Türkiye, gerçekten de kritik bir dönemeçte, kıskaçta ve hedefte… Öncesini tekrar etmeye gerek yok; 2010’larda yaşadıklarımız, ne kadar büyük badireler atlatarak Cumhuriyet’imizin 100. yılına doğru yürüdüğümüzü açıkça göstermektedir. BOP, demokratik açılım, çözüm süreci çerçevesinde, bir takım dış çevrelerle onların uzantıları tarafından İkinci İsrail Projesi’ne giden yollar döşenmeye çalışıldı. Ve nihayet 15 Temmuz’da, Türkiye’ye yöneltilen derin darbe operasyonunla “ordu millet” vasfını haiz Türk milleti, ağır bir tahribata maruz bırakıldı. Buna rağmen Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarını başarıyla yapan Silahlı Kuvvetlerimizi şimdi de sözde müttefik ABD’nin IŞİD ve DAEŞ sopasını göstererek semirttiği, destekleyip donattığı, kamufle etmek için SDG adını verdiği PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’nin Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğu kesiminde oluşturduğu fiilî yapıyı ortadan kaldırmak için kararlı bir harekâta hazır.
Bölgemiz üzerinden yürütülen küresel egemenlik savaşının çeşitli boyutları var elbette. Türkiye, bir yandan güneyinde inşa edilmek istenen Taşeron Terör Devleti’ne öbür yandan da kendi sosyal, ekonomik, demografik ve siyasi yapısını dönüştürmeye matuf mühendislik operasyonuna karşı mücadele etmek durumunda. Hiçbir ülkenin kaldıramayacağı sığınmacı yükü altındaki toplumumuzdan, zaman zaman yükselen bir takım tepkiler karşısında bir koro hemen harekete geçmekte; ırkçılık yapıldığı yaygarası kopartmaktadır. Bu gibilerin -samimiyetle ve salt insani duyarlılıkla hareket edenleri tenzih ederim- çoğunluğunun derdi asla Suriyeli mazlum ve mağdurlar değildir. Bunların derdi, Türkiye’nin millî devlet yapısını bozmak, Türklerin millî şuurunu zaafa uğratmaktır. Geçenlerde intihar eden Suriyeli bir çocuk ile ilgili olarak olayın aslını araştırmadan başlatılan linç kampanyası, bunun taze bir örneğidir. Hakkaniyet gereği şunu da belirtmek vicdani bir görevdir: Sosyal medyada, çoğu sahte hesap kullanan bazı kişilerin gerçekten “ırkçılık” ve “nefret” kokan paylaşımları da vardır. Biz bunların büyük kısmının tahrikçilerin işi olduğunu düşünüyoruz.
Türkiye’nin sosyal ve demografik yapısına dönük operasyona karşı çıkmak demek, savaş mağdurlarına ne hâliniz varsa görün demek değildir. Ancak, süreç uzadıkça hadisenin boyutları değişmekte ve haklı endişeler gündeme gelmektedir. Türk milleti ve Türk devleti büyük fedakârlıklar yapmıştır. Şimdi bazıları âdeta bunun Suriyeliler üzerindeki olumlu neticelerini ortadan kaldırmak için harekete geçmektedir. Türkiye, sanki Suriyelilere kötü muamele edilen bir ülke gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Özellikle Türk milliyetçilerinin, bu hususlarda Türkçü görünümlü bazı karanlık çevrelerin tahriklerine karşı uyanık olmaları şarttır. Millî devlet, üniter yapı bizim kırmızı çizgimizdir. Bu çerçevede, etrafımızda olup bitene bigâne kalmamıza kesinlikle izin vermeyen tarihimiz ve coğrafyamızın gereklerini yerine getirmek de millet ve devlet olarak üzerimize farzdır.
Bu çerçevede, Suriye’nin kuzeydoğusundaki yapılanmaya karşı bir iki yıldır hazırlıkları yapılan operasyonun artık kuvveden fiile geçme aşamasındayız. Belki de bu yazı yayımlandığında operasyon başlayacak. Sözde müttefikimizin bizi aylardır oyaladığı “Güvenli Bölge” meselesinde artık “Ya devlet başa ya kuzgun leşe!” demek noktasını geçtik. Savaş, elbette ki en son isteyeceğimiz bir şeydir ama devletin bekasına, coğrafyanın geleceğine yönelik bu büyük fitnenin daha da büyümesine, yayılmasına müsaade edildiği takdirde ileride çok daha büyük acılar ve yıkımlar yaşamamız mukadderdir.
Yazılı ve görsel medyada yer alan haberler, operasyon konusunda ABD tarafı ile yapılan görüşmeler sonunda kritik bir eşiğe geldiğimizi ilan ediyor. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından, 6 Ekim günü yapılan Erdoğan-Trump telefon görüşmesi hakkındaki açıklamada şunlar belirtiliyordu: “Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK-YPG kaynaklı terör tehdidinin ortadan kaldırılması ve Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönüşünü sağlayacak koşulların oluşturulması için güvenli bölgenin şart olduğunu ifade etti. Erdoğan görüşmede Suriye’de IŞİD terör örgütüne karşı mücadeleyi sürdürmeye kararlı olan Türkiye’nin, bölgede bir daha böyle bir sorun yaşanmaması için her türlü tedbiri alacağını belirtti. Öte yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD askerî ve güvenlik bürokrasisinin, iki ülke arasında sağlanan mutabakatın gereklerini yerine getirmemesinden duyulan rahatsızlığı Trump ile paylaştı. Erdoğan-Trump ikilisi, ABD Başkanı Trump’ın daveti üzerine önümüzdeki ay Washington’da bir görüşme yapmayı kararlaştırdı.”.
Daha sonra Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada ise ”Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında telefon görüşmesi yapıldı. Türkiye, yakın zamanda Suriye'nin kuzeyine uzun süredir planladığı operasyon için harekete geçecek. ABD Silahlı Kuvvetleri, bu operasyonu desteklemeyecek ya da bu operasyona dâhil olmayacaktır.'' ifadeleri kullanıldı. Açıklamada en çok dikkati çeken ve tartışmalara yol açan bir husus da artık DEAŞ’lı savaşçılardan Türkiye’nin sorumlu olacağı ifadesi idi. Açıklamada, “Suriye topraklarında IŞİD'i yenen ABD kuvvetlerinin, artık doğrudan bu bölgelerde olmayacağı” ifade edildi.
Bu açıklamaların ardından uluslararası haber ajansı Reuters, ABD askerlerinin Türkiye sınırından çekildiğini duyurdu ki akabinde Cumhurbaşkanı Erdoğan da çekilmenin başladığını doğruladı. Reuters’in haberine göre, Ankara-Washington hattında büyük bir gerilime sebep olan Suriye Demokratik Güçleri, diğer adıyla PYD/YPG'nin ABD’nin Suriye-Türkiye sınırından ayrılacağını açıklamasının ardından açıklamalarda bulundu. Suriye Demokratik Güçleri, ABD güçlerinin taahhütlerini yerine getiremediği için Türkiye sınırındaki bölgelerden ayrıldığını duyurdu. Öte yandan PKK/PYD/YPG’nin oluşturduğu SDG tarafından yapılan açıklamada ise, “Türkiye’nin operasyonu karşısında kendimizi savunmak için bir an bile duraksamayacağız” tehdidi savruldu. (7 Ekim 2019 tarihli gazeteler).
ABD'nin Türkiye sınırından çekilmesini değerlendiren HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç ise "ABD, Türkiye'nin kucağına saatli bomba bıraktı." ifadelerini kullanmış; askerî harekâtın bu bölgeye huzur, barış ve demokrasi getirmeyeceğini ileri sürerek, "Askerî güçle bölge gücü olunamaz." diye konuşmuştur. Bunlara sormak lazım: PKK’nın siyasi uzantıları acaba PYD/YPG, kendilerine boyun eğmeyen Kürtler de dâhil “Rojava” diye adlandırdıkları alanda etnik temizlik yaparken, küçük çocukları ve kızları terör kamplarına alıp eğitirken hiç, “Askerî güçle bu iş olmaz.” demişler midir?
Bu kritik kavşakta içerideki politik yaklaşım ve görüşlerimiz ne olursa olsun Devletimizin ve Ordumuzun yanında olmak, millî bir görevdir. Demokratik siyaset içinde görüş farklarımız elbette devam edecek, yarın bir seçim olduğunda bunları tartışacağız. Ama böyle bir ortamda, siyasi liderlerin sağlığı üzerinden polemikler çıkarmamak, tescilli vatan hainlerinin iğvasına kapılmamak şarttır. Sözde müttefikin elçilik hesabından, MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin sağlık durumunu bahane ederek habis beklentisini paylaşan bir müptezelin paylaşımının beğenilmesi, sehven yapılmış değildir; bilinçli bir mesajdır. Siyasi duruşumuz ne olursa olsun, iç işlerimize apaçık bir müdahale olan bu tavrın sebeplerini iyi düşünmek ve ona göre tavır takınmak zorundayız.
Unutmayalım ki, tarih ve coğrafya bizim için kaderdir. Bu topraklar gafleti, aymazlığı, ihmali kaldırmaz. Yüz yıl önce Türk’ü bu topraklardan geldiği yere sürme emeliyle bize saldıran zihniyet, bu gün de bizim için hayırhah düşünceler beslemiyor elbette. Amma velakin işin sorumluluğu bizdedir. Güçlü olmak, ayakta durmak ve bu topraklardaki tarihimizin hakkını vermek, kardeşliğimize halel getirmeye yönelik girişimlere karşı birliğimizi güçlendirmek zorundayız. Türk milleti bunu yapacak güçtedir. Muhtemel harekâtta Cenab-ı Allah’tan, kahraman Mehmetçik’e muzafferiyet temenni ediyorum. Allah yâr ve yardımcıları olsun.
Not: Sayın Devlet Bahçeli, hastaneye ilk defa kaldırıldığında Özel Kalemi vasıtasıyla geçmiş olsun dileklerimizi iletmiştik. Bu vesileyle tekrar kendisine acil şifalar diliyorum.