Kıbrıs Rum Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos’un bir dini lider olarak Türkiye ile ilgili yaptığı siyasi açıklama oldukça düşündürücüdür. II. Hrisostomos Türkiye’nin AB katılım sürecini “sahip oldukları ve tahrip edilmemesi gereken bir silah” olarak görmektedir. Bu itiraf elbette, Rum siyasilerinin ve onları destekleyen bazı AB üyesi ülkelerin Kıbrıs meselesine bakış açısını da ortaya koymaktadır. Ne yazık ki 1990 yılında Rumların AB’ye tek taraflı üyelik başvurusyla başlayan bu Rum/Yunan senaryosu adım adım ilerlemiş ve nihayet Türkiye’nin 50 yıllık AB sürecinin önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkmıştır. Günümüzde ise Rumlar, bu gidişatın tersine döneceğinden endişe duymaktadırlar.
Rum Başpiskopos’un sözlerine dikkat etmek gerekmektedir. Boş bir laf değildir. Mesela, “elimizdeki bu silahın tahrip edilmemesi gerekir” derken neyi kastetmektedir? Cevabı çok basit elbette; Türk Halkının AB heyecanını canlı, Ankara’yı ise her ne pahasına olursa olsun masada tutmak, kısaca Türkiye’yi AB’nin kapısında bekletmeye devam etmek. Bunu başarabildikleri sürece, Kıbrıs meselesini kendi çıkarları doğrultusunda çözebilme umudunu koruyacaklarına inanmaktadırlar. Bu anlamda, KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun, GKRY’nin AB Dönem Başkanlığını üstleneceği 1 Temmuz’u işaret ederek Kıbrıs’ta müzakerelerin sonuna yaklaşıldığını belirtmesi, Rumları ziyadesiyle rahatsız etmiş görünmektedir.
Kuşkusuz, son zamanlarda Rumları tedirgin eden başka gelişmeler de olmuştur. Mesela, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın Londra seyahati sırasında gazetecilerin sorularını yanıtlarken yaptığı “Kıbrıs'ta çözüm için her opsiyon masada. Çözüm, 2 liderin uzlaşması ve toplumlarına kabul ettirdikleri bir birleşme formülüyle olabileceği gibi 2 liderin uzlaşarak ayrılıp, 2 ayrı devlet şeklinde ya da KKTC'nin Türkiye'ye bağlanmasıyla da mümkün olabilir…” şeklindeki açıklama, başta Rum ve AB Kamuoyu olmak üzere uluslararası camiada şok etkisi yaratmıştır. Son zamanlarda Rum tarafı, “Acaba Kıbrıs’ta yolun sonuna mı gelindi?” ya da “Türk tarafı masayı terk mi ediyor?” sorularını sormaya başlamıştır.
Yine geçtiğimiz günlerde, Türkiye’nin yaptığı, “kapalı Maraş Bölgesi’nin Türk İdaresi altında yerleşime açılması” önerisi de Rumları rahatsız etmiştir. Zira Rum tarafının “provokatörlük” olarak nitelendirdiği böylesi bir gelişmenin, insiyatifin Türk tarafının elini geçeceği ve hatta Rumlar arasında bölünmeye bile yol açabileceği değerlendirmeleri yapılmaktadır. Kapalı Maraş Bölgesi’nin KKTC’nin kontrolüne girmesi endişesi ise Rumların 1 Temmuz sendromunu daha da alevlendirmektedir. Türkiye’nin Kapalı Maraş Bölgesi’ni yerleşime açma projesini kendilerine karşı yapılmış bir tehdit gibi algılayan Rumlar, bu girişimi Türkiye ve AB Komisyonu’nun “Doğrudan Ticaret Tüzüğünü yeniden diriltmek için attığı bir yem” olarak görmektedirler.
Bu şekilde Türkiye’nin B planını uygulamaya geçirmeye başlayacağı korkusuna kapılan Rum siyasi çevreleri, gelişmelerden GKRY Lideri Dimitris Hristofyas’ı sorumlu görmekte ve Rum Lideri şiddetle eleştirmektedirler. Bu anlamda, 29 Mart’da kabul edilen Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raporu, Rum Siyasi Partilerince memnuniyet verici bulunmamış ve bunun sorumluluğu da GKRY Lideri Hristofyas’a yüklenmiştir. Meslea, Rum Demokrat Partisi (DİKO), AP'nin Türkiye Raporu’nu Hristofyas'ın esnek politikası için bir "hezimet" olarak görmüş ve Hristofyas'ın 4 yıldır “tavizler” ve "cömert fırsatlar" verdiğini iddia etmiştir.
Görüldüğü gibi Rum tarafı, AB Dönem Başkanlığını devralacağı 1 Temmuz 2012 tarihinden sonra Türkiye’nin, Kıbrıs konusunda birtakım ciddi adımlar atacağını beklemektedir. Türkiye daha önce, GKRY’yi asla muhatap kabul etmeyeceğini açıklamıştı. KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu’da 1 Temmuz’a kadar Ada’da adil ve kalıcı bir çözüm bulunmazsa kapsamlı barış müzakerelerinin en az iki yıl dondurulacağını açıklamıştı. Her ne kadar BM Genel Sekreteri Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer, Kıbrıs müzakerelerinin, Güney Kıbrıs’ın AB Dönem Başkanı olacağı 1 Temmuz’dan sonra da devam edebilmesi için yeni bir formül üzerinde çalışsa da, Türkiye’nin bu formüllere sıcak bakması beklenmemektedir.
Netice itibariyle, gelişmeler Başpiskopos II. Hrisostomos’un endişelerini haklı çıkarır niteliktedir. Zira Rum tarafının 20 yıldır uygulayageldiği “Türkiye’nin AB sürecini koz olarak kullanma” politikası, her geçen gün etkisini yitirmektedir. Türkiye bu konudaki tavrını net olarak ortaya koymuştur. Buna göre Ankara, Rumları AB Dönem Başkanı olarak asla muhatap kabul etmeyecektir. Türkiye-AB katılım müzakerelerinin Kıbrıs nedeniyle durma noktasına geldiği şu günlerde, bu tavrı sergilemek herhalde Türkiye için zor olmayacaktır. Ayrıca, son yıllarda Türk Halkının AB heyecanının önemli ölçüde azalması da Rumları ziyadesiyle tedirgin etmiştir. Yıllık %8,5 büyümeyle kalkınma hızında Dünya ikincisi olan Türkiye, Ekonomisi durgunlaşan ve ciddi mali krizle boğuşan AB’yi ihtiyatla izlemektedir. Velhasıl, siyasi ve ekonomik istikrarını muhafaza eden ve Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik yeni projeler üreten bir Türkiye, Rumların ellerinden AB silahını almakla kalmayacak, onların kâbusu olmaya devam edecektir.