Avrupa Birliğinin Türkiye 2009 İlerleme Raporu, uzun bir bekleyişin ardından nihayet 14 Ekim’de Avrupa Komisyonu tarafından açıklandı. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinde son bir yıllık performansını gösteren ve her yıl düzenli olarak hazırlanan Türkiye İlerleme Raporu bu defa her zamankinden daha fazla ilgi gördü. Çünkü, sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) ile ilişkilerini normalleştirmemesi halinde, AB Konseyi Aralık 2009 Zirvesinde Türkiye’nin müzakere sürecinin askıya alınabileceği yönünde kuvvetli bir beklenti içine giren Rumlar, Türkiye hakkında olumsuz bir karar aldırabilmek için yoğun bir baskı politikası takip ettiler.
Neyse ki AB Komisyonunun hazırladığı Rapor, Limanların Rum gemi ve uçaklarına açılmadığı tespitini yapmakla birlikte, Türkiye’ye herhangi bir yaptırım önermemiş ve Rumları da adeta ikiye bölmüştür. Nitekim, GKRY Lideri Dimitris Hristofyas, AB Komisyonu’nun hazırladığı Türkiye İlerleme Raporunu “tatmin edici” bulurken, GKRY Dışişleri Bakanı Markos Kiprianu “hayal kırıcı” olarak nitelemiştir.
Bilindiği üzere, Aralık 2006 Zirvesinde, Türkiye’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne” yönelik kısıtlamaları ile bağlantılı sekiz fasılda müzakerelerin açılmayacağına ve Ortaklık Anlaşmasına Ek Protokolün Türkiye tarafından tamamen uygulandığı Komisyonca teyit edilinceye dek hiçbir faslın geçici olarak kapatılmayacağına karar veren AB Konseyi, Aralık 2009 Zirvesine kadar Türkiye’ye süre tanımıştı. Kıbrıs konusunda bugüne kadar herhangi bir taviz vermemiş olan Türkiye hakkında, AB Komisyonunun, tam üyelik müzakerelerinin askıya alınmasına varacak yaptırımlar tavsiye edeceğine dair beklentiler oldukça yüksekti. Rumlar tüm çabalarına rağmen bunu başaramadılar ancak son anda yaptıkları müdahalelerle, Türkiye aleyhine birtakım net ifadelerin Raporda yer almasını sağladılar.
Bu noktada, AB Komisyonunun hazırladığı Türkiye 2009 İlerleme Raporu’nda Kıbrıs ile ilgili ne gibi ifadelere yer verildiği hususunu kısaca değerlendirmemizde yarar bulunmaktadır:
Her ne kadar Rumlar İlerleme Raporunda Türkiye’ye karşı yaptırım tavsiyesinde bulunulmasını sağlayamamışlarsa da, son anda yaptıkları girişimlerle, Türkiye’nin AB ve dolayısıyla Güney Kıbrıs karşısındaki yükümlülüklerini yerine getirmediğinin daha net bir şekilde ifade edilmesini sağlamışlardır. Mesela, Raporda, 11 Aralık 2006 Konsey Kararının yanı sıra, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin bir AB üyesi olduğu ve tüm AB üye ülkelerinin tanınması gerektiğinin” vurgulandığı 21 Eylül 2005 tarihli “karşı deklarasyondan” da bahsedilmesi dikkat çekicidir.
Ayrıca Raporda, Aralık 2006 Konsey Kararından bu yana, “AB’nin tüm çağrılarına rağmen” Türkiye’nin Ankara Anlaşmasına Ek Protokol’ün tam olarak uygulanması konusunda hiçbir ilerleme sağlamadığı, yine Aralık 2008 Konsey Kararında da belirtildiği gibi, Türkiye’nin bu yükümlülüğünü “acilen” yerine getirmesi gerektiği de Raporda ifade edilmiştir.
Türkiye’nin sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile ikili ilişkilerinin normalleştirilmesi konusunda bir ilerleme sağlamadığı ve Kıbrıs’ın birçok uluslar arası örgüte ve Anlaşmalara üyeliğini veto etmeye devam ettiği hususu, daha önceki İlerleme Raporları gibi bu Raporda da yer almıştır. Yine, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına petrol araştırmaları gerçekleştiren gemilerin Türk donanması tarafından birçok kez engellendiği de Raporda ilk defa belirtilmiş oldu.
Raporda ayrıca, Türkiye’nin, Kıbrıs Meselesine BMGS’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde adil, kapsamlı ve uygulanabilir bir çözüm bulmak amacıyla, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum Toplum Liderleri arasında yürütülen müzakereleri desteklemeye devam ettiği ifade edilmektedir. Yine, Türkiye’nin, BM ve AB’nin kuruluş ilkelerine uygun bir çözüm bulunması amacıyla yürütülen görüşmelere destek amacıyla pratik adımlar atmasının beklendiği hususu da Raporda belirtilmiştir.
Görüldüğü üzere, Raporda Türkiye açısından hem olumlu ve hem de olumsuz ifadeler yer almıştır. Aynı durumun Rum/Yunan tarafı için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’in, limanların Rum gemilerine açılması konusundaki yoğun sorular karşısında verdiği "Bu konuda Türkiye'ye ültimatom tarihi yok" şeklindeki cevap, esasen Türkiye’ye karşı bir ültimatomun söz konusu olacağını ancak bunun zamanlaması konusunda anlaşmazlık yaşandığını ortaya koymaktadır. Zaten, Rumların Rapor konusunda ikiye bölünmeleri de bu yüzdendir. Yani, GKRY’de bir kesim Türkiye’ye “hemen şimdi” bir yaptırım uygulanmasını isterken, diğer bir kesim yavaş yavaş ve fakat daha uygun bir zemin oluşturulduktan sonra Türkiye’yi köşeye sıkıştırmayı planlamaktadır.
Nitekim, GKRY Lideri Hristofyas’ın “Komisyon yaptırım önerse de, önermese de, karar Avrupa Konseyi’nindir. Yaptırım gerekip gerekmediğine Aralık’ta karar verilecek” şeklindeki açıklaması, Rumların baskı politikalarını zamana yayarak devam ettireceği ve Aralık’ta bir AB krizini tetikleyebileceği mesajını ihtiva etmektedir. Türkiye İlerleme Raporuna son anda eklenen bazı ifadeler de zaten böyle bir krizin alt yapısını hazırlar niteliktedir.
Öte yandan, Rumlar tarafından sert eleştirilere maruz kalan Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’in “Şartlar değişmezse gerçekten kısa süre içinde (açılabilecek) fasıllar tükenecek …. Limanlar meselesinde karar üye ülkelere aittir.” şeklindeki, savunma niteliğindeki açıklaması, durumun ciddiyetini ortaya koyar niteliktedir. Gerçekten de, şu ana kadar sadece 11 fasıl müzakerelere açılabilmiş ve bunlardan da sadece bir tanesinin geçici kapatılması yapılmıştır. Toplam 33 faslın sekiz tanesi Kıbrıs nedeniyle askıya alınmış durumdadır. Ayrıca, Fransa ve Yunanistan bazı fasılların müzakereye açılmasını engellemeye devam ederken, GKRY “enerji” faslını veto etmektedir.
AB Komisyonu, Türkiye 2009 İlerleme Raporunda herhangi bir yaptırım önermemekle birlikte, AB’ye karşı yükümlülüklerini yerine getirmediğinin daha sert ve net ifadelerle belirtilmiş olması Türkiye için zor bir dönemin yaklaşmakta olduğunu işaret etmektedir. Kıbrıs’ta çözümün AB ilkelerine uygun olması gerektiğinin ilk defa olarak Raporda belirtilmiş olması ise Hristofyas’ın rahatlığını açıklamak için yeterli bir gelişmedir. Yine ilk defa olarak, Doğu Akdeniz’de petrol araştırma gemileri konusunda Türkiye’nin suçlanması ve 2005 tarihli AB Karşı Deklarasyonundan bahsedilmesi, Rumların AB üzerindeki baskılarının ne kadar etkili olduğunu açıkça göstermektedir. Diğer taraftan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın, Raporda, “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile ilişkilerin normalleştirilmesini istemenin, Kıbrıs Türklerine hakaret ve saldırı olduğu ve Kıbrıslı Liderler arasında yürütülen çözüm müzakerelerini hiçe saydığı yönündeki eleştirileri, Kıbrıslı Türklerin Rapordan duyduğu memnuniyetsizliği göstermesi bakımından anlamlıdır.
Netice itibariyle, Türkiye’nin AB Katılım sürecinin kesintiye uğramadan devam etmesi büyük önem arz etmektedir. Fakat, Türkiye’nin Kıbrıs Milli Davasından taviz vermesi de mümkün değildir. AB Komisyonunun İlerleme Raporunda yer verdiği Kıbrıs ile ilgili olumsuz ifadeler, muhtemel bir krizin ilk işaretlerini verir niteliktedir. Şüphesiz, bugün yaşananların tek sorumlusu AB’nin bizatihi kendisidir. AB eğer GKRY’ni tek taraflı olarak üye yapmamış olsaydı, Rumlar bugün Türkiye’nin AB sürecini koz olarak kullanma fırsatını elde edemeyeceklerdi. AB, kendi hatasının vebalini Türkiye’ye yüklemeye çalışmakta ve Rum/Yunan tarafının baskılarına boyun eğmekle çözümsüzlüğü adeta derinleştirmektedir. Türkiye’nin tam üye olmadığı bir Avrupa Birliği’nin Kıbrıs’ta tek taraflı ve AB ilkelerine uygun bir çözüm arayışına girmiş olması abesle iştigaldir ve Rumların birtakım şantajlarla ne Kıbrıs Türk Halkı üzerinde hâkimiyet kurması ve ne de Türkiye’nin AB sürecini kesintiye uğratması mümkün olamayacaktır.