Adalet Komisyonu’ndan geçen “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin Genel Kurul’da görüşülmesi, yoğun eleştiriler üzerine birkaç gün ertelendi. İktidar kısaca “Sosyal Medya Yasa Tasarısı” olarak bilinen teklifin görüşülmesini, önümüzdeki hafta Meclis tatile girmeden önce tamamlayıp çıkarmakta kararlı görünüyor.
Kırk maddeden oluşan teklifin özellikle 19. maddesi yoğun şekilde eleştiriliyor. Teklif, bu hâliyle kabul edilip yürürlüğe girerse bu maddede yer alan muğlak ifadeler üzerinden bir anda yüzlerce insanın başı derde girebilir. TCK’de yer alan “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” ifadesine iki maddelik ilave yapılarak yasanın kapsamı genişletiliyor; her türlü yoruma açık hâle getiriliyor.
Hukuk Fakültelerinde Ceza Hukuku derslerinde öncelikle, suçta “kanunilik” ilkesinin birçok unsuru içerdiği anlatılır. Bu unsurların başında “hukuki güvenlik” gelir. Bireylerin toplum hayatında huzur içerisinde yaşamaları, “hukuki güvenlik” ilkesiyle sağlanır. Yurttaşlar, hangi fiilin suç oluşturacağını, bunları yapmaları durumunda ne ceza alacaklarını açık olarak bilirlerse yasayı ihlalden kaçınırlar. Bundan dolayı kanuniliğin önemli bir başka tamamlayıcısı, yasanın “belirlilik ilkesi”ne uygun olarak yazılmasıdır. Belirsizlik yani muğlaklık karmaşaya yol açar. Ceza Kanunu bağlamında hangi fiilin suç olarak tanımlanacağının hiçbir tereddüte yol açmadan açıkça belirtilmesi, Anayasa’nın ve ceza hukukunun vazgeçilmez ilkelerindendir. Bu açıdan bakıldığında, teklifte yer alan “kamu düzeni”, “kamu barışını bozma” kavramları, çok muğlak kalıyor; keza kamu sağlığıyla ilgili bilginin belirlenmesini kim, neye göre yapacak? Bir içeriğin, sosyal medya yazışmalarında sadece beğenilmesi ve “retweet” yapılması yani paylaşılması, teklifteki “paylaşılması” tabirinin kapsamına girmeyecek mi? Bir fiilin belirlenen suç kapsamına girip girmeyeceği muğlak kalırsa, yargıcın takdirine bırakılırsa, suçta ve cezada esas olması gereken “belirlilik ilkesi” bir yana atılırsa doğal olarak farklı uygulamalar ortaya çıkar; çok sayıda mağduriyet yaşanır.
Sosyal medya 21. yüzyılda, hızla gelişen iletişim teknolojilerine paralel şekilde büyüdü ve giderek yazılı basının yerini alıyor. Ancak bu hızlı büyüme, çeşitli sosyal, kültürel ve hukuki sorunlara yol açıyor. Toplumsal ve siyasal hayatı etkileyip yönlendirecek hâle gelen haberler ve yazışmalar, hedef alınan kişilere yönelik asılsız iddialar, kim veya kimler tarafından yönlendirildikleri çoğu defa belirsiz olduğundan büyük haber kirliliğine, kuşkulara yol açıyor. Ülkemizde belirli siyasal ve dinî grupların oluşturduğu trollerin yıkım ekibi gibi çalıştıklarını, insanların onurunu, kariyerini acımasızca doğradıklarını yıllardır görüyoruz. Bundan dolayı sosyal medyanın yasal yollardan düzenlenmesine, yasal kurallara bağlanmasına ihtiyaç var. Ancak bu düzenleme nasıl yapılacak?
