BREXIT, yani İngiltere’nin AB ile devam edip etmemesi hakkında yapılan referandum sonuçları Avrupa Birliği’nde şok etkisi yapmıştır. İngiltere’de 23 Haziran 2016 tarihinde yapılan referandumda Halkın %48’i AB’yle yola devam derken, %52’si AB’ye HAYIR demiştir. Referandumda AB’ye hayır diyen İngilizlerin bile pişmanlık duyduğu bu sonuç, Brüksel’in gündemine adeta bomba gibi düşmüştür. Avrupa entegrasyonunu 70 yıl geriye götürebilecek potansiyele sahip böylesi bir kararın ardından, İngiltere'nin AB Komiseri Jonathan Hill görevinden istifa etmiş, İngiltere Başbakanı David Cameron istifa edeceğini açıklamıştır. Brüksel’in önde gelen siyasetçileri tarafından da “İngiliz Halkının bu kararının vakit geçirilmeksizin uygulanması gerektiği ve bir daha İngiltere’nin AB üyeliği için müzakere yapılmayacağı” şeklinde sitemkâr bir açıklama yapılmıştır. Lizbon Anlaşması’nın 50. Maddesi'ne göre, 2 yıl içinde ayrılmanın gerçekleştirilmesi ve İngiltere-AB arasında yeni bir ilişkinin kurulması gerekmektedir.
AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ve AB Dönem Başkanı Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker`in daveti üzerine apar-topar Brüksel’de toplanmışlar ve İngiltere’de yapılan BREXIT referandumundan çıkan sonuç hakkında kısaca şu açıklamayı yapma ihtiyacı hissetmişlerdir:“…Bu kararı esefle karşılıyoruz ancak saygı duyuyoruz. Bu, eşi benzeri olmayan bir durumdur ancak yanıtımız için birleştik… 27 üye devletli birlik devam edecektir. Birlik, ortak siyasi geleceğimizin çerçevesidir. Biz tarih, coğrafya ve ortak çıkarlarla birbirimize bağlıyız ve işbirliğimizi bu esasta geliştireceğiz…”
Birlik içindeki en büyük müttefikini kaybeden Almanya Başbakanı Angela Merkel ise “İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı Avrupa için bir kırılma noktasıdır” demiştir. Buna karşın, İngiltere’nin olmadığı bir AB’de nüfuzu daha da artacak olan Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’dan ise “AB’nin bir sıçrama yapmasının zamanı gelmiştir” şeklinde, memnuniyet içerikli bir tepki gelmiştir.
Esasen, İngiltere’nin başından beri Avrupa bütünleşmesinin dışında kalmaya çalışıp, Atlantik Ötesi dostu ABD ile birlikte hareket etmesi, bugünkü hadiselerin en büyük alameti olarak görülebilir. Bilindiği gibi, İngiltere, başından beri AB’nin siyasi ve ekonomik derinleşme çabalarından mümkün mertebe uzak kalmaya gayret etmiştir. Mesela, ekonomik ve siyasi derinleşmenin en bariz adımlarından olan Eurozone ve Schengen’e İngiltere dâhil olmamıştır. İngilizler yine, NATO dışında bir savunma sistemine, mesela Avrupa Ortak Savunma sistemi ve Avrupa Birleşik Ordusu projesine hep karşı çıkmıştır. Ayrıca, son zamanlarda AB’nin yaşadığı göçmen krizi konusunda Brüksel ile birlikte hareket etmeyi reddetmiştir. İngiltere, son yıllarda, AB bütçesine de yeterli katkıyı sağlamaktan sarfınazar etmiştir. Milli egemenlik haklarını Brüksel’e kaptırmamak için ciddi direnç gösteren İngilizler, nihayet meseleyi “23 Haziran Bağımsızlık Günü olsun” noktasına kadar getirebilmişlerdir.
