12 Eylül askeri müdahalesinin yargılanması garip bir tarzda, festival havasında başladı. İlk günkü duruşmada, 80 öncesi anarşi döneminde adlarına sıkça rastlanan bu olayların failleri olarak yargılanan illegal örgütlerin mensupları, yöneticileri, o yılların Marksizm-Maoizmin aktivistlerinin oluşturduğu kalabalık gruplar, hazırladıkları pankartlarla, sloganlarıyla adliye bahçesini gösteri alanına çevirdiler.
Duruşma sırasında da buna benzer tablolar yaşandı. Müdahil olmak için talepte bulananların sayısını birkaç yüzü bulması daha başından davanın ciddiyeti üzerinde kuşkular oluşmasına yol açtı.
Böylesine tarihî nitelikli, önemli bir davanın sanıklarının yatalak iki ihtiyardan ibaret olmasının yanlışlığı ilk günden ortaya çıkmış bulunuyor.
Oysa daha farklı bir yaklaşım sergilenebilseydi gerçekten tarihî bir açılım yapmak, 27 Mayıstan bu yana devam eden darbecilik geleneğiyle yüzleşmek, gerçekleri ortaya koyarak demokrasimizin geleneğini tahkim etmek mümkün olabilirdi.
Çünkü öncekiler bir yana, 12 Eylül darbesini arka planında neler olduğu, müdahalenin alt yapısının nasıl hazırlandığı, hangi merkezlerden destek aldığı hâlâ tam olarak bilinmiyor. Şimdiye kadar bu konuya ilişkin olarak yapılan açıklamalardan, birilerinin darbenin yapılmasını sağlamak üzere ray döşedikleri, başta siyasetçiler, ülkeyi yönetenler olmak üzere, toplumu bilinçli şekilde bu noktaya yönlendirdikleri anlaşılabiliyor. Ancak bunların daha net olarak görülebilmesi için, iki yaşlı ve hasta ihtiyarın dışında o yıllarda görev yapan birçok sivil ve askerin dinlenmesi, etraflı bir soruşturmanın yapılması gerekiyor.
O karanlık yıllarda, başta Ankara olmak üzere, Anadolu’nun birçok bölgesinde işlenen cinayetlerin faili olan, komünist bir yönetimin kurulması için silahlı eylem yapmayı yöntem olarak benimseyip uygulayan DEV-YOL (Devrimci Yol) vb örgütlerinin merkez yönetimlerinin bu davada mağdur sıfatıyla başrolde yer almaya çalışmaları trajik-komik bir manzaradır.
Dev-Yol hakkında 80’lerin başlarında açılan dava, birkaç ay önce zaman aşımından düşürülünce kendilerini aklanmış sayıyorlar; ellerindeki kanları silip pakladılar mı?
Katlettikleri onca insan, milliyetçi, ülkücü, MHP’li olmaktan başka günahı bulunmayan kurbanlar unutulacak mı?
1974 -80 arasında ülkeyi kan gölüne çeviren bu terörist örgütler, 1967 yılından itibaren üniversitelerde ortaya çıkan “öncü savaş” yöntemiyle “milli demokratik devrim” yaparak sol-sosyalist düzenin ilk aşamasını gerçekleştirmek isteyen, bir kısım askerlerle yakın işbirliği içerisinden çalışan darbeci bir geleneğin devamıdır.
Ağabeyleri Deniz Gezmişler, Sinan Cemgiller vb. bu amaca ulaşmak için THKO örgütünü kurup, Beka Vadisine gidip gerilla eğitimi alarak dağa çıkmaya, finansman için banka soymaya kalkışırken, diğer bir grup Mahir Çayan’ın önderliğinde THKP-C örgütü çevresinde toplanarak şehir gerillacılığı yoluyla amaçlarına ulaşmaya çalıştılar. Ancak eylemlerini fazla geliştirmeye zaman bulamadan bazıları güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmalarda hayatlarını kaybederken, bazılar da yakalanıp yargılanmaya başladılar.
