'lasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmak" idi. Ocak’ın, amacına ulaşmağa çalışırken "sırf milli ve içtimai bir vaziyette" kalacağı belirtilmekte, "Asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasi fırkalara hadim bulunmayacaktır" denilmekte idi.

Türk Ocaklarının kurucu neslinin fikirleri, hareketleri ve hedefleri o zamanın şartlarında oluşmuştu. Zamanla bazı değişiklikler olsa da  “Türk milletinin ilmî, iktisadi, kültürel ve sosyal yönden yükselmesine hizmet etmek” ana çizgisi değişmemiştir. Millî Mücadele sonrasında Cumhuriyet rejimi kurulunca Türk Ocaklılar yeni dönemin kültür, eğitim ve toplum dayanışması ocağı olarak önemli işlevler ifa ettiler.

Aradaki kesintilerle birlikte bugüne kadar ve günümüzde Türk Ocakları bütün faaliyetlerini, Genel Merkez ve şube yönetimlerinde bulunan arkadaşlarımızın ve bir kısım üyelerimizle gönüldaşlarımızın fedakârca gayretleriyle sürdürmektedir. 

Kuruluşundan itibaren fırka siyasetinin dışında kalması tüzüğünde yer alsa da, Türkiye’nin ve bütün Türk Dünyasının problemlerine kayıtsız kalacak bir Türk milliyetçiliği de Türk Ocakları da  olamaz. Bu manada elbette siyasi alandaki gelişmeleri de dikkatle takip etmek, gerekli hâllerde uyarı görevimizi yapmak bir mecburiyettir ve bizler hakkaniyetli bir şekilde, bu görevi yerine getiriyoruz.

Ülkemizin ve dünyanın kargaşa içindeki bir dönüşüm sürecinden geçtiği günümüzde, Türk Ocakları gibi millî duruşu temsil eden kuruluşların temel meselelere dair çok daha derinlikli ve kapsamlı çalışmalar yapması, millî bünyeyi güçlendirici faaliyetler yürütmesi ve Türk dünyasının birliği istikametindeki çabalara katkıda bulunması temel bir görevdir.

Aziz Ocaklılar,

Kurulduğu günden bu yana Türk Birliği için mücadele eden Türk Ocakları olarak temel meseleler hakkında bizi yönetenlere yol gösterici ilmî çalışmalar yapmak ve hepsinden de önemlisi gençlerimizi bu geleceğe hazırlamak gibi önemli ve hayati görevlerimiz bulunmaktadır. İçinde yaşadığımız Dijital Çağ’da ve küresel egemenlik sisteminin yeni baştan şekillendiği ortamda Türk kültürünü, kimliğini, Türk devletlerini yeni çağın araçları ve diliyle yeni baştan inşa etmek ve güçlendirmek için kendi kulvarımız olan kültürel alanda çok daha etkin faaliyetler yapmak zorundayız.

Aziz Ocaklılar,

Türkiye bir müddettir yeni bir hükümet modeli ile yönetiliyor, maalesef, her vesileyle ifade ettiğim gibi, bu modele geçilirken denge-denetleme mekanizmaları ihmal edilmiştir. Bu modelin siyasi alandaki tezahürlerini hem genel hem mahalli seçimlerde yaşadık, hem de son günlerde belediyelerle ilgili bir takım gelişmeler vesilesiyle gördük. Şunu hepimiz iyice idrak etmeliyiz: Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir; en başta iktidarı ve muhalefeti ile siyaset erbabı olmak üzere yetkili ve etkili herkes devletin bu niteliği hakkında istifham ve güvensizlik yaratacak eylem ve söylemlerden kaçınmalıdır.  Adalete ve hukuka güven hepimiz için vaz geçilmez bir teminattır. Yargı organlarının bağımsız ve tarafsız bir şekilde görevlerini icra edebilmeleri için iktidardan basına, muhalefetten sivil topluma her kesim dikkatli ve özenli davranmalıdır. Devlet yönetiminde özgürlük-güvenlik dengesi hassastır; insanların şiddete baş vurmadan görüşlerini ifade etmeleri sağlıklı bir toplum yapısı ve iç barış için son derecede hayatîdir. Demokrasinin temeli de ifade hürriyetidir.

Türkiye’nin küresel ve bölgesel gelişmeler çerçevesinde karşı karşıya olduğu riskler, ekonomimizin yıllardır bir türlü rayına sokulamaması, hayat pahalığının geniş kesimlerde yol açtığı memnuniyetsiz gibi faktörlerin de etkisiyle nazik ve kritik bir dönemeçte olduğumuz su götürmez bir vakıadır. Böyle bir ortamda, Türk Milleti’nin birliği ve Türk Devleti’nin bekası temelinde Türk Ocakları başta olmak üzere bütün milliyetçi gönüllü kuruluşlara ve siyasi alanda parçalanmış bir manzara arz eden Türk milliyetçisi partilere ağır ve büyük bir sorumluluk düşmektedir. Kutuplaşmayı besleyen söylemlerden uzak, “Biz Hep Birlikte Türk Milletiyiz” anlayışıyla hareket etmeliyiz. Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi ve kurucu ilkelerinden taviz vermeden, çağdaş gelişmelere göre yeniliklere açık olmalıyız. Bu bağlamda, sürekli ısıtılan yeni anayasa veya Anayasa’da yapılacak değişiklik tartışmalarında kırmızı çizgilerimize asla dokundurtmamalıyız. Yani, Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk dört maddesi, eğitim dilinin Türkçe oluşu ve Türk Vatandaşlığı tanımıyla ilgili 66. Maddesi konusunda hiçbir şekilde taviz verilmemelidir. Yerel yönetimlere özerklik adı altında siyasi özerkliğin yolunu açabilecek düzenlemelere kesinlikle karşı çıkılmalıdır. 

