Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin düzenlediği “Yüksek Din Öğretimi Çalıştayı"nda ilahiyat fakültelerinin durumu masaya yatırıldı. Eski Diyanet İşleri başkanları Prof. Ali Bardakoğlu ve Prof. Mehmet Görmez’in de katıldıkları toplantıda ülkemiz açısından büyük önem taşıyan ilahiyat camiasıyla ilgili bazı sorunların akademik seviyede konuşulması yararlı olmuştur. Ancak bunlar sonuçta ülkemizdeki dini tedrisatın yetersizliği anlamına gelmesi ve YÖK’nun izlediği yanlış politikalardan kaynaklanması sebebiyle iktidar yanlısı gazetelerin çoğunda yer bulmadı.
Sonuç raporunda ilahiyat fakültesi sayısının ihtiyacın çok üzerinde olduğu, 2011’de 22 iken 2019’da 105 olan fakülte sayısının yanısıra, öğrenci kontenjanlarının ve akademik ortamın yeniden ele alınması gerektiği ifade edildi.
İlahiyat önlisans mezunlarına sağlanan dört yıllık fakülteye sınavsız geçiş imkanının, bazı dini yapılar ve cemaatlar tarafından istismar edildiği vurgulanarak, eşitlik ilkesine aykırı olan, haksızlığa yol açtığı belirtilen bu uygulamanın düzeltilmesi istendi.
Raporda ilahiyat fakültelerine yönelik politikanın gözden geçirilerek, amacın ve misyonun “bölgesel ve küresel sorunlar” yönünden yeniden ele alınmasının gerektiği belirtiliyor. Çok açık ve net ifade edilmese de ülkemizde dini alanda yaşanan sıkıntıların varlığına işaret ediliyor; bunlara ancak hedefi, içeriği doğru belirlenen kaliteli bir eğitimle çözüm bulunacağı anlatılmaya çalışılıyor.
Teşkilat yapıları, mali ve idari statüleriyle siyasi iktidara bağımlı olan akademik camiadan daha eleştirel ifadeler beklemek gerçekçi olmaz. Bu çalıştayda bu kadarının yapılmış olması bile olağan dışı bir durumdur. Ancak görülüyor ki, Türkiye’ de dini alanda yaşanılanlardan diyanet camiasında, akademisyenler arasında rahatsızlık duyan çok sayıda insan var. Çünkü siyasetle iç içe, popülist, Meşrutiyet döneminin şahsiyetli, kaliteli islamcılarının tavırlarıyla bağdaşmayan bir İslamcılık ve din üzerinden çıkar ve güç devşirme girişmeleri akıl ve sağduyu sahibi herkes gibi onları da tedirgin ediyor. İslamın iman ve ibadet gibi temel şartlarından olan ahlakın yaşanır olmaktan çıkarılmakta oluşu, kul hakkının, adaletin önemsenmeyişi, siyasetçiye sempatik görünme çabalarının, riyakarlığın beceriklililik sayılması toplumdaki manevi değerleri hızla aşındırıyor. Sırtındaki cübbesi, başındaki sarığıyla siyasi gösteride yer alacak kadar temsil ettiği kurumun ve sıfatın itibarını ayaklar altına alan, mimberde politika yapan ve sözde imam sıfatını taşıyanların da bulunduğu diyanet camiasının büyük sorunları var. Siyasetin dışarıdan müdahaleleri devam ettiği sürece bunlar çözümlenmek bir yana artarak devam edecektir. Siyasetçi için yarışı kazanıp iktidarda olmak ve bu konumunu korumak birinci öncelik olduğundan, köklü bir zihniyet değişimi olmadan daha farklı bir tavır beklenemez. Bu anlayışta ısrar edildiği sürece sorumluluğunun ve misyonunun bilincinde olan, toplumla sağlıklı ilişkiler kurup insanların manevi meselelere daha fazla yönelmelerini sağlayan ve ihtiyaç duyulan yeterli sayıda diyanet görevlisine sahip olamayız. Nitekim tıpkı ilahiyat fakülteleri gibi, imam hatip okulları ve öğrencilerindeki artışlar, umulanın aksine "dindar nesiller"in yetişmesine yol açmıyor. Yapılan araştırmalar gençler arasında gözlemledikleri haksızlıklara, çıkarcılığa, hırsızlık ve yolsuzluklara tepki olarak nihilist eğilimlerin giderek yaygınlaştığını gösteriyor. Siyasetçi bu konulara daha basiretli bakmalı, camiden, okuldan ve kışladan uzak durması gerektiğini görmeli, Anayasa’da yer alan laiklik ilkesinin gereğini zedelemeden mutlaka yerine getirmelidir.