Siyasi iktidar, hukuki esasları bir yana bırakarak bu alanı güdümüne alacak, aykırı sesleri kıstıracak sansür anlamına gelen bir yasal düzenleme yapmak isterse zaten önemli sorunları bulunan hukuk sistemimize büyük bir sorun daha eklenmiş olur. HSK’nin geçen hafta çıkardığı yaz kararnamesinde yer alan bazı tayinler, siyasetçinin yargı üzerindeki etkinliğinin yeni bir örneğidir. Kaşıkçı davası dosyasının Suudilere devredilmesine muhalefet şerhi yazan 12. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Nimet Demir Kahramanmaraş’a, Gezi davasında mahkûmiyet kararına muhalefet şerhi yazan Kürşad Bektaş ise Turhal’a gönderildiler. Zira hâkim ve savcıların coğrafi teminatı bulunmadığından HSK, resmî görüşe aykırı karar veren yargı mensubunu en hafif işlem olarak taşraya sürebiliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 Mayıs 2019’da “Yargı Reformu Strateji Belgesi” Töreni’ndeki konuşmasında şöyle demişti: “Hâkim ve savcılar için coğrafi teminat getiriyoruz. Mesleki verimliliği olumsuz etkiliyor. Coğrafi teminat hâkim ve savcıların isteği olmaksızın çalıştığı yerden başka bir yere tayin edilememesi anlamına geliyor.”.
Kararnamede yer alan kariyerli iki ağır ceza hâkiminin tayin istekleri olmadığı gibi, bunlardan Nimet Demir, yapılan işlemi içine sindiremediğini ve mesleği bırakacağını açıkladı. HSK’nin belirli bir kıstasa dayanmayan tayin ve terfi uygulamalarının başka örnekleri de var. Anayasa’mızda mahkemelerin AYM ve AİHM kararlarına uyacakları açıkça belirtilmesine rağmen verdiği karada ısrar eden, dolaysıyla AYM’yi tanımayan hâkim, taltif edilircesine Yargıtay Üyesi yapılabiliyor. Geçen hafta bir gazetede Kayseri’de Boydakların FETÖ ile ilişkileri sebebiyle el konulan şirketlerine Kayyum yapılan kişinin, şirketi nasıl soyduğu yazıldı. Bu kişinin adı da açıkça yazılarak yönetimindeki şirketin 360 milyon lirasını kendi şirketinin İsviçre’deki hesabına aktardığı, başka usulsüz harcamalar da yaptığı ifade edildi. Böylesine ağır bir suçlamaya karşı Kayyum’un onurlu her insan gibi yargıya başvurup gazeteciden şikâyetçi olması gerekiyordu. Ama günler geçmesine rağmen ne bu kişinin kendini aklama yönünde bir girişimi oldu ne görevi kamunun haklarını korumak, yasaları ihlal edenlerle ilgili hukukun gereğini yapmak olan savcılardan bir işlem başlatıldı.
Hukuki ortam, 19. asırda bir Fransız düşünürün “Kanunlar, büyük sineklerin delip geçtiği küçüklerin takılıp kaldıkları bir örümcek ağıdır.” ifadesini doğrular hâle gelirse toplumsal düzen altüst olur. İnsanlık tarihi, adaletin olmadığı, haklının hakkının korunmadığı, hukuki güvencenin bulunmadığı toplumların trajik akıbetiyle ilgili sayısız örneklerle doludur. Hukuk devletinde, demokrasilerde siyasal görüşü ne olursa olsun her yurttaş yasalar karşısında eşittir; siyasal, dinî, mezhebî ayrımcılık yapılmaz. Düzen, “kuvvetler ayrılığı” ilkesine uygun şekilde işler. Yargı bağımsız ve tarafsızdır; yargıçlar ve savcılar coğrafi güvenceye sahip olduklarında, tayin ve terfileri belirli kurallara göre yapıldığından yasaları dış etkilerden uzak kalarak özgürce uygularlar; kamu harcamalarında denetim ve şeffaflık bulunduğundan, kaynakların nerelere harcandığını bir kişi yahut belirli bir grup değil herkes görebilir. Hedefimiz çağdaşlaşmak, gelişmekte olan ülke kategorisinden çıkarak her alanda gelişmiş ülkeler düzeyine yükselmekse bunun nasıl gerçekleşeceğinin kuralları, yöntemleri bellidir. Bunları esas almak yerine şahsi düşüncelerimize, duygularımıza göre “heterodoks” tercihler yapmaya, nehri tersine akıtmaya çalışırsak imkânlarımızı, enerjimizi boş yere tüketmekle kalırız. Gerçekçi bir durum değerlendirilmesi yapıldığında, eğitimden dış politikaya, ekonomiden hukuk ve yargıya kadar her alanda yaşanan sıkıntıların temelinde bu tarz yanlış tercihlerin olduğu görülür.