Geçtiğimiz Şubat ayında bağımsızlığını ilan eden Kosova’nın, başta ABD, Almanya, İngiltere, Fransa ve Türkiye olmak üzere batılı ülkeler tarafından vakit geçirilmeksizin tanınması, Balkanlarda ve Dünyada öngörülemeyen sonuçlar doğuracak bir emsal teşkil edeceği ve ayrılıkçılığın yasallaşmasına yol açacağı endişesiyle, Rusya lideri Putin’in sert tepkisini çekmişti. Putin, özellikle K.K.T.C. konusunda, AB’yi çifte standart uygulamakla suçlamıştı. Ancak, geldiğimiz noktada, ayrılıkçı Çeçen hareketini kışkırtacağı korkusuyla Kosova’nın bağımsızlığına şiddetle karşı çıkan Rusya’nın, Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya Özerk Bölgeleri söz konusu olduğunda, aynı çifte standardı kendisinin de sergileyebildiğini görebilmekteyiz. Öyle ki, olağanüstü hal ilan edilen Abhazya’da, şu günlerde her an bir sıcak çatışma çıkması ihtimali, üst düzey Gürcü yetkililer tarafından bizzat dile getirilmektedir.
Bununla birlikte, görev süresi boyunca sürekli Batıya meydan okuyan, “şahin” olarak nitelendirebileceğimiz Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, tam da bu kritik günlerin yaşandığı dönemde, 7 Mayıs günü, Başkanlık görevini Dmitriy Medvedev’e devretmiş bulunmaktadır. Rusya’nın başına “daha fazla kişisel özgürlük ve ekonomik serbesti” üzerine yoğunlaşacağını açıklayan ılımlı bir liderin geçmiş olması, bölgede tansiyonun düşmesine katkı sağlayacak bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Göreve gelir gelmez Putin’i Başbakanlığa atayan Medvedev’in, emanetçi olup olmadığı ise zaman içinde anlaşılabilecektir.
NATO şemsiyesi altında Avrupa kulübünün bir üyesi olmayı hedefleyen Gürcistan’ın Devlet Başkanı Mikheil Saakaşvili, 2-4 Nisan’da Bükreş’te yapılan NATO Zirvesinde umduğunu bulamamış ve büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Hatırlanacağı üzere, NATO Zirvesinde ABD’nin hesapları tutmamış, Rusya ile ilişkilerinin bozulmasından çekinen Fransa ve Almanya’nın engellemeleri sonucunda, Gürcistan ve Ukrayna’nın Üyelik Eylem Planı’na katılım çağrıları yapılamamış ve böylece, bu ülkelerin resmi adaylık statüsü kazanmaları bir başka bahara kalmıştı. Ancak Rusya, Bükreş’te kazandığı bu zaferin bir karşılığı olarak, Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanıma tehdidini şimdilik geri çekmiş gibi görünse de, bölgede gerginliği artırıcı faaliyetlerinden vazgeçmiş değildir.
Soğuk savaş sonrasında, büyük bir boşluğa düşen Rusya, bir yandan iç siyasi ve ekonomik sorunlarla boğuşurken diğer yandan NATO ve dolayısıyla ABD tarafından kuşatılma tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. NATO’nun, doğuya doğru genişleme stratejisi kapsamında, Rusya’nın arka bahçesi olan Güney Kafkasya’ya kadar sızma teşebbüsleri, bu ülke ile Gürcistan arasında bir sıcak çatışmaya varabilecek gelişmelere zemin hazırlamıştır. Neticede, Orta Asya Coğrafyasında oynanan büyük oyunun küresel aktörü olmaya çalışan Rusya, önüne çıkan engelleri bir bir aşmak için gereken her yolu denemeye kararlı görünmektedir.
1994 yılında fiilen bağımsızlığını ilan eden, ancak bugüne kadar hiçbir ülke tarafından tanınmamış bulunan Abhazya ve Güney Osetya’da, Rusya Federasyonu barış gücü adı altında asker bulundurmaktadır. Geçtiğimiz günlerde, Abhazya bölgesinde üç keşif uçağının düşürülmesi ve Kremlin’in, söz konusu bölgelerde bulundurduğu asker sayısını 5 Mayıs itibariyle takviye etmesi, Tiflis’i ziyadesiyle huzursuz etmiş gibi görünmektedir. Her ne kadar, Rusya, Abhazya’nın Tkvarçal bölgesinde yeni açılan kontrol noktasına, güvenlik gerekçeleriyle asker takviyesi yaptığını ve söz konusu insansız keşif uçaklarını kendisinin düşürmediğini iddia etse de, Gürcistan bu gelişmeleri, kendisine karşı yapılmış güç gösterileri olarak değerlendirmekte ve NATO’yu da yanına alarak bu ülkeyi topraklarından uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Öyle ki, son gelişmeler karşısında ABD, “Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne saygı göstermesi ve bölgede provakosyanlara son vermesi” yönünde, Moskova’yı uyarma noktasına gelmiş durumdadır.
NATO ve AB’ye üye olmak suretiyle hem bölgesel güvenliğini garanti altına alma ve hem de ekonomisini kalkındırma hayalleri kuran Gürcistan, bir yandan Batı ile yakın ilişkiler geliştirirken, bir yandan da, Güney Kafkasya’nın kontrolünü elinden bırakmak istemeyen Rusya’nın düşmanlığını kazanmaktadır. Tiflis’in NATO ile yakın temasını kendisine meydan okuma olarak değerlendiren Rusya ise, buna, ayrılıkçı Abhazya ve Güney Osetya Özerk Cumhuriyetlerini desteklemek suretiyle cevap vermektedir.
Enerji üretim ve dağıtım potansiyelini dış politikada bir silah olarak kullanmaya çalışan Rusya, dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip Kafkasya ve Orta Asya üzerinde hâkimiyet kurma çabası içerisindedir. Ayrıca, Orta Asya ile Avrupa arasında bir köprü niteliğini haiz Kafkasya’nın ve dolayısıyla bölgede stratejik bir konuma sahip Gürcistan’ın kontrol altında tutulması, Rusya Federasyonu için vazgeçilmez öncelikler arasındadır. Petrol ihtiyacının %15’ni, doğalgaz tüketiminin %25’ni karşıladığı Avrupa’nın, enerji bakımından kendisine olan bağımlılığını iyi değerlendiren Rusya, doğu-batı enerji dağıtım güzergâhını kendi ülkesinden geçirme ve bu vesileyle enerji arzında tekel oluşturma politikasının hayata geçirilmesi yolunda sağlam adımlarla ilerlemektedir. Doğalgaz başta olmak üzere enerji tüketimi hızla artış gösteren AB’nin, 2020 yılında, enerji ihtiyacının yaklaşık %75’ini ithal etmek zorunda kalacağı hususu dikkate alındığında, Rusya’nın çabalarının boşuna olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Bölgedeki gelişmeler şüphesiz, Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Türkiye ile Rusya arasında bir tampon bölge işlevi gören, Kafkasya’nın 4.7 milyon nüfuslu kilit ülkesi Gürcistan’ın istikrara kavuşması, bölgesel güvenlik açasından da önem arz etmektedir. Kafkasya coğrafyasında etkinlik mücadelesi veren Türkiye için Gürcistan, Türkistan’a açılan bir kapı olması nedeniyle de stratejik bir değer taşımaktadır.
Hazar ve Orta Asya petrol ve doğalgazının Avrupa’ya ulaştırılmasında bir enerji koridoru konumuna gelmek isteyen Türkiye, bu stratejik hedefine ulaşma yolunda en büyük rakibinin Rusya olduğunun idrakindedir. Kafkasya’nın kritik bir noktasında bulunan, yönünü Batıya çevirmiş bir Gürcistan, Türkiye için vazgeçilemeyecek bir müttefik konumundadır. Aynı şekilde, Rusya ile ilişkileri bozulan Gürcistan da, Batı dünyası ile iyi ilişkiler kurma anlamında Türkiye’nin dostluğundan büyük faydalar sağlayabileceğinin farkındadır. Nitekim her iki ülke de, bu stratejik durumu değerlendirmek anlamında ciddi adımlar atmış ve 1992 yılından itibaren ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerini geliştirmişlerdir. Bu kapsamda, Azerbaycan petrollerini Gürcistan üzerinden Türkiye’nin Akdeniz kıyılarına ulaştıran, yüzyılın projesi olarak da anılan Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı gibi dev bir proje başarıyla tamamlanarak 2006 yılında hizmete açılabilmiştir.
Ayrıca, AB’nin, enerjide Rusya’ya olan bağımlılığını azaltma ve artan gaz ihtiyacını çeşitli kaynaklardan ve güvenli bir şekilde karşılama gayesiyle geliştirdiği NABUCCO doğalgaz boru hattı projesiyle Türkiye, enerji koridoru konumunu daha da güçlendirme fırsatını elde edebilecektir. Ancak bilinmelidir ki, Rusya da, enerji arzı konusunda insiyatifi elinden bırakmak niyetinde değildir ve bu amaçla değişik projeler üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Mesela, Türkmenistan ve Kazakistan ile yaptığı enerji anlaşmalarının hemen ardından, Karadeniz’in altından geçmesi öngörülen Güney Akım Projesini geliştirmek suretiyle Rusya, NABUCCO’ya ciddi bir alternatif oluşturmuş gibi görünmektedir. Ancak, her ne kadar, Türkiye-Rusya arasında, enerji dağıtım güzergâhı ve Güney Kafkasya’nın hâkimiyeti konusunda bir rekabet sözkonusu olsa da, bu durumun iki ülkenin siyasi ve ekonomik ilişkilerini menfi yönde etkilemesine izin verilmemesi ve Rusya ile enerji alanında muhtemel işbirliği fırsatlarının iyi değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Sonuç olarak, son zamanlarda Rusya’nın, NATO ile işbirliğine giden Gürcistan’ı yanına çekebilmek ve Güney Kafkasya’da kontrolü eline geçirmek için, bu ülkedeki ayrılıkçı Abhazya ve Güney Osetya Özerk Bölgelerini koz olarak kullanmaktan ve dolayısıyla Kafkasya’da bir çatışma ortamına sebebiyet vermekten çekinmediğini müşahede etmekteyiz. Ancak, bölgede ortaya çıkabilecek bir çatışma ortamının kimseye faydası olmayacağı da kesindir. Umuyoruz ki, Rusya’nın yeni lideri Medvedev, bölge sorunlarına karşı daha uzlaşmacı bir tavır takınacaktır. Bu durumda, Türkiye’nin, sınır komşusu Gürcistan’da istikrarın sağlanması için insiyatif alması pekâlâ söz konusu olabilir. Ayrıca, Rusya ile yürütülecek dengeli bir politika ile birlikte, Gürcistan’ın siyasi birlik ve tam egemenlik hakkına saygı gösterilmesi, bu ülkenin NATO üyeliğinin desteklenmesi ve birlikte yeni enerji işbirliği projeleri geliştirilmesi halinde, Türkiye’nin bölgede etkinliğinin artırılması mümkün hâle gelebilecektir.
Nejat ÇOĞAL
TO Akademik Çalışma Grubu Üyesi