“Terörsüz Türkiye” sloganıyla gündeme getirilen yeni süreçte PKK Terör örgütünün elebaşının muhatap konumuna alınması, DEM Parti yetkililerinin sadece İmralı ile TBMM’deki partiler arasında değil, doğrudan doğruya Kuzey Irak Kürt Yönetimi yetkilileri ve dolaylı olarak da Suriye’deki uzantılarla temas etmesi bölücü çevreleri azgınlaştırmıştır. Nevruz bahane edilerek İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin değişik yerlerinde Teröristbaşı posterleri ve PKK paçavraları ile gösteriler yapılmıştır. Kürt etnisitesine mensubiyet duyan yurttaşlarımız istismar edilerek adeta PKK zafer kazanmışçasına eylemler yapılmıştır. Buradan bir kez daha hatırlatıyoruz ki, Türk vatanında dalgalanan tek bayrak vardır; o da rengini, toprağın kara bağrında sıra dağlar gibi yatan aziz şehitlerimizin kanlarından alan ay yıldızlı Türk bayrağıdır. Türk milletinin ikinci bir hendek-barikat veya Habur rezaletine tahammülü yoktur. Devlet yetkilileri, şehitlerimizin kemiklerini sızlatan, şehit ailelerini derinden yaralayan ve ma’şeri vicdanı kanatan bu gibi hadsizliklere hukuk devleti kuralları içinde gereken yaptırımları uygulamalıdır.

Bu vesileyle şu hususu da yine vurgulamak isterim: Ünitermillî devlet olarak kurulan ve ikinci yüzyılına girdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşları, etnik ve mezhebi kimlik ve aidiyetlerine bakılmaksızın  Anayasa ve kanunlar önünde eşittir. Bu apaçık gerçeği görmeyip ya da daha doğrusu çarpıtıp “eşit yurttaşlık” söylemiyle kolektif etnik grup ayrıcalığı arayanlara verilecek tavizler bu ülkenin ve milletin bölünmesinden başka bir sonuç vermez. Onun içindir ki şayet hedef, “Terörsüz Türkiye” ve Bölücü Terör Örgütü’nün tasfiyesi ise bu amasız fakatsız, bölücü örgütün bütün yapılarının feshiyle olur. Teröristle müzakere edilerek hayırlı bir sonca varılamaz. 

Türk Ocakları bugün şube ve temsilcilikleriyle hem yurt içinde hem de Türk Dünyasının bazı bölgelerinde faaliyetlerine devam etmektedir. Ramazan ayları ve Kurban Bayramı başta olmak üzere çeşitli vesilelerle Balkanlarda, Türkmeneli’nde, Kafkaslarda ve Türkistan’da soydaşlarımıza yönelik yardımlarda bulunuyoruz. Bizim bu coğrafyalarda yaptığımız işin esası, bayrak göstermek, oralardaki kardeşlerimize yalnız olmadıklarını hissettirmektir. Bu gayretlerimize katkı veren bütün gönüldaşlarımıza en içten teşekkürlerimizi sunuyorum.

Bugün aynı zamanda milliyetçi-ülkücü hareketin mümtaz liderlerinden, özü sözü bir dava adamı Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehadetinin 16. Yıldönümüdür. Hayatını Türk milletine adayan merhum Muhsin Başkanı da bu vesileyle rahmet ve saygıyla anıyorum.

Bu vesileyle, tarih boyunca Türklüğe hizmet eden bütün büyüklerimizi, bu vatanı Türkiye yapan ve Türkiye olarak yaşatan Sultan Alp Arslan’dan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e kadar bütün büyük devlet adamlarımızı, vatan topraklarını kanlarıyla sulayan aziz şehitlerimizi, gazilerimizi; 113. yılını idrak eden bu kutlu Ocak’ın Türk milletini yükseltme davası yolunda hizmet edip ebedî âleme göçen bütün büyüklerimizi ve üyelerimizi rahmetle anıyor; bu Ocak’ın ebed-müddet tütmesi için, hiçbir şahsi beklenti içinde olmaksızın, hasbî bir şekilde elinden gelen gayreti gösterenlere selam ve muhabbetlerimi sunuyorum. 

Ne Mutlu Türk’üm Diyene!

Prof. Dr. Mehmet Öz

Türk Ocakları Genel Başkanı