Son günlerde Kıbrıs’ta önemli gelişmeler yaşanmaktadır. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ile GKRY Lideri Anastasiadis, meseleye bir çözüm bulmak üzere haftada iki defa bir araya gelmekte ve yoğun görüşmeler yapmaktadırlar. Hatta Rum basınında, Güzelyurt ve Karpaz’ı Rum sınırları içinde gösteren haritalar bile yayımlanmaya başladı. KKTC Lideri Akıncı’ya göre ise 2016 sonuna kadar bir çözüme ulaşılması ve ardından 2017 Mart-Nisan’da bir referanduma gidilmesi mümkündür. Ne var ki biz bu filmi daha önce de izledik, hem de birçok defa. Yani Akıncı’nın öngördüğü gibi bir takvimlendirmeyi, Kıbrıs Rum tarafı hiçbir zaman kabul etmemiştir; etmeyecektir. Anastasiadis’in de böylesi bir takvimlendirmeyi kabul ettiğine dair herhangi bir işaret yoktur.
Kıbrıs’ta Liderler, Ekim ayını, öngördükleri gibi yoğun görüşmelerle geçirdiler. Bilindiği üzere, Liderler 6 ana başlıkta müzakere yürütmektedir: yönetim ve güç paylaşımı, AB, güvenlik ve garantiler, toprak, mülkiyet, ekonomi. Akıncı’ya göre, bunların dördünde ciddi yakınlaşmalar sağlanmıştır: “Ekim ayı içerisinde bu 4 başlıkta yoğunlaşılacak, 4 başlıktaki ayrılıklar en aza düşürülecek, Kasım başlarında Genel Sekreter ile de iş birliği içerisinde yurt dışında toprağın sürekli bir biçimde konuşulabileceği bir düzeneğe geçilecek, orada da bir başarı elde edilirse 5’liye gidilecek, güvenlik ve garantiler konusu da o çerçevede ele alınacak.”
Geldiğimiz noktada, Akıncı’nın Ekim ayına dair hedefleri önemli ölçüde gerçekleşmiş gibi görünüyor. Zira bugünlerde, uluslararası toplumda, Kasım ayında, İsviçre’de, Bürgenstock tarzında, 3’lü bir toplantı yapılması konuşulmaktadır. Bu toplantıda, “toprak” konusunun kamp şeklinde yapılacak toplantılarla müzakere edilmesi, bu başlıkta da ciddi yakınlaşma olursa hemen ardından garantör ülkelerin de katılımıyla 5’li bir toplantı yapılması planlanmaktadır. Bu 5’li toplantıda “güvenlik ve garantiler” konusu masaya yatırılacak ve ardından da 2016 yılı sonuna kadar çözüm anlaşması ortaya çıkarılabilecektir.
KKTC Lideri Akıncı ve uluslararası toplumun, Kıbrıs çözüm görüşmeleri ile ilgili öngörüsü bu şekildedir. Ne var ki süreç, öngörüldüğü gibi işlese bile neticede Kıbrıs’taki her iki toplumun meşru ve temel hak ve çıkarlarını eşit oranda koruyacak âdil ve kapsamlı bir çözüme ulaşılması mümkün görünmemektedir. Kuşkusuz, öngörümüzü destekleyen çok sayıda faktör vardır.
Şimdi isterseniz, Kıbrıs’ta yürütülen çözüm müzakerelerinin başarı şansını azaltan faktörlere kısaca bir göz atalım:
1. Ada’da 2016 yılı sonuna kadar muhtemel bir çözümün önündeki engellerden biri, BM Genel Sekreteri Banki Moon’un görev süresinin, 31.12.2016 tarihinde sona erecek olmasıdır. Bilindiği gibi Kıbrıs görüşmeleri, BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde yürütülmektedir. Yani BM, çözüm sürecine hakemlik yapmaktadır. Genel Sekreter Banki Moon’un, görev süresinin son günlerinde hakemlik görevini layıkıyla yerine getirmesi ise zor görünmektedir. Buna, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin Kıbrıs’ın her iki tarafında ciddi bir güven kaybına uğraması ve yeni BMGS tarafından değiştirilme ihtimalinin varlığı, ayrıca Rum tarafının BM hakemliğine mesafeli bakıyor olması, çözüm ihtimalini daha da zayıflatmaktadır.