Ancak, AB’ye tepki vermekte bu kadar aşırıya giden İngilizlere şunu hatırlatmak isteriz: AB’den ayrılma kararıyla İngiltere kendi ülke bütünlüğünü de tehlikeye atmış bulunmaktadır. Zira, yakın zamanda, İskoçya’da yapılan bağımsızlık referandumunda, sırf AB’nin bir parçası olarak kalmak uğruna Birleşik Krallık içinde kalmayı tercih eden İskoçyalılar, BREXIT kararının ardından kendilerini aldatılmış hissetmektedirler. Nitekim, Başkent Edinburgh’ta sonuçtan duyduğu üzüntüyü dile getiren İskoçya Başbakanı Nicola Sturgeon, “İskoçya geleceğini AB’de görüyor. İskoçya isteğimiz dışında AB dışına çıkarılacaktır. Bu demokratik olarak kabul edilemez. İskoçya’nın ikinci bir bağımsızlık referandumuna gitmesi yüksek ihtimal.” açıklamasını yapmıştır.
İngiliz halkının BREXIT kararının FREXIT’e veya diğerlerine dönüşüp dönüşmeyeceği ve bu kararın ekonomik ve siyasi sonuçlarının neler olacağı konusunu makalemizin ilerleyen bölümlerinde irdeleyeceğiz. Ancak, öncelikle, bu noktaya nasıl gelindiği hakkında ve özellikle de Avrupa’daki yabancı düşmanı ırkçıların ve AB karşıtı aşırı sağcıların, yakın zamanda Brüksel’in başına bela olacakları yönünde, daha önce yapmış olduğumuz uyarıları ele almak isteriz. Zaman bizi haklı çıkardı ve Brüksel’in korkulu rüyası da böylece gerçekleşmiş oldu. Zira, İngiltere’nin AB’yi terk etme kararı domino etkisi yapabilir ve AB’nin diğer lokomotif ülkelerinde de ayrılma yönünde referandumlara gidilebilir. Mesela, ağır mali krizden ve kemer sıkma politikalarından derin şekilde etkilenen Yunanistan halkı da aynen bizim gibi düşünmektedir. Yapılan kamuoyu araştırmalarına göre Yunan Halkı “Bu işin bu noktaya geleceği belliydi, hatta gecikti. Halk zaten canından bezmişti. Bu neo-liberal AB’nin bizleri bugün bu noktaya getireceği çok önceden belliydi” demektedir.
Şimdi, islamofobi ve AB karşıtlığı konusunda bundan tam 1,5 yıl önce Brüksel’e yaptığımız uyarılar hakkında kısaca bilgi vermek isiyoruz. 13 Ocak 2015 tarihinde yayınlanan “Avrupa’da Kimler Tarih Yazıyor? ” başlıklı makalemizde, özetle şu hususların altını çizmiştik:
“Son zamanlarda, Avrupa’da yabancı düşmanlığı ve Türk-İslam karşıtlığı yeniden hortladı. Daha önce yazdığımız makalelerle Brüksel’i müteaddit defalar uyardık… Peki bu noktaya nasıl gelindi? Yazımıza, 2014 Mayıs ayında gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimleri ile başlamak istiyoruz. Çünkü seçim sonuçları, bugün yaşanan problemlerin önemli bir göstergesi olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır… Öyle ki Müslüman-Türk düşmanlığı ve AB karşıtlığı yapan çevreler bu seçimlerde önemli bir başarı gösterdiler ve AP içinde ciddi bir pozisyon elde ettiler… Zira seçimlerde Sosyalistler, Liberaller ve Hıristiyan Demokratlar oy kaybederken, aşırı sol, muhafazakâr anti-federaller, sağcı AB karşıtları, aşırı sağ dâhil bağımsızlar oylarını artırmış ve 751 üyeli AP’de toplam 167 sandalye kazanmışlardır.