74 affıyla bu illegal örgüt militanlarının tamamı hapishanelerden salıverildiler. İçeriden çıkanlarla dışarıdakiler vakit geçirmeden buluşarak Dev-Yol, Dev-Sol, Halkın Kurtuluşu vb.. adlarla örgütlenerek Marksist bir düzen kurmak amacıyla çok daha kanlı eylemler başlattılar. Kendilerine engel gördükleri, teslim alamadıkları ülkücüler, milliyetçiler başta olmak üzere herkesi acımasızca katletmeye başladılar. Üniversiteler, mahalleler, bazı fabrikalar bunların işgalindeydi. 1979’da İzmir Tariş’teki işgali kaldırmak isteyen güvenlik güçleriyle iki gün boyunca çatıştılar. İtiraz edip direnenleri, kendilerini savunmaya çalışanları o gündür bu gündür faşistler olarak tanımlayıp suçluyorlar. Bu dönemdeki terör olaylarının ülkede rejim değişikliğine yönelik örtülü bir işgal olduğunu algılayamayanlar ise meseleyi hâlâ sağ-sol sataşması diye tanımlıyorlar.
Bu illegal örgüt militanları yaptıklarını bir kenara bırakarak, hatta meşru ve haklı sayarak, kendilerine mağdur ve mazlum görüntüsü vererek kamuoyunu kazanmak, özellikle o dönemin olaylarını yaşları dolayısıyla bilmek durumunda olmayan insanların zihinlerini çelmek istiyorlar. Bu hususta basındaki etkileri nedeniyle tek yanlı anlatım ve propaganda imkânları bulunduğunda hayli avantajlı oldukları bir gerçek.
12 Eylül müdahalesiyle gerçekten hesaplaşılmak isteniyorsa, dava bu hâliyle bunu sağlayamaz; TBMM’de bir araştırma komisyonu kurulmasına ilişkin girişim çerçevesi doğru tespit edilmesi ve ciddiyetle yürütülmesi şartıyla yararlı olabilir.
12 Eylül’e doğru terörün tırmanmasını kışkırtan, yönlendiren, müdahale için zemin hazırlayan bir irade var mıydı? Kahramanmaraş gibi kitlesel olaylarda, İstanbul Üniversitesi kapısındaki patlamada, Gün Sazak’ın şehit edilmesinde, MHP Genel Merkezi’ne saldırılmasında talimatı verenler kimlerdi? Toplumsal bir kargaşa ve daha da ötesinde çatışmayı kimler istiyordu?
12 Eylül müdahalesi daha başlamadan, saat 12 sularında MHP Genel Merkezi’nin bulunduğu Bahçelievler 3. Caddeye tank gönderip direği devirerek elektriklerin kesilmesini sağlamak, diğer parti genel merkezlerinde arama başlamadan 8 saat önce karanlıkta arama yaptırtmak, olay yeri zaptı tutmaya gerek bile görmeden daha sonra aslı esası olmayan sözde bulguları belge diye ilan etmek kimin fikriydi?
O tarihte Genel Kurmay Harekât Başkanı olan ve kısa bir süre önce Ankara Sıkıyönetim Komutanı iken MHP Milletvekillerini tartışıp şikâyetçi oldukları Org. Nihat Özer’in bu uygulamalardaki rolü var mıydı?
Lokman Kundakçı ile ( Almanya’daki Türk Federasyonu eski Başkanı) Aydınlık Gazetesi’nin bu ülkedeki bürosunda ilişki kurup, istedikleri doğrultuda ifade vermesini temin etmek, özel olarak Türkiye’ye getirip çiftlikteki MİT binasında dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in nezaretinde bunu resmileştirmek hazırlanan bir planın parçası mıydı?Doğrudan Türkeş’i hedef alıp asılsız iddialarla suçlayan bu ifade, bilahare savcı Nurettin Soyel’in MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasındaki iddianamesinin çatısını oluşturduğuna göre, müdahale öncesinde kimler neyi tanzim etmek istediler?
12 Eylül döneminde MGK Genel Sekreteri sıfatıyla darbeyi planlayıp yürüten, bu operasyonun esas beyni olan ve geçen yıl vefat eden Org. Haydar Saltık’ın bu süreçteki etkisini ve yerini ortaya koyacak bilgiler neden araştırılmıyor?
Mamak’taki işkencelerin bir numaralı faili Alb.Raşit Tetik, C-5 denilen özel işkence mekânını kullanarak ülkücülere sadistçe işkence yapmaktan zevk alan ve isimlerini herkesin bildiği polisler neden ortada yoklar?
Bu sorular kolaylıkla çoğaltılabilir. Milletin vicdanı olan TBMM araştırma komisyonunu kurarak ciddi bir soruşturma yapabilirse yakın tarih aydınlatılabilir. Bu yapıldığında ne mahkeme bahçesini ve duruşma salonunu propaganda alanı yapmak isteyen, ellerinde kan izleri hâlâ duran gönüllü militanları, ne de Kahramanmaraş ve yıllar sonraki Sivas gibi facialardan nemalanmaya çalışanlara fırsat verilmemiş olur.