2. Kıbrıs’taki çözüm müzakerelerinin önündeki bir diğer engel ise Güney Kıbrıs’ta 2018 yılı Şubat ayında yapılacak Başkanlık seçimleridir. Bu nedenle Rum Lider Anastasiadis, zamana oynamakta ve oyalama taktiği uygulamaktadır. Büyük ihtimalle Anastasiadis, seçim bahanesiyle 2017 yılı başında masadan kaçacak/Türk tarafını masadan kaçırtacak ve müzakere süreci en az bir yıl duracaktır. Ardından da KKTC seçimleri gelecek ve süreç bu yüzden bir kez daha kesilecektir. Zaten, Rumların tuzu kurudur. Acil bir çözüme ihtiyaçları yoktur. Çünkü onlar, uluslararası camianın Kıbrıs’ta tanıdığı tek meşru hükûmettir. GKRY, AB üyesidir. Buna karşın, KKTC, AB üyesi değildir ve Kıbrıs Türk Halkı, izolasyonlar altında ezilmekte ve dünyadan âdeta tecrit edilmektedir. İşte bu yüzden, Kıbrıslı Türkler çözüm için ne kadar acele ederse Rumlar da o derece oyalama taktiklerine başvuracaklardır.
3. 2016 yılı sonuna kadar bir çözüme ulaşılmasını zorlaştıran bir diğer etken ise ABD’de yapılacak olan Başkanlık seçimleridir. Yeni seçilecek ABD Başkanı’nın 2017 yılı Ocak ayında görevi devralacağını düşündüğümüzde, Kıbrıs meselesinin en önemli aktörlerinden biri olan ABD siyasetinin, bu geçiş döneminde ciddi bir tavır sergilemesi beklenmemektedir.
4. Kıbrıs’ta yürütülen çözüm görüşmelerinin bir anlaşmayla sonuçlanmasını engelleyen en önemli faktör ise Kıbrıs Rum tarafının meseleye bakış açısıdır. Kıbrıs'ta taraflar, birbirinden tamamen farklı çözümler istemektedirler. Kuşkusuz bu farklılık, tarafların probleme farklı teşhisler koymalarından kaynaklanmaktadır. Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkının meseleye bakışı ve çözüm parametreleri oldukça basittir ve BM ile aynı doğrultudadır. Buna göre, Kıbrıs'ta çözüm; BM çatısı altında, BM Genel Sekreteri'nin iyi niyet görevi çerçevesinde, Ada’daki gerçekler temelinde, iki eşit halk ve iki kurucu devlet tarafından oluşturulacak yeni birortaklıkla sağlanacaktır. Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisi devam edecektir.
Rumların çözüm beklentileri ise tamamen farklıdır. Buna göre Kıbrıs Rum tarafı, çözümü yeni bir ortaklıkta değil, kendilerinin egemenliğindeki sözde Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında istemektedir. GKRY’nin eski Lideri Hristofyas, " Bize söylemek istedikleri gibi yeni ortaklık yoktur, yeni devlet yoktur. Yeni bir devlet hâline dönüşecek olan Kıbrıs Cumhuriyeti’dir." demiştir. Yine, eski Rum liderlerden Papadopulos, "Ben halkımdan bir devlet teslim aldım. Onu topluma dönüştüremem." demiştir. Ayrıca, Rumlara göre Garanti ve İttifak Anlaşmaları yürürlükten kalkacak, Ada'daki Türk askeri geri çekilecek, on binlerce yerleşik Türkiye'ye dönecektir.
5. Görüşmelerin başarı şansını azaltan bir diğer faktör, Hristofyas’ın “Biz sessiz ve özlü çalışırız.” şeklinde özetlediği ikiyüzlü Rum/Yunan politikasıdır. Bu, son derece tehlikeli bir yaklaşımdır ve çok dikkatli olunması gereken bir konudur. Bakınız, 10 yıl GKRY liderliği yapan Glafkos Klerides ne diyor? “Yıllarca masaya oturduk ama anlaşma niyetimiz yoktu. Hiçbir anlaşmaya da imza atmadan laf ola görüşmeleri sürdürdük ve sonunda da Türkleri anlaşmazlıkla suçladık.” İşte bu yüzden, Akıncı-Anastasiadis sürecinin akıbeti de daha önceki birçok benzer nafile çözüm çabalarından farklı olmayacaktır. Zira Rumlar, muhtemel bir çözüme inanmamakta fakat BM, ABD ve AB’nin başını çektiği uluslararası camianın baskısıyla masaya oturmak zorunda kalmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Anastasiadis, bir Klerides’ten veya bir Hristofyas’tan farklı değildir ve olmayacaktır.
Mesela, geçen Eylül ayında, BM Genel Kurul Toplantılarına katılmak üzere New York’a giden Rum Lider Anastasiadis’in daha yola çıkmadan sarf ettiği “Ne garantiler ne hakemlik ne deregasyon ne de takvim olabilir!” şeklindeki tahrik edici sözleriyle, New York’ta yapılacak 3’lü Zirve ölü doğmuştu. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın müzakere yürüttüğü Rum Liderin meseleye bakış açısını biraz daha açalım: Rum Lider, göreve gelir gelmez "Türkiye doğalgaza karışmasın, kapalı Maraş’ı bize iade etsin, o zaman AB’deki vetomuzu kaldırmayı düşünürüz..." demiştir. Bugün de bunlara ilave olarak Güzelyurt ve Karpaz’ı istemektedir. Nihayet Anastasiadis, Türkiye'nin Ada üzerindeki garantörlüğüne daima karşı çıkmış klasik bir Rum siyasetçisidir.
6. Kıbrıs’ta yürütülen kapsamlı çözüm görüşmelerinin önündeki bir başka engel, müzakerelerin “her konuda anlaşma sağlanmadan hiçbir konuda anlaşma sağlanmış sayılmayacağı” ilkesiyle yürütülüyor olmasıdır. Öyle ki Kıbrıs gibi karmaşık bir meselede tarafların her konuda uzlaşmaya varması mümkün bulunmamaktadır.
7. Ayrıca Rum tarafı, güvenlik ve garantörlük sisteminin devam etmesini istememekte ve AB’nin garantörlüğünü yeterli görmektedir. Türk tarafı ise Türkiye’nin garantörlüğünü vazgeçilmez kabul etmektedir. 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları yürürlüktedir. Bugüne kadar da taraflardan hiçbiri Anlaşma’nın kaldırılmasına yönelik resmî bir başvuruda bulunmamıştır. Kaldı ki uluslararası hukuka göre taraflardan biri, tek başına Anlaşma’yı feshedememektedir.
8. Müzakerelerin önündeki bir diğer zorluk ise, Tük tarafı, mülkiyet konusunun takas ve tazminat yöntemiyle toplu olarak çözümünden yanayken Rum tarafının bu konunun bireysel olarak ve iade yöntemiyle çözülmesinde ısrar etmesidir. Yine Türk tarafı, toprak konusunun iki kesimlilik ilkesine göre ve iki ayrı halkın yoğun olarak yaşadığı bölgeler dikkate alınarak çözülmesini isterken Rum tarafı, göçmenlerin topraklarına geri dönmesini savunmaktadır.
9. Rumlar, Ada’daki tüm yerleşiklerin Türkiye’ye geri dönmesini isterken Türk tarafı, bunun belirli sayıda olmasını istemektedir.
10. Ayrıca Türk tarafı, müzakerelerde takvimlendirmeyi ve uluslararası toplumun sürece hakemlik yapmasını savunurken Rum tarafı buna şiddetle karşı çıkmaktadır.
11. Rum/Yunan tarafı, “tek egemenlik”, “tek vatandaşlık” ve “tek uluslararası kişilik” gibi temel kavramlara, tamamen Rum egemenliğini çağrıştıran anlamlar yüklemektedir.
12. Uluslararası toplum, GKRY'yi meşru Kıbrıs Hükûmeti olarak tanımaktadır. Ayrıca, Rum tarafı haksız bir şekilde AB üyesi yapılmıştır. Hem, meşru Kıbrıs Hükûmeti olarak tanınan hem de AB üyesi olan Rumların, Kıbrıslı Türklerle uzlaşması mümkün değildir.