Bu seçimlerde aşırı grupların 2009 seçimlerine nazaran başarı kazanması, Avrupa Birliği siyasetçilerini ziyadesiyle endişelendirdi… Bilindiği gibi, Ulusal Cephe’nin Lideri Marine Le Pen, son AP seçimlerinde Fransızların %25 oyunu alarak partisini birinci sıraya taşıdı. Aşırı ırkçı görüşleriyle Fransa’yı sallayan babası Jean Marie Le Pen’den 2011 yılında partiyi devralan Marine Le Pen’in çok kısa bir sürede yüksek başarı sağlaması, Avrupalıları endişeye sevketmiş gibi görünüyor. Son yıllarda Avrupa kamuoyunu meşgul eden göçmenler meselesine ilave olarak, yine Avrupa’da yaşanan yüksek işsizlik problemi ve mali krizin sorumluluğunu da Brüksel’e yükleyen Marine Le Pen, durumdan vazife çıkarmayı başarmıştır. “Şeytan” diye anılan babası tarafından “Şeytan’ın kızı” olarak nitelendirilen Marine Le Pen’in hedefinin, AB’yi dağıtmak ve 2017 seçimlerinde Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak olduğu söylenmektedir.
Öte yandan, Almanya'da, yabancı düşmanı olarak bilinen NPD’nin ilk kez AP’ye milletvekili göndermesi, AB’de bir diğer endişe kaynağı olmuştur. Ayrıca seçimlere ilk kez katılan, Eurozone karşıtı AfD partisi, Alman seçmenlerin yüzde 7'sinin oyunu alarak 7 sandalye kazanmış bulunmaktadır.
Sonuçları itibariyle şaşkınlık yaratan AP seçimleri, AB’nin bir diğer lokomotifi İngiltere’de de tedirginliğe yol açmış gibi görünüyor. Zira, seçimlerin hemen ardından The Guardian’ın manşetinde yer alan bir araştırma dikkat çekmiştir. Araştırmaya göre, “İngiltere’de 2000 yılından sonra, ırkından dolayı kendilerine önyargılı bakıldığına inananların sayısının arttığına” işaret edilmektedir. Yani Araştırmaya göre, aynı dönemde İngiltere’de ırkçılık ve İslamofobi önemli bir şekilde artış göstermiştir.
Diğer taraftan, İngiltere’de, “Avrupa’yı AB’den kurtaracağım” diyen Nigel Farage’nin Lideri olduğu UKIP Partisi’nin oyların yüzde 27.5’ini alarak İngiliz siyasetinde “3. Güç” olarak ortaya çıkması dikkat çekicidir Seçim sonuçlarıyla ilgili olarak konuşan İngiltere Başbakanı David Cameron, “Seçmenin, AB konusunda hayal kırıklığı hissettiğini” belirtmesi ve “Sandıktan çıkan mesajı aldık" demesi, İngiliz siyasetinin önümüzdeki günlerde Brüksel ile ciddi problemler yaşayacağını işaret etmektedir.
AB siyasetçilerinin yaptığı bu özeleştiriye karşı, seçimlerde başarı gösteren aşırı grupların verdiği cevap ise manidardır. Avrupa’nın farklı ülkelerinde seçimlerde başarı gösteren aşırı gruplar yaptıkları ortak basın toplantısıyla adeta gövde gösterisi yapmışlar ve “AB’de tarih yazıyoruz” diyebilme cesaretini göstermişlerdir.
AB’deki Aşırı grupların Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı basın toplantısına Fransa’dan Marine Le Pen, Hollanda’dan Geert Wilders, İtalya’dan Matteo Salvini, Belçika’dan Gerolf Annemans ve Avusturya’dan Harald Vilimsky katılmış ve AP’de bir grup kurma konusunda mutabakata varmışlardır. Toplantıda konuşan Marine Le Pen, “Teknokratik ve totaliter AB modeli geride kaldı” demiş ve kuracakları grupla halkların menfaatine karşı olan her girişimi bloke etmeyi hedeflediklerini söylemiştir.
Türkiye’nin Avrupalı olmadığı iddiasıyla AB’ye tam üyeliğine karşı olduğunu her fırsatta dile getiren Nicolas Sarkozy şoku daha atlatılamadan, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu ve Türkiye’yi veto edeceğini açıklayan bir Marine Le Pen’in Fransız siyasetinde önemli bir aktör haline gelmesi, kuşkusuz, Türkiye’nin dikkate alması gereken ciddi bir problem olarak ortada durmaktadır.
Görüldüğü üzere, 2014 AP seçimleri özellikle Avrupa kamuoyunda ciddi bir yankı bulmuştur. Eğer Brüksel, Avrupa’da hızla artan yabancı düşmanlığı ve AB karşıtlığı ile mücadele etmezse, yakın zamanda Birliğin temelleri sarsılacaktır. Zira Fransa, İngiltere, Avusturya, Macaristan ve Almanya’da hızla artan işsizlik oranı ve yabancı düşmanlığı, giderek AB düşmanlığına dönüşmektedir. Mesela Fransa’da seçmenlerin sadece %39′unun ülkelerinin Avrupa Birliği üyeliğini destekliyor olmaları, AB siyasetçilerinin üzerinde durması gereken ciddi bir problem olarak karşılarında durmaktadır.
Türkiye açısından olaya baktığımızda, benzer bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz. Bu da, Türkiye’nin AB katılım süreci uzadıkça, tam üyelik önündeki engellerin arttığı gerçeğidir. Öyle ki AB’de son yıllarda baş gösteren ekonomik sorunların ve artan suç olaylarının sorumluluğu göçmenlere yüklenmekte ve bu durum, hiç ilgisi olmadığı halde76 milyonluk Türkiye’nin üyeliği ile ilişkilendirilmeye çalışılmaktadır. Avrupa’da yaşayan yabancılar bir nevi günah keçisi haline getirilmek istenmektedir. Bu noktada, AB’li siyasetçilerin ve aydınların acil tedbirler üzerinde kafa yormaları elzemdir. AB’nin her köşesinde görülen ırkçı eğilimler ve oluşumlara karşı Brüksel’in kararlılıkla mücadele vermesi gerekmektedir. Kendi temel değerlerini yine kendi bünyesinde korumak anlamında acizlik gösteren bir AB’nin dağılması ise kaçınılmazdır.
Kaldı ki Türk Halkının AB’ye bakış açısının giderek olumsuza döndüğünü de Brüksel’in görmesi gerekmektedir. Türk vatandaşlarının AB’ desteğinin %40’ın altına indiğini burada belirtmekte yarar bulunmaktadır. AB’deki olumsuz gelişmelerin ekonomik, siyasi ve toplumsal yapısına zarar vermesini engellemek için Türkiye’nin de birtakım girişimlerde bulunması faydalı olacaktır. AB Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu’nun, “Çıkaracağımız yasaları, AB mevzuatlarıyla ne kadar uyumlu olup olmadığını da karşılaştırarak yapacağız. AB ile Gümrük Birliği anlaşmasını da gözden geçiriyoruz...” şeklindeki açıklaması, bu anlamda dikkate değer bulunmaktadır.
Peki, Türkiye’nin AB sürecinin önünün açılması ve ikili ilişkilerde yeni bir sayfa açılabilmesi için neler yapılması gerekmektedir? Türkiye-AB arasında yaşanması muhtemel bir krizin engellenmesi için yapılması gerekenleri kısaca şöyle sıralayabiliriz:
1. Tam üyelik için artık Türkiye'ye bir tarih verilmelidir.
2. Türk milletinin tarihi- kültürel dokusuna müdahale edilmemelidir.
3. Türkiye'nin milli birlik ve beraberliğine, milli ve manevi değerlerine saygı gösterilmelidir.
4. Aday ülke olarak Türkiye'ye karşı samimi davranılmalı ve çifte standartlı yaklaşımlardan
vazgeçilmelidir.
