Dr. Sinan Küfeoğlu genç bir akademisyen; yerel bir medyada ki (Bayburtmedya.com) röportajı sosyal medyada büyük ilgi gördü. Anlattıklarını üst üste birkaç defa dikkatle dinledim; etkilendim ve duygulandım. Milli hassasiyeti yüksek, sorumluluk sahibi genç bir bilim insanı Türkiye’deki üniversitelerin ve hocalarının bilimsel performansını, bürokrasimizin yapısını, enerji alanında Türkiye’nin uluslararası rekabet ortamındaki yerini, AR-GE çalışmalarındaki durumumuzu, önemli konulardaki ilgi ve bilgi eksikliğini, şahsi girişimlerinin sonuçsuz kalışını çarpıcı bir tablo halinde ortaya koyuyor.
Sinan’ın anlattıklarını dinleyince bir anda rahmetli Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun yüzyıl önce yazdığı ‘’Turhan Nasıl Çıldırdı’’ isimli hikayesini anımsadım. Benzeşen o kadar çok şey var ki… Bir yere kadar bu hikayede anlatılanlar Sinan’ın yaşadıklarıyla adeta örtüşüyor; sanki Turhan Bey canlanıp Sinan Küfeoğlu oluyor, hikayede anlatılanlara benzeyen girişimleri yapmaya çalışıyor. Aynı vatanperver duygular, yüksek bir milli heyecan, milletimiz ve ülkemize karşılıksız hizmet vermek çabaları. Prof. Dr. Aziz Sancar’da da gördüğümüz gibi, milliyetçiliğin somut bir görünüm kazanması, anlamına uygun tarzda hayata yansıtılması.
Bu çabalara karşılık yüz yıl boyunca değişmeyen engeller; yani duyarsızlık, ilgisizlik, sorumsuzluk ve cehalet. Sinan’ın hikayenin kahramanı Turhan beyden farkı kendisini değerlendiren, bilimsel niteliklerinden, kabiliyetinden yaralanmak isteyen muhataplarının ülke içinde olmasa bile dışarda bulunması. Kendisine bu özelliklerini sergileyebileceği bir çalışma alanının sunulması. Bu farklılık Dr. Sinan Küfeoğlu’na doğal olarak geleceğini tasarlayabileceği hedeflerinin bulunması anlamına geliyor; bu O’nu diri ve canlı tutuyor, ümitli kılıyor. Böylelikle Sinan bir yandan bilimsel kariyerini başarıyla sürdürürken, diğer yandan uzmanı olduğu Elektrik Güç Sistemleri ve Şebeke Arz konularında AB bünyesinde yürütülen projelerde yönetici sıfatıyla yer bulabiliyor.
Sinan Küfeoğlu, ÖDTÜ Elektrik Elektronik Bölümü mezunu. Lisans eğitimini bitirince okuduğu üniversitede doktora yapmak istiyor. Hocası ‘’seni alamam çünkü yanımda zaten iki doktora öğrencisi var; onlarla ancak başa çıkabiliyorum’’ diyerek isteğini geri çeviriyor. Sinan yılmıyor, yurt dışına yöneliyor ve aradığı imkanı Finlandiya’da buluyor. University College London Helsinki Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora yapmaya başlıyor. Yanında çalıştığı hocasının 30 doktora öğrencisi var ve bunların ücreti devletten çıkmıyor; yürütülen projelerden sağlanan paralarla karşılanıyor.
ÜNİVERSİTELERİMİZDE BİLİM ÜRETİLEMİYOR
Sinan Küfeoğlu Türkiye’deki üniversitelerle batıdakilerin arasındaki en önemli farklardan birinin bu olduğunu belirtiyor. Batıda üniversiteler bilimsel çalışmalar için ihtiyaç duydukları kaynakların önemli kısmını yürütülen projeler üzerinden sağlıyorlar. Devlete yük olmuyorlar. Daha da önemlisi proje çalışmaları akademik hayatın önceliği olan bilimsel araştırma ve geliştirmenin kapılarını açmış oluyor. Akademisyenler bizdeki gibi aydan aya maaşını alan, ders anlatıp imtihan yapan, rutin bir hayatı benimseyen memurlar değil, okuyan araştıran, literatürü izleyen makale yazan, bilimsel aktiviteleri yüksek kamil anlamda bilim insanları.
Bu farklılıklardan dolayı bizde üniversite sayısının hızla artmakta oluşu, nitelik sorununun, akademik camia ve yüksek kalitede bilim insanı ihtiyacının çözümlendiği anlamına gelmiyor. Uluslararası bilim camiasında yapılan değerlendirmeler Türkiye’de bu açıdan yaşanan sıkıntıları ortaya koyuyor. Ülkemiz bilimsel makale alanında çok gerilerde seyrediyor; yakın zamana kadar bu alanda daha ileride göründüğümüz İran halen hem fizik, kimya ve matematik gibi alanlarda hem de sosyal konularda bizi geçmiş durumda.
ULUSLARARASI TOPLANTILARA İLGİSİZLİK
Dr. Küfeoğlu akademik çalışmalarına paralel olarak konusuyla ilgili bilimsel toplantılara ve toplantılara katılıyor. Bu esnada karşılaştığı tablodan ülkemiz adına büyük üzüntü duyuyor. ilk olarak Stockholm’de önemli bir bilimsel toplantıya katılır. Salonda çeşitli ülkelerden 3 bine yakın katılımcı vardır. Sinan dağıtılan kitapçıktan hemen T harfini bulur ve Türkiye’den katılımcı arar; ama ne yazık ki bulamaz. Buna karşılık Mısır ve İran’dan 30’ar 40’ar kişilik kalabalık grupların olduğu Güney Afrika’dan, Güney Amerika’dan, Avusturalya’dan bile gelenlerin bulunduğu bu toplantıda Türkiye’den kimsenin bulunmayışını ‘’haberdar olunmamıştır’’ şeklinde yorumlar. Türkiye’deki üniversitelerin rektörlerine toplantıların önemini ve katılmalarının yararlı olacağını anlatan mektuplar yazar gerekli görürlerse bizzat gelip görüşebileceğini anlatır. Sadece Bilkent ve ÖDTÜ kısmen de olsa ilgi gösterirler. Sinan bu üniversitelere gelir öğrencilere konuşma yapar, konuyu anlatır. Ama bir sonuç çıkmaz; sonraki toplantılarda da Türkiye’den katılım olmaz.
SİNAN PROFESYONEL DEĞİL TÜRK
Sinan Küfeoğlu bir süre sonra Brüksel’de AB bünyesinde yürütülen enerji birliği toplantılarına Finlandiya adına katılmaya başlar. Burada Avrupa’nın enerjiyle ilgili geleceği tartışılmakta, önemli kararlar alınmaktadır. Üniversitelerden, bürokrasiden, özel sektörden insanların katıldığı toplantılarda Türkler gene yoktur. Milli şuur ve sorumluluk sahibi bir aydın olarak ‘’üzerime vazife değil diye düşünmez’’ Başbakana durumu detaylı bir şekilde anlatan bir mektup yazar, cevap alamaz. Enerji Bakanlığı’na yazar cevaben kendisini bakanlıktaki alt kademeden uzmanlarla görüşmek üzere Ankara’ya çağırırlar. Sinan gençtir ama Türkiye’de kararların nereden alınıp yürütüldüğünü bilecek zekaya sahiptir. Doğal olarak gelmez.
Daha sonra hemşehrisi olan Maliye Bakanı’nın ilgilenebileceğini düşünerek hem mektup yazar hem de randevu alarak görüşmek üzere Finlandiya’dan kalkıp Türkiye’ye gelir. Fakat Bakan ile ancak ayak üzeri bir dakikadan daha az bir süre konuşabilir. Sayın Bakan durumu bildiklerini söyler ve ‘’biz yurt dışında yeteri kadar temsil ediliyoruz’’ diyerek konuyu kapatır.
Sinan Küfeoğlu bu arada İngiltere’den davet alır ve Dünya’nın en önemli üniversitelerinden biri olan Cambridge’de öğretim üyesi olur. Ayda bir defa derse girmekte, geri kalan zamanını yoğun şekilde araştırma – geliştirme faaliyetlerine ayırmaktadır. Ayrıca Finlandiya temsilcisi olarak Avrupa Enerji Piyasalarını bir araya getirip entegre etmek maksadıyla yürütülen Avrupa Enerji Birliği çalışmalarına katılmaktadır.
Onun bütün amacı Türkiye’nin de bu önemli birliğe katılmasını sağlayacak bir pozisyon bulmaktır. Kendi ifadesiyle ‘’100 milyarlarca Euro’luk fonların havada uçuştuğu bu platformda Türkiye olmadığından proje desteklerinden doğal olarak yararlanamamaktadır.’’ Sinan’ın Finlandiya adına burada olmasına rağmen, ısrarla Türkiye’yi bu fonlara dahil etmek istemesi birilerinin dikkatini çeker ve tepki alır. Bir Fransız delegesi Sinan’a ‘’Sen Finlandiya’dan maaş alıyorsun; ne diye Türkiye’nin çıkarlarını savunuyorsun, bu yaptığın profesyonelliğe yakışmıyor’’ der. Sinan’ın cevabı kişiliğinin fikriyatının özetidir: ‘’Ben bir profesyonel değilim Türk’üm’’
TEMEL SORUNUMUZ; İLGİSİZLİK-BİLGİSİZLİK-SORUMSUZLUK
Dr. Küfeoğlu enerjisinin hem Dünyanın hem de Avrupa’nın bir numaralı meselesi olduğunu belirtiyor. Bununla ilgili olarak Türkiye’yi de doğrudan ilgilendiren önemli hususlara değiniyor.
Avrupa Komisyonu’nda ufuk projesi adı altında 80 milyar EURO’luk bir fon oluşturulmuş; üniversitelerin, devlet kurumlarının aralarında konsorsiyum oluşturarak proje sunmaları durumunda bir-iki milyon EURO’luk destek almaları mümkün.
Finlandiya’dan Japonya’dan ve İngiltere’den üniversitelerin katıldığı bir proje çalışması var ve bunun Dr. Sinan Küfeoğlu yönetiyor. Türkiye’den de bir üniversitenin katılabilmesi için girişimler yapıyor; rektörlere konuyu anlatan yazılar yazıyor. Bermutad cevap alamıyor.
Bayburt Üniversitesinin başında olduğu bu projeye katılmasını özellikle istiyor. Rektör ile görüşmeye çalışıyor. Sayın rektör o bölgenin evladı olan kendi çabasıyla uluslararası bilim camiasında belirli bir yere ulaşan bu akademisyenle görüşmeye gerek görmüyor; randevu bile vermiyor.
Sinan bu ilgisizliğin üniversitelerimize yerleşmiş olan memur zihniyetinin sonucu olduğunu düşünüyor. Üniversite hocalarının çoğu rutin mesailerinin dışında çaba sarfedip, proje çalışması yapmak gibi külfetli meşgalelerle kendilerini yormak istemiyorlar. Bu tarz hantallaşmanın rutinleşmenin başka bir örneğini bürokrasiden veriyor. Finlandiya’nın eğitim sisteminin 90’ların ortalarından bu yana çok başarılı olduğu görülüyor. Bu durum uygulanan sistemin başarısı olarak algılanıyor. Türkiye’den de Finlandiya’ya sistemi incelemek maksadıyla sık sık heyetler gönderiliyor. Sinan Finlandiya’da bulunduğu 7 yıl zarfında maksatla gelen heyetleri yakından görüp tanıdığını söylüyor ve ekliyor: ‘’Gelenler şehirde gezdiler, resimler çektiler; ama konuyla ilgili ciddi bir görüşme yapmadan Türkiye’ye döndüler çünkü muhataplarıyla konuşup anlaşacak seviyede lisan bilmiyorlardı. Kimlerle hangi konularda temas edecekleri de belirtilmemişti. Dolayısıyla bu ziyaretler turistlik bir gezi olarak kaldı.’’
Dr. Küfeoğlu katıldığı uluslararası toplantılarda ülkemizle ilgili gözlemlerini şöyle anlatıyor ‘’Temsilcilerimiz lisan ve bilgi yetersizliklerinden dolayı, toplantılarda bulunmak yerine geldikleri kenti gezip dolaşmayı tercih ediyorlar. Oysa başka ülkelerden gelenler lisans sorunun yasamadıklarından ve konuşulan konuları iyi bildiklerinden bir birleriyle konuşup diyalog kurabiliyorlar. Dolayısıyla kararlarda etkili oluyorlar; toplantıları yönlendirebiliyorlar.’’
Genç akademisyen Türkiye’nin enerji alt yapısının yetersiz olmasına dikkat çekiyor. Bunun ekonomimizle sorunlar doğurduğunu, cari açığın büyümesine yol açtığını ifade ediyor. Önümüzdeki dönemde elektrikli araç kullanımının hızla yaygınlaşacağını söylüyor; bu teknoloji geldiğinde Türkiye’nin açık pazara dönüşeceğinden endişe ediyor. Bu konuda yetkili bir bürokrata mektup yazarak, toplu tasım araçlarının elektrikli olması maksadıyla çalışıma başlatılmasının gerekli olduğunu, Türkiye’nin erken davranarak elektrikli araçların motor ve bataryalarının üretim merkezi haline gelebileceğini anlatıyor. Muhatabı ‘’toplu taşım elektrikli olamaz’’ diyerek teklifini geriye çeviriyor. Ancak bir süre sonra Norveç bu konuda çalışma başlatıyor. Ardından Barselona, Londra ve Helsinki Belediyeleri de benzer adımlar atıyor. Sinan teklifine olumsuz cevap veren yetkiliye bu gelişmeleri duyurunca muhatabı bu defa ‘’o zaman bizde başlatalım’’ cevabını veriyor. Sinan bu durumu bürokrasimizde yerleşen ‘’özgüven ve cesaret eksikliğine bağlıyor; başkaları yapsın biz onlardan görüp taklit ederiz zihniyeti atılım yapılmasını engelliyor.
AVRUPA ENERJİDE 40 YIL SONRASINI PLANLARKEN
Sinan Küfeoğlu halen Avrupa’da yürütülmekte olan enerji alt yapı çalışmalarından da çarpıcı örnekler veriyor. İsviçre, İrlanda ve Finlandiya gibi ülkeler 20-30 yıl sonrasın alt yapılarıyla ilgili projeler hazırlıyorlar. Hatta İngiltere 2100 yılının elektrik verilerini toplamaya başladı. Biz ise yeterli çalışma yapılmadığından önümüzü göremiyoruz. Enerji Bakanı bir süre önce yaptığı açıklamada gerekli önlemler alınmadığı takdirde İstanbul’un 6 ay sonra elektrik vermekte sıkıntı yaşanacağını söylerken durumun ciddiyetini ifade etmiş oldu.
Dr. Küfeoğlu AB’den ayrı olarak kurulması planlanan Avrupa Enerji Birliği’ne dikkat çekiyor. Bu plan çerçevesinde Avrupa’daki enerji piyasaları entegre edilmeye çalışılıyor. Ülkelerin yıllık enerji yatırımları belirleniyor. Şu sırada Avrupa’dan Yunanistan’a oradan Kıbrıs’a, İsrail’e, Mısır’a oradan da Libya’ya uzanacak kapsamlı bir entegrasyon üzerinde çalışılıyor. Projede Mısır, İsrail ve Libya var ama AB adayı Türkiye yok. Sinan bu çalışmaların dışında kalmamızın ileride ülkemizde enerji açısından büyük sıkıntılar doğuracağından haklı olarak korkuyor.
İNSAN MÜSRİFİ BİR ÜLKEYİZ
Dr. Sinan Küfeoğlu’nun anlattıklarını dinledikçe insan kaynağımızı yıllardır nasıl israf ettiğimizi bilinçsizce harcadığımızı, değerlerimizden yararlanamadığımızı bir kere daha düşünüp esef ettim. Yıllardır nice Sinan’ları ya ülke içinde köreltip kenara atıyoruz yahut imkan bulabilenler geçip gidiyorlar. Ne acıdır ki bu beyin erozyonunu herkes görüyor ama ciddi bir önlem almıyor. Bizim yararlanamadığımız bu pırıl-pırıl beyinleri el oğlu kapıp alıyor değerlendiriyor. Üniversite öğrencileri arasında yapılan araştırmalar, imkan bulmaları durumunda yurt dışına gitmek isteyen gençlerin oranının yüzde 70’i aştığını gösteriyor. