Bâzılarına göre Cumhurbaşkanı seçiminin bu derece ön plâna çıkarılması yanlıştır. Sonuç itibariyle Devlet'i temsil edecek, protokol mükellefiyetlerini yerine getirecek bir insan seçilecek ve makam böylece doldurulmuş olacaktır. Hattâ Cumhurbaşkanı adaylarından A.N.Sezer Anayasa Mahkemesi Başkanı sıfatıyla yaptığı son konuşmada Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin fazla olduğunu, demokrasimizin daha iyi işlemesi açısından bu alanın daraltılmasının gerekli olduğunu söyledi. Yargıtay Başkanı Sami Selçuk da bu görüşleri paylaşan bir konuşma yaptı. Öyle anlaşılıyor ki, seçimi takiben Çankaya'dan siyaset alanına, bu hususta yeni düzenleme önerileri gelebilecektir.
Cumhurbaşkanı yetkilerinin kapsamı münakaşa edilebilir. İstikrarlı bir yönetim açısından şimdiki çerçevenin gerekli olduğunu savunanlar hiç de az değildir. Bâzı önemli bürokratik kurumların yapılanmasının, tarafsız bir görünüme sahip olan Devlet Başkanı'na bırakılmasının makamların saygınlığı ve güvenirliği açısından daha yerinde olacağı düşünüldüğünden, 82 Anayasası'nda Cumhurbaşkanı'na bu yetkiler verilmiştir. Ancak özellikle son iki dönemde, Çankaya'yı siyaset üzerine etkili konuma getiren temel faktörler yetkiden kaynaklanmamıştır. 1989 yılından bu yana hükümetlerin parlamentodaki dayanaklarının giderek zayıflaması, çok zor işleyen koalisyonlar dönemi üzerlerinde kâbus gibi dolaşan güven oyu tehlikesi, yürütme organının gücünü önemli ölçüde azaltmıştır. Bunun yanı sıra Özal ve Demirel gibi karizmatik iki liderin arka arkaya bu makamlara gelişleri yürütme organı için ciddi bir handikap teşkil etmiştir. Kabul etmek gerekir ki Özal'ın ve Demirel'in Başbakanlık'taki halefleri, onların etkisini üzerlerinden atamamış, gölgelerinin ağırlığı altında icraat yapmak zorunda kalmışlardır.
1990'lardan sonra Sovyet'lerin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni siyasî tablo Türkiye ile Türk Dünyası münasebetlerine yeni bir boyut kazandırdı. Dış İşleri teşkilâtımızın yeterli psikolojik ve kurumsal hazırlık içerisinde olmayışı, Devlet'in pek çok konuda olduğu gibi burada da iyi organize olmamaktan kaynaklanan dağınıklığı, kurulması zaruri olan münasebetlerin ister istemez Çankaya üzerinde yoğunlaşmasına yol açtı. Bu arada Balkanlar ve Orta Doğu'da yaşanan gelişmeler, Körfez Savaşı'nın askeri, siyasi ve etnik etkileri önce Özal'ı, bilahare Demirel'i birinci derecede yetkili ve fonksiyonel kaldı. Türk Cumhuriyetleri'nin Devlet Başkanları muhatap olarak onları görüp tanıdılar; ABD Başkanları ilişki kurmak için doğrudan Çankaya'yı aradılar. Türkiye'nin Cumhurbaşkanları hükümet başkanlarının pek uğramak gereği duymadıkları Kafkasya ve Türkistan'ı sürekli uğrak alanı yaptılar. Doğrusu iyi ki yaptılar; çünkü münasebetlerin daha fazla tıkanmaması onların çabalarıyla sağlandı.
Yeni yüzyıla girilirken Türkiye ile Türk Dünyası arasındaki mesafe ne yazık ki giderek açılıyor. Geçen hafta Almata'da yapılan Dünya Ekonomik Fuarı'nda konuşan Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev'in sözleri bu üzücü tabloyu ortaya koyması açısından fevkâlade önemlidir: "Eski Sovyet Cumhuriyetleri'nin Rusya ile birleşmesinden başka şansları yoktur. Kültürümüz bir, tarihimiz bir, atalarımız bir. Aynı ekonomik altyapının benzer sorunlarını yaşıyoruz. Ancak bu şekilde Batı ile de entegrasyonu sağlayabiliriz"
Kırgızistan Devlet Başkanı Asker Akayev ise Avrasya'yı Rusya ile İran ve Hindistan'ı bağlayan bölge olarak niteliyor. Çin'e açılan kapı Kırgızistan, Karadeniz'e açılan kapı ise Gürcistan.
Özbekistan'ın yıllardan beri Türkiye'ye tavrı ortadadır. Türkmenistan ise Mavi Akım projesini boru hattı konusunda Türkiye'nin kendisine yaptığı haksız bir muamele olarak görüyor ve dışlaşmışlık duygusu içerisinde Rusya ile pazarlık yürütüyor.
Rusya'da Putin'in Devlet Başkanlığı'na gelmesi, Rusya'nın Dünya politikalarında yeniden baş aktörler arasına girme hamlesidir. Nitekim Putin geçen hafta yaptığı açıklamada, Hazar bölgesinin kendileri açısından hayati bir önem taşıdığını ve Rusya'yı bu havzadan uzaklaştırmak isteyen planlara karşı koyacaklarını açıkladı. Transkafkasya'da Rus siyasî nüfuzunu perçinlemek maksadıyla bölge devletlerini ikide bir Moskova'da toplantıya çağırıyorlar ve resmî bir anlaşma sağlamak maksadıyla girişimlerde bulunuyorlar. Türkiye'nin Gürcistan ve Azerbaycan ile oluşturmaya çalıştığı üçlü beraberlik, Rusya'nın şiddetli tepkileriyle bir türlü işlemiyor. Rusya Başbakan yardımcısı Mihail Kasyanov'un sözleri Rusya'nın Hazar politikasını yansıtmaktadır: "Hazar bizim öncelikli ilgi alanımızdır. Bağımsız Devletler Topluluğu ile ilişkiler ise dış politikamızın en önemli maddesidir"
Rusya politik amaçlarını resmî beyanatlarla sınırlı tutmuyor. Ekonomik ve siyasal açıdan hayati önem taşıyan petrol ve doğal gaz boru hatları konusunda somut adımlar atıyor. Bakü-Ceyhan boru hattıyla ilgili pürüzleri giderek anlaşma Washington'da Gürcistan'ın da imzalamasıyla ikmâl edilirken, Rusya savaş bölgesi Çeçenistan'ın dışından geçen ek boru hattını tamamladığını açıkladı. Bu yeni hattan Azerbaycan Hazar petrolünü değil, Türkmenistan ve Kazakistan'ın petrolünü de geçirebilmeyi plânlıyorlar. Ancak bunu başardıkları takdirde milyonlarca ton petrolü Boğazlar'dan nasıl geçirebileceklerini açıklamıyorlar.
Türkiye'nin dış politika gündemi giderek yoğunlaşacaktır. Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi'nin A.B.'ne katılması için büyük çaba harcıyor. Önümüzdeki iki yıl içerisinde Kıbrıs'ta taraflar arasında çözüm sağlanamamasına rağmen, bunun sorumlusu olarak muhtemelen Türk tarafı görülecek ve AB ilkelerine aykırı şekilde, ihtilâflı bir alanın birliği katılımına izin verilecektir. Bu ihtimal önlenemediği takdirde Türkiye AB münasebetleri tam anlamıyla çıkmaza girecektir. Yunanistan'ın son derece usta manevralarla sürdürdüğü Kıbrıs ve Ege politikalarında inisiyatifi ilimizden kaçırmamız telâfisi mümkün olmayan problemler doğuracaktır.
Kuzey Irak'ta kurulmaya çalışılan Kürt Devleti konusunda ciddi gelişmeler yaşanıyor. Bir devletin varlığı için gerekli alt yapı çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğu görülüyor. ABD resmen kabul etmese bile bu oluşuma önemli destek sağlıyor. Geçen ay bu ülkede Kürt kimliğiyle ilgili araştırma adı altında bir Amerikan Üniversitesi adına düzenlenen toplantıya, Türkiye'nin protestosuna rağmen, ABD'nin resmî temsilcisinin katılması dikkat çekici bir olaydır.
Bütün bu gelişmelerin ortaya çıkardığı tablo Türkiye'nin teorik tartışmalarla hareket kabiliyetini kısıtlamasının ne derece sakıncalı olduğunu göstermektedir. Tam tersine Devlet'i teşkil eden bütün kurumların ve hiyerarşık makamların faal ve etkili olmaları gerekmektedir. Sayın Başbakanımız Cumhurbaşkanı adayının dış politikada tecrübesinin ve birikiminin bulunmayışının önemsenmesini istiyor ve bu alanı kendisinin üstleneceğini açıklıyor. Şayet şimdiki durumun tatminkâr olduğuna, güven verdiğine inanarak bu teminatı veriyorsa, bunun mevcut endişeleri izale edebilmesi düşünülemez. Zira büyük meşgaleler arasında dikkatini teksif edemeyen bir Başbakanlık, tepeden tırnağa ıslaha muhtaç bir Dış İşleri Bakanlığı, bu ağır gündemin altından kalkamıyor. Cumhurbaşkanlığı'nın hangi mülahazayla olursa olsun devre dışına çıkarılması tıkanıkları kronik bir bunalım hâline dönüştürür.
Cumhurbaşkanlığı'nın yetki fazlalığından şikâyetçi olmak yerine, işlevinin yapılmasını sağlamak millî çıkarlarımızın korunması açısından daha doğru olur.