5. Brüksel, Türkiye'nin AB Sürecini, taviz koparmak için bir fırsat olarak görmekten vazgeçmelidir.
6. Kıbrıs, Ege gibi haksız dayatmalardan vazgeçilmelidir.
7. Gümrük Birliği Anlaşması derhal revize edilmedir.
8. Brüksel ve AB’nin lokomotif ülkeleri, AB karşıtlığı ve Avrupa’da tehlikeli bir şekilde gelişen islamofobi’ye karşı acil tedbirler almalı, bunların AB’de tarih yazmalarına izin vermemelidir…”
Görüldüğü üzere, AB’de bugün yaşanan büyük krizin ayak sesleri önceden duyulmuş ve ne gibi tedbirler alması gerektiği yönünde Brüksel, tarafımızca 1,5 yıl önce uyarılmıştır. AB siyasetçilerinin sesimize kulak verip AB karşıtlığı ve yabancı düşmanlığına karşı vakitli önlemler almış olsaydı, belki bugün tarihinin en derin krizini yaşıyor olmayacaklardı.
Öte yandan, İngiltere Halkının AB’den ayrılma kararı, Türkiye’de de ciddi yankılar uyandırmıştır. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki Türkiye’nin AB’ye yaklaşımı dün de bugün de aynıdır. Kısaca, Türkiye için “AB üyeliği stratejik hedeftir”. Başbakan Binali Yıldırım’ın da belirttiği gibi “Biz Birliğin güçlenerek gelecekte devamından yanayız” “İstikrar ve barış için bu önemli” ancak “Avrupa Birliği kendi gelecek vizyonunu gözden geçirmelidir.”. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, BREXIT kararı ile ilgili olarak “Sorunlarla baş etmekte gücünü gösteremezse, önce güvenirliği kaybolur, sonra itibarı kaybolur sonra yavaş yavaş kendisi ortadan kaybolur gider” demiştir. Yine Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik’in de belirttiği gibi “…Avrupa Birliği evrilmek ve değişmek zorundadır. Yepyeni bir Birlik sistemi ortaya çıkaracaktır ve bütün bunların merkezinde de aslında Türkiye ile ilgili verilecek kararlar vardır. Dolayısıyla, tazeleyici bir aşı yapılmadan Birlik bu haliyle kendini sürdürmeye çalışırsa, bunu sürdüremeyecektir…”.
Zira, BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi, 2.9 trilyon Dolarlık milli geliri ile Dünyanın 5., AB’nin ise 2. Büyük ekonomisi olan İngiltere’nin 43 yıldır üyesi olduğu Avrupa Entegrasyon Modelini terk etme kararı, başta İngiltere ve Avrupa olmak üzere tüm Dünya ekonomisini derinden etkileme potansiyeline sahiptir. Böylesi bir ekonominin içine kapanması halinde tüm dünyada yatırım ve tüketim harcamalarında ciddi bir daralma olabileceği endişesi hâsıl olmuştur. Yine, dünyanın finans merkezi olan Londra’nın bu fonksiyonunu yitireceği de kuvvetle muhtemel görünmektedir. 1.54 trilyon dolarlık yurtdışı yatırıma sahip bir ülkenin, bu aşamadan sonra Dünya siyasi ve ekonomik sahnesinde nasıl bir rol alacağı başta İngilizler olmak üzere AB vatandaşları için de büyük bir önem arz etmektedir.
Ayrılma sonrası İngiltere-AB arasında nasıl bir ilişki kurulacağı, mesela, gümrük birliği aşamasında mı kalınacağı, yoksa karşılıklı Serbest Ticaret Anlaşması ile mi yola devam edileceği hususu, yeni statüyü belirleyici bir rol oynayacaktır. Mesela, İngiltere, AB-ABD arasında imzalanacak olan TTIP Anlaşmasına dâhil edilecek midir? İngiltere-DTÖ arasında başlayacak olan müzakereler ne kadar sürecek ve nasıl sonuçlanacaktır? İşte önümüzdeki 2 yıl (uzatma imkânı vardır) içinde netleşecek bu hususlarla birlikte, İngiltere’nin Brüksel ile ve hatta Dünya ekonomileri ile nasıl bir münasebet içine gireceği de ortaya çıkmış olacaktır.
Öte yandan, İngiltere’nin AB’den ayrılma sürecinin hızlı ilerleyeceğine dair birtakım işaretler şimdiden kendini göstermeye başladı. Mesela, Referandumdan iki gün sonra, Almanya’nın çağrısıyla, Berlin’de Dışişleri düzeyinde bir araya gelen AB’nin 6 kurucu üyesinin (Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya, Belçika ve Lüksemburg) İngiltere’ye verdiği mesaj çok net olmuştur. Kurucu üyeler, “Çıkış süreci hızlı gerçekleşmeli. Avrupa Birliği geleceğini planlayabilmek için, İngiltere’nin çıkışıyla meşgul edilmemeli” şeklinde açıklama yapmışlardır. Bununla birlikte, Avrupa’da İngiltere’ye karşı verilen sert mesajlardan rahatsız olan Almanya Başbakanı Angela Merkel “"Çirkinleşmeye gerek yok, usulüne uygun yürütülmeli" diyerek bu tepkisini dile getirmiştir. AB kurucu ülkelerinin Dışişleri Bakanları'nın Berlin’deki olağanüstü zirvesinin ardından konuşan Merkel, “Londra'nın 'hızlı çıkışından yana olmadığını” ifade etmiş ve "Evet, sonsuza kadar sürmemeli, doğru, ama, özellikle kısa zamanda gerçekleşmesi için de uğraşmayacağım" demiştir.
Peki, İngiltere’nin bu ani ayrılma kararı Türkiye-AB ve Türkiye-İngiltere ilişkilerininasıl etkileyecektir?
Şunu peşinen belirtmekte fayda vardır ki, BREXIT kararının Türkiye’nin AB katılım sürecini olumlu yönde etkileme ihtimali yüksektir. İngiltere, Türkiye’nin Almanya’dan sonra 2. Büyük ihracat pazarı konumundadır ve yeni kurulacak düzende bu pazarın daha da genişletilmesi imkânı mevcuttur. Ayrıca, İngiltere Türkiye’nin dış ticaret fazlası verdiği gelişmiş ülkelerin başında yer almaktadır. Hepsinden önemlisi, ayrılık gerçekleştikten sonra İngiltere-AB arasında kurulacak yeni ilişki düzeni Türkiye için de bir model olabilecektir.
NATO müttefiki olan ve Birlik içerisinde kendisini destekleyen bir ülkenin AB dışında kalması, AB katılım süreci bakımından, Türkiye için olumsuz bir gelişme olarak görülebilir. Ne var ki İngiltere Başbakanı David Cameron’un geçtiğimiz günlerde, iç siyasete mesaj vermek uğruna ve alay edercesine “Türkiye 3000 yılına kadar AB üyesi olamaz!” açıklaması, Türk Kamuoyunda büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştı. Cameron’un bu densiz çıkışından birkaç gün sonra İngiliz Halkının AB’den çıkma kararı almış olması ise, Cameron’un bizatihi kendisinin istifasına yol açan tarihi bir gelişme olmuştur. Esasen, İngiliz Başbakanına en anlamlı cevap Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından verilmiştir. Cumhurbaşkanı, Cameron’a şöyle cevap vermiştir “…Biz de referandum sonucunun EVET olarak çıkmasını bekliyorduk. Ama sonuç bu şekilde tecelli etti. İngiliz Halkının verdiği bu kararı İngiltere ve Avrupa Birliği için yeni bir dönemin başlangıcı olarak görüyorum. Ne dedi? 3000 yılına kadar Türkiye giremez dedi. Şimdi ne oldu? Hadi buyur bakalım. 3 gün bile dayanamadın bak…”
Öte yandan, İngiltere’nin AB-ABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) ile kuracağı ilişkinin Türkiye’yi de etkileyebileceğini söyleyebiliriz. ABD ile İngiltere arasındaki tercihli ilişki göz önüne alındığında, İngiltere’nin bu kez üçüncü bir taraf olarak TTIP’e dâhil edilmesi yönünde bir talebin gündeme getirileceği öngörülebilir. AB üyesi olmayan İngiltere’nin TTIP’e taraf olmasının, benzer bir pozisyonda olan Türkiye için bir avantaj sağlayabileceği kanaatindeyiz.
