Başkan Trump Dışişleri Bakanı Tillerson’u kendisiyle konuşup haberdar etme gereği duymadan, twitter üzerinden yaptığı duyuruyla kişiliğine uygun tarzda kovar gibi görevinden uzaklaştırdı. Bu aslında sürpriz bir karar değil. Çünkü tarafların birbirinden hoşlanmadığı, başta İran meselesi olmak üzere Rusya, Ortadoğu ve Körfez konularında ciddi görüş ayrılıklarının bulunduğu biliniyordu.
Trump Tillerson’un yerine CIA Başkanı Mike Pompeo’yu, onun yerine de yardımcısı Gina Haspel’i getirdi. Bunlar sıradan tayinler değil; ABD’nin dış politikasını doğrudan etkileyecek önemli tercihlerdir.
Mike Pompeo, hemen her konuda Başkan Trump ile görüşleri örtüşen, Cumhuriyetçilerin Neo-Con kanadına mensup eski bir asker. “Şahin” diye tanımlanan agresif, uluslararası ilişkilerde etkili olmak için güç kullanımından yana olan görüşleriyle biliniyor. Türkiye hakkında olumsuz kanaatleri var. Radikal dinci terör örgütlerinin Ankara’dan destek aldığına, Türkiye’nin demokrasi konusunda İran ile aynı düzeyde olduğuna inanıyor. Bunları belirten twitter mesajlarını silip, hesabını kapatmış bile olsa bu görüşlerini değiştirdiğine ilişkin bir emare yok. Trump geçen yıl onu CIA Başkanlığına getirirken, kendisine çok güvendiğini, “kimyasının uyuştuğunu” ifade etmişti. CIA’nın ilk kadın başkanı olan Gina Haspel ise, bu örgütün bazı karanlık operasyonlarının arkasındaki isim olarak biliniyor. Tutuklulara işkence yapan CIA elemanlarını görevlerini yapan vatanseverler olarak nitelendirip desteklemişti.
Tillerson gibi nispeten daha uzlaşmacı ve diplomatik yöntemleri önemseyen bir kişinin dış işlerinin başında olmayışı, ABD’nin özellikle Ortadoğu politikalarında, İran ile ilişkilerinde ciddi değişiklikler olacağının habercisidir. Çünkü Trump Obama döneminde İran’la yapılan nükleer anlaşmanın sonlandırılmasını, bu ülkeye daha etkili ekonomik ve politik hatta askeri yaptırımlar uygulanmasını istiyor. Bu konuda İsrail Başbakanı Netenyahu da Trump’u hararetle destekliyor; askeri operasyon konusunun bir an önce gündeme getirilmesi için Washington’a sürekli bastırıyor. Bu nedenle yapılan son görev değişikliklerinin bir bakıma İsrail’in isteklerinin karşılanmasının ön adımı sayılabilir.
ABD’nin sertlik yanlısı yeni Dışişleri Bakanı Pompeo’nun 31 Mart’ta görevini devralmasıyla birlikte, dinci bir terör devleti dediği İran’a karşı gerilimi hızla tırmandıracak politikalara başvurması, mevcut rejimi değiştirmek maksadıyla ülke içerisinde CIA kanalıyla bazı girişimler başlatması sürpriz olmayacaktır. Bunların nereye kadar geliştirileceğini, İsrail’in yıllardır savunduğu askeri operasyonlara dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecektir. Ancak aşikâr olan bir şey var; Ortadoğu’da sular çok daha ısınacak, sıcak çatışmalara yol açabilecek gelişmeler olacaktır.
ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ı da arkasına alarak bu tarz politikalara yönelirken Türkiye ile ilişkilerinde ister istemez yeni bir dönem başlayacaktır. Çünkü hem Pompeo hem de Pentagon radikal adımlar atma noktasına geldiklerinde, önlerinde sadece İsrail, Suudi Arabistan ile PKK-YPG’nin desteğiyle başarıya ulaşamayacaklarını gösteren veriler, istihbarat raporları olacaktır. Pragmatist yapılarından dolayı, Ankara ile ilişkilerini gerginleştirmek yerine desteğini alabileceği bir çizgiye getirebilmek maksadıyla çeşitli manevralar yapacaklardır. Özellikle Türkiye’nin birinci önceliği olan terör tehdidi ve güvenlik konularında öneriler sunacaklardır. Bütün bu gelişmelerin arifesinde ABD-Türkiye ilişkilerinde kısa süreli de olsa bir “duraklama dönemi” muhtemelen yaşanacaktır. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun bu ay Washington’da yapılması planlanan Dışişleri Bakanları zirvesinin ertelenebileceğine ilişkin açıklaması bunun ilk işaretidir.
Geçen ay Tillerson’un Türkiye ziyareti, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı dört saate yakın kapalı toplantıda alınan kararlar, belirlenen yol haritası bakanın değişmesine bağlı olarak ister istemez askıya alınmış durumda. Bunların ileride yeniden işlerlik kazanıp kazanmayacağı belli değil. Özellikle Menbiç konusunda Ankara ile Washington’un görüş birliğinin sağlandığı hususundaki açıklamalarda artık geçerli değil.
Türkiye’nin Afrin operasyonunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı gibi kısa bir süre sonra başarıyla sonuçlanması durumunda, ABD ile yeni bir değerlendirme yapılması gündeme gelecektir; taraflar tekrar masaya oturacaklardır.
Trump, Pompeo ve Pentagon ile geri plândaki Netenyahu İran’ın iddia ettikleri kadar vahim bir güvenlik tehdidi oluşturduğuna gerçekten inanıyorlarsa, PKK-YPG’yi “stratejik müttefik” olarak benimsenmesinin kendilerine ciddi bir yarar sağlamadığını, Türkiye’nin bölgenin en güçlü ordusuna sahip kilit ülke konumunda bulunduğunu anlarlar. Bunu yapmayıp yanlışta ısrar etmeleri durumunda ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni krizler yaşanması kaçınılmaz hale gelecektir.
Türkiye, Zeytin Dalı operasyonuyla askeri gücünü, savaşma kabiliyetini herkese ispatlamış olduğundan, diplomatik alanda görüşme masalarında artık daha güçlü bir pozisyona sahiptir. Verilen sözlerin yerine getirilmesi, oyalayıcı manevralardan kaçınılması konusundaki taleplerini daha da yüksek sesle gündemde tutacaktır. Ancak bu avantajın iyi kullanılması, olabildiğince rasyonel ve gerçekçi politikalar yürütülmesi, Büyük Ortadoğu politikaları ve emperyalizmin yeni versiyonlarına karşı uyanık olunması, teyakkuzda durulması gerekiyor. Türkiye’nin bekası ve milli varlığımızın, ülke bütünlüğümüzün korunması, son derece değişken, kaygan ve güvenlik riski taşıyan uluslararası ortamın iyi okunmasına, sağlam istihbarata dayalı değerlendirilmeler yapılmasına, yerinde ve zamanında stratejik kararlar alınıp uygulanmasına bağlıdır.