Bütün bu zorluklar, Ada’da yürütülen çözüm müzakerelerinin başarı şansını azaltan ciddi faktörlerdir. Öte yandan her iki toplum lideri, nasıl bir anlaşmaya varırlarsa varsınlar son sözü, Kıbrıs Türk Halkı söyleyecektir. Yani varılacak bir anlaşma, Ada’nın her iki kesiminde eşzamanlı olarak referanduma sunulacaktır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, biz bu filmi daha önce defalarca izledik. Zira 1968 yılından bu yana Ada'daki iki toplum arasında görüşmeler devam etmektedir. 1984 yılında BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar’ın "Birleştirilmiş Belgeler"i, 1992 yılında Butros Gali’nin "Fikirler Dizisi", 2004 “Annan Planı”, 2008 yılında “21 Mart Süreci” 48 yıldır devam eden görüşmelerin öne çıkan çözüm planlarıdır. Ne yazık ki bu çabaların hiçbiri uygulamaya girememiştir. 48 yıldır Rum/Yunan tarafıyla bir çözüme ulaşılamamışken şimdi ne değişmiştir de aylar içinde âdil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüme ulaşma ümidi belirmiştir? KKTC Lideri, klasik Rum/ Yunan siyasetinden haberdar değil midir?
Kıbrıslı Türklerin 1963, 1964, 1967 ve 1974 yıllarında uğradığı katliamlar, Kıbrıs Türk Halkının kolektif hafızasına âdeta kazınmış bulunmaktadır. Benzer olayların tekrarlanmamasını kim garanti edebilir? AB mi? Elbette, hayır! Kıbrıslı Türk soydaşlarımızın güvenliğinin yegâne garantörü Anavatan Türkiye'dir. Ada'da 42 yıldır barış ve huzurun güvencesi olan Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri’dir. Gerçekler bu kadar ortada iken Rumlardan veya Brüksel'den medet ummak tabiri caizse abesle iştigaldir.
Netice itibarıyla Kıbrıs’ta tarih tekerrür etmektedir. Ada’da 1968 yılından bu yana çok sayıda görüşme yapılmış ve onlarca çözüm planı gündeme getirilmiştir. Ancak, bunların hiçbiri, uygulama alanı bulamamıştır. Günümüzde, KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ile GKRY Lideri Anastasiadis’in yürüttüğü çözüm görüşmeleri de ne yazık ki aynı akıbete uğrayacaktır. Bu muhtemel akıbetin sebeplerini yukarıda belirttik. Yani, ne AB’nin ne de küresel güçlerin baskısı, Kıbrıs’ta Rumlar lehine bir anlaşmayı mümkün kılabilecektir. Anavatan Türkiye’nin “kırmızı çizgiler”ini hiçbir güç ihlal edemeyecektir. Uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan hak ve yetkilerine dayanan Türkiye’nin, Kıbrıs’ta bir oldubittiye izin vermesi de mümkün değildir. Bugünlerde Rum basınında yayımlanan ve Güzelyurt ile Karpaz’ı Rum sınırları içinde gösteren haritaların da hiçbir değeri yoktur. Kıbrıs’ta çözüm, Rumlara toprak vererek değil, bilakis Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum toplumlarının toprak bütünlüklerinin korunduğu ve tarafların siyasi eşitliğine dayanan yeni bir federal ortaklık devleti çatısı altında gerçekleşecektir. Bu çerçevede âdil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüm sağlanamaması hâlinde, uluslararası toplum tarafından da tanınmış Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığının, yani mevcut statünün devam ettirilmesi en uygun çözüm olacaktır.
KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Türkiye’nin Ada üzerindeki garantörlük hak ve yetkisini ve Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri’nin varlığını tartışmaya açması anlaşılır bir durum değildir. Bilinmelidir ki Kıbrıs Adası’nın bir “Yunan Adası” olmasına asla müsaade edilmeyecektir. Osmanlı Devleti’nin bakiyesi olan Kıbrıs’ın yegâne güvencesi Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir. Bu meyanda Türkiye, Kıbrıs Türk halkı üzerindeki tarihî ve kültürel sorumluluğunun bilinciyle ve uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve yükümlülükleri çerçevesinde, sadece Kuzey Kıbrıs’ın değil, tüm Ada’nın garantörü olarak Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de barış ve huzura katkı sağlamaya devam edecektir.