Yine Türkiye, Norveç, İzlanda’nın yanı sıra İngiltere’nin de AB’den çıkmasıyla birlikte, AB dışında kalan Avrupalı ülkeler grubuna dâhil olabilir. Böylece, AB dışında ancak AB ile ciddi rekabet edebilecek bir ortaklık içinde Türkiye elini güçlendirebilir.
Ayrıca, bilindiği gibi, Türkiye’nin İngiltere’yle olan ticari ilişkileri AB-Türkiye Gümrük Birliği çerçevesinde yürütülmekteydi. Türkiye, gümrük birliği sayesinde sanayide yeni teknolojilere açılmış, ürün çeşitliliği ve kalitesini artırmış ve nihayet Avrupa pazarlarıyla rekabet edebilir seviyeye ulaşmıştır. Üstelik İngiltere her ne kadar AB’den çıksa da iki ülke arasında gümrük birliği şartlarının devam ettirilmesi mümkün görünmektedir. Bu da ikili ticari ilişkilerin herhangi bir şekilde sekteye uğramadan devam edebileceğini işaret etmektedir.
Diğer taraftan,AB’nin 2. Büyük ülkesinin Birliği terk etmesi, Avrupa kamuoyunda ciddi bir hayal kırıklığı yaratmış ve “Birlik Dağılıyor mu?” sorusunu da gündeme getirmiştir. Kanaatimizce, Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’nin ifade ettiği gibi “Avrupa Birliği’nin dağılma süreci başlamış ve gemiyi ilk terk eden İngiltere olmuştur”. Bu referandum sonucunun domino etkisi yaparak AB’nin diğer lokomotif ülkelerine de sıçrayabileceği endişesi belirmiştir ki gerçekleşmesi halinde bu durum İngiltere’nin çıkışından daha ağır sonuçlar doğurabilecektir. Öyle ki referandumun hemen ardından Fransa, İtalya ve Hollanda’da aşırı sağcı gruplar, kendi ülkelerinde de ayrılma referandumu yapılabileceği hususunu konuşmaya başladılar bile. Mesela, Fransa’nın aşırı sağcı Lideri Marine Le Pen, İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı BREXIT’e gönderme yaparak Fransa’nın da Birlik’ten ayrılmasını teklif etmiş ve “FREXIT zamanı geldi” demiştir. Yine Hollanda’nın aşırı sağcı Özgürlük Partisi Lideri Geert Wilders “Kendi ülkemizi, kendi paramızı, kendi sınırlarımızı ve kendi göçmen politikamızı kendimiz üretmek istiyoruz.” şeklinde açıklama yapmıştır.
Netice itibariyle;
Birlik çerçevesinde siyasi entegrasyona karşı çıkarak ulusal egemenliği savunan çevrelerle, yabancı düşmanlığı yapan ırkçı gruplar, 2014 yılındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bir ittifak oluşturmak suretiyle gövde gösterisi yapmışlardır. Onları bir araya getiren en önemli faktör ise kuşkusuz AB’de yaşanan yüksek işsizlik ve artan suç oranlarıdır. Evet, birileri AB’de tarih yazacaklarını, yakın bir zamanda açıklamışlardı. Ne var ki bu birileri, AB’nin temel değerlerini görmezden gelen ırkçı, yabancı düşmanı ve AB karşıtı gruplardır. Eğer AB’li siyasetçiler ve aydınlar, İslamofobi illetinin bu tehlikeli gidişatına bir dur demezlerse, sadece Türkiye’nin AB üyelik süreci zarar görmeyecek, bilakis Brüksel’in varlığı temelinden sarsılacaktır. Biz, bu yöndeki uyarılarımızı önceden yapmıştık.
