Son günlerde yaşanan gelişmeler Talat-Hristofyas sürecinin sonuna yaklaşıldığı izlenimini vermektedir. Özellikle Türkiye tarafından birbiri ardına atılan adımlar ve getirilen çözüm önerileri Kıbrıs Rum Kesimini adeta şaşkına çevirmiş gibi görünmekte. Bununla birlikte, muhtemel bir çözümsüzlüğün siyasi sorumluluğunu üstüne almak istemeyen Rumlar, karşı ataklarla müzakere masasındaki yerlerini korumaya çalışmaktadırlar.
2008 Eylül’ünde başlayan kapsamlı çözüm müzakereleri kapsamında 60’dan fazla görüşme gerçekleştiren Liderler, 2009 Eylül’ünde başlayan ikinci tur görüşmeleri kapsamında yoğunlaştırılmış müzakerelere başladılar ancak, ne birinci tur ve ne de ikinci tur görüşmelerde ciddi bir ilerleme sağlayamadılar. Talat ve Hristofyas’ın adeta kampa girdiği sıralarda Türk tarafının sunduğu çözüm önerileri ise Rumları paniğe sevk etmiş gibi görünüyor.
Bilindiği üzere, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile GKRY Lideri Dimitris Hristofyas 11-13 Ocak 2010 tarihlerinde, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Taye Brook Zerihoun’un ara bölgedeki resmi ikametgâhında ilk yoğunlaştırılmış görüşmelerini gerçekleştirmiş bulunmaktadırlar. Ne var ki, görüşme sonrasında Liderlerin yaptığı açıklamalar, bu yeni sürecin de sonuçsuz kalacağına dair işaretleri ihtiva etmektedir. Nitekim, her ne kadar Talat, “Son derece derinlemesine ve yararlı bir müzakere oldu. Müzakere sürecinin önemli bir dönemecini aşmış bulunmaktayız” dese de Hristofyas’ın “somut gelişmeler oldu, diyemem” şeklindeki açıklaması durumun pek de iç açıcı olmadığını göstermektedir.
Kıbrıslı Liderler önümüzdeki günlerde tekrar bir araya gelerek yine 3 günlük yoğunlaştırılmış görüşmelerini devam ettireceklerdir. Fakat Talat’ın takvimi de giderek sıkışmaktadır. Zira önümüzdeki Nisan ayında, KKTC de Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak olup, Şubat ayından itibaren seçim çalışmalarına başlaması gerekecektir. Bu dönem de ise Liderler arasından devam eden görüşmelerin bir anlaşmayla sonuçlanması ihtimali neredeyse sıfırdır. Hristofyas’ın ise herhangi bir takvimlendirmeyi kabul etmediği bilinmektedir.
Son gelişmeler de göstermektedir ki Kıbrıslı liderler esasen bir uzlaşmaya varılamayacağı gerçeğini anlamış olmakla birlikte masadan kaçan taraf olmamak için gayret sarf etmektedirler. Nitekim Hristofyas Annan Planı’nı reddeden taraf olmanın verdiği uluslar arası baskıyı bu defa masadan kaçarak daha da ağırlaştırmak istememektedir. Talat ise, her ne kadar Nisan’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kullanabileceği bir anlaşmaya varma şansını kaybetmiş ise de çözüm isteyen taraf olarak masada kalmaya gayret göstermektedir.
Ancak, Kıbrıs Türk tarafının en ciddi zafiyetinin, Rum tarafına göre çözüm ihtiyacının fazlalığı olduğunu söyleyen Talat’ın bu şekilde Rum tarafını çözüme zorlaması da mümkün görünmemektedir. Zira Türk tarafının Kıbrıs meselesinde bir zafiyet içinde olduğunu iddia etmek, müzakerelerde elinin zayıflamasına yol açabilecektir. Oysaki Türkiye ve KKTC’nin Kıbrıs meselesinde eli güçlüdür ve sahip olduğu siyasi ve psikolojik üstünlük müzakere masasında kullanabileceği en önemli araçtır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da açıkladığı gibi Kıbrıs Türk Halkının varlığını ve güvenliğini garanti altına alacak ve ayrıca Doğu Akdeniz’deki dengeleri koruyarak bölgesel istikrarı sağlayacak bir çözüm Türkiye’nin arzu ettiği bir çözümdür. Böylesi bir çözüme tam destek veren Türkiye’nin ise bu davada herhangi bir zafiyet göstermesi mümkün değildir.
Nitekim Türkiye’nin Kıbrıs parametreleri, yılın son Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında tekrar gündeme getirilerek Türkiye’nin istikrarlı duruşu ortaya konulmuştur. Toplantı sonrası yayınlanan bildiride Kıbrıs ile ilgili olarak “…30 Haziran tarihli MGK toplantısında, çözüm için 'siyasî eşitlik', 'iki kesimlilik', 'eşit statüde iki kurucu devleti haiz yeni bir ortam', 'garanti ve ittifak antlaşmalarının devamı' ile 'çözümün hukukî güvenlik ve kesinliğinin teminat altına alınması' parametreleri ortaya konulmuştu…” ifadesine yer verilmek suretiyle Türkiye’nin Kıbrıs politikası bir kez daha dünyaya ilan edilmiştir.
Ne yazık ki Beşparmak Dağları üzerinde yer alan KKTC bayrağını "hilkat garibesi" olarak gören, bayrağın Beşparmaklar’dan yok olması, vatanın ve halkının yeniden birleşmesi için elinden geleni yaptığını söyleyen Hristofyas ile Türk tarafının beklentilerini karşılayabilecek adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme ulaşılması mümkün görünmemektedir. Kuşkusuz Rum Liderin bu tutumunda şahinlerin, Rum Ortodoks Kilisesinin ve Rum Milli Muhafız Ordusu’nun (RMMO) baskısı da etkili olmaktadır. Nitekim, bir yandan RMMO, Rum Yönetimi lideri Dimitris Hristofyas’a “Ordu çözümden sonra da olsun” muhtırası verirken diğer taraftan Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos’un KKTC ile Güney Kıbrıs arasındaki sınır kapılarının ve barikatların kapatılmasının en uygun çözüm olacağını ve Türkiye aleyhine AİHM’e başvuracağını açıklaması, Rumların çözüme ne kadar mesafede olduklarını göstermesi bakımından anlamlıdır.
Buna karşın, Türk tarafının son zamanlarda gösterdiği diplomatik performans Türkiye ve KKTC’nin çözüme ne kadar istekli olduklarını göstermesi bakımından üzerinde durmaya değerdir. Bu noktada, Türk tarafının Rum tarafına sunduğu son öneri paketi hakkında kısaca bilgi vermekte fayda bulunmaktadır:
Başkan ve yardımcısı için çapraz oylama yapılması, ülkede iki hava sahasının korunması ve Türk vatandaşlarının da yeni devlette Yunan vatandaşları gibi yerleşim hakkına sahip olması gibi yönetim ve güç paylaşımı konularında çözüm önerileri getiren söz konusu paket, Rum Ulusal Konseyi tarafından acilen görüşülmüş ve görüşme zemini olamayacağı kararı alınarak reddedilmiştir. Pakete göre, kurulacak ortaklık devletinde başkan ve yardımcısının seçiminde Türkler Rum adaya, Rumlar da Türk adaya oy verebilecekler, başkan ve yardımcısının bakanlar kurulu kararlarını veto etme hakkı olacak, Ada’da iki FIR hattı olacak buna göre Türk kurucu devletinin FIR hattı kuzey hava sahasını, Rum kurucu devletinin FIR hattı ise güney hava sahasını kapsayacak, Ada’da Türk-Yunan dengesi korunacak, yani Türk vatandaşları Kıbrıs'ta Yunan vatandaşları gibi serbest yerleşim, mülk edinme ve çalışma hakkına sahip olacaktır.
Ne yazık ki bahse konu öneri paketi Rum tarafınca konfederasyonu hedeflediği gerekçesiyle reddedilmiştir. Bilindiği gibi konfederasyon bahanesi Rumların en çok sığındıkları bir mazerettir. Fakat Rumların değil konfederasyon, Doruk Anlaşmalarıyla üzerinde mutabık kalınan federasyon modeline bile yanaşmadığı bilinmektedir. Rumlar çözümü, kendi kontrolleri altındaki sözde ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olacak üniter bir devlet çatısı altında görmektedirler ki bu Talat ve Hristofyas’ın 23 Mayıs 2008 tarihinde anlaşmaya vardıkları iki kesimlilik, siyasi eşitlik temelinde bir federasyon modeline de tamamen aykırıdır. Ancak Hristofyas’ın görmek istemediği bir gerçek daha vardır ki o da, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dahi esasen üniter bir devlet değil, iki kesimliliğe dayalı fonksiyonel bir federasyon olduğudur. Rumlar evvela, 1963 yılında Kıbrıs Türklerini devlet mekanizmalarından kovmak suretiyle bu Ortaklık Cumhuriyetini bir Rum Devleti haline getirmiş oldukları gerçeği ile yüzleşmek mecburiyetindedirler.
Öte yandan Rum tarafı, Kıbrıslı Türklerin azınlık statüsünde olacağı bir Kıbrıs Cumhuriyeti hayalini gerçekleştirmek için Türkiye’nin AB katılım sürecini koz olarak kullanmaya devam etmektedir. Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak suretiyle Kıbrıs’ta tek taraflı tavizler koparmaya çalışan AB üyesi Kıbrıs Rum Kesimi bu anlamda üzerine düşen görevi ziyadesiyle yerine getirmektedirler. Nitekim, AB Konseyinin 2009 Aralık zirvesinde Türkiye’ye karşı bir yaptırım kararı aldıramayan GKRY, 6 müzakere başlığının açılmasını tek taraflı olarak veto edeceğini açıklamıştır. Öyle görünüyor ki Rumların bu cüretkâr tavırlarına göz yuman ve Annan Planı sonrasında Kıbrıs Türk Halkına verdiği sözleri yerine getirmeyen Avrupa Birliği, Türkiye’ye yönelik haksız uygulamalara prim vermeye devam edecektir.
Netice itibariyle, Kıbrıs ile ilgili olarak son zamanlarda yaşanan gelişmeler, çözüm adına pek de umut verici görünmemektedir. Kıbrıs meselesinin sonsuza dek masada kalamayacağı gerçeğinin ise gittikçe daha geniş bir kesim tarafından ifade edildiğini müşahede etmekteyiz. Öyle ki KKTC Cumhurbaşkanı acil bir çözüm peşinde koşarken GKRY Liderinin çeşitli bahanelerle önerileri reddetmesi ve süreci uzatmaya çalışması, uluslar arası kamuoyunun dikkatinden kaçmamaktadır.
Her iki Lider de kapsamlı bir çözüme ulaşma ihtimalinin son derece zayıf olduğunu bilmekte fakat çözümsüzlüğün sorumluluğunu da üzerine almak istememektedir. Nisan’da KKTC’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden medet uman Rum Lider, çözümsüzlüğün bedelini Türk tarafına ödetmenin hesabını yapmaktadır. Ancak, Kıbrıs’ta son dönemece girildiğini iyi gören Rum tarafı, bu sürecin de çözümsüzlükle sonuçlanması halinde Türk tarafının B planını uygulamaya koyabileceği endişesini de taşımaktadır. Uzlaşmaz tutumunu sürdüren Hristofyas’ın endişelerinde haklı olup olmadığı ise yakın zamanda ortaya çıkacaktır.