Eğer, Kıbrıs meselesi çözülmüş ve Türkiye AB üyesi yapılmış olsaydı, Avrupa’daki gerilimler bu safhada olmayacaktı. Müzakere Çerçeve Belgesinde sivil insiyatiflerin geliştirilmesi ve Türk ve AB vatandaşları arasında karşılıklı diyaloğun artırılması şartını getiren AB’nin kendi vatandaşları arasında Müslüman-Türk düşmanlığının hızla artması karşısında acizlik göstermesi, kabul edilmesi ve telafisi mümkün olmayan ciddi bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Avrupa’da yaşanan bu süreç, AB’nin, çok kültürlü ve çok dinli bir yapı olup olmadığının belirlenmesi bakımından da Brüksel için ciddi bir sınav olacaktır. Velhasıl, Şeytan’ın Kızı’nın başını çektiği ırkçı ve yabancı düşmanı grupların AB’de tarih yazmalarına izin verenleri, tarih asla affetmeyecektir.
Son 10 yıllık dönemde Avrupa Birliği, siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan başarısız olmuştur. Türkiye-AB ilişkileri açısından bakıldığında ise bu dönemin birçok olumsuzlukları da beraberinde getirdiği görülmektedir. Brüksel’in çifte standartlı yaklaşımları sayesinde Kıbrıs Meselesi içinden çıkılmaz hale sokulmuş, katılım müzakere süreci AB’nin birtakım siyasi dayatmaları nedeniyle çok yavaş ilerlemiş, Gümrük Birliği Süreci Türkiye’ye zarar verir hale gelmiş ve nihayet Türkiye-AB Katılım Süreci “Kıbrıs ipoteği” altına alınmıştır. Velhasıl, AB’nin son 10 yıllık karnesi zayıf çıkmıştır. Her ne kadar AB’li siyasetçiler kendilerini başarılı görseler de Brüksel, hem Türkiye’den ve hem de AB vatandaşlarından çürük not almış ve sınıfta kalmıştır. Bugün, bu başarısızlığın bedelini de ağır bir şekilde ödemektedir.
Bu nedenle, İngiltere gibi Avrupa Birliği’nin en önemli ülkelerinden birisinin, ani bir referandumla, Birlik ’ten ayrılma kararı almasını, AB’li siyasetçilerin iyi okuması gerekmektedir. AB’nin durmaya veya gerilemeye tahammülü olamaz. Bu anlamda, AB’yi, durunca düşen bir bisiklete benzetebiliriz. Bu nedenle, hep ileriye doğru yürümek, genişlemek ve derinleşmek mecburiyetindedir. İşte, İngiltere’nin BREXIT kararı, aynı zamanda, AB’nin Türkiye’ye olan ihtiyacını da ortaya koymuş oldu. Öyleyse, Brüksel, Türkiye’ye karşı çifte standartlı yaklaşımlardan vazgeçmeli ve Türkiye ile katılım müzakerelerini gecikmeksizin neticelendirmek mecburiyetindedir. AB’nin ayakta kalmasının yegâne şartı budur.
Bilinmelidir ki Türkiye’nin 1959 tarihli AT ortak üyelik başvurusu bir stratejik adımdan ibaretti. Bugün, tam üyelik süreci de Türkiye için stratejik bir hedeftir. Eğer Brüksel daha fazla nazlanmaya devam ederse, Ankara’nın farklı stratejiler geliştirme potansiyeli her zaman mevcut bulunmaktadır. Velhasıl, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın belirttiği gibi “Gerekirse, Kopenhag Kriterlerinin adını Ankara Kriterleri olarak değiştirir ve yolumuza devam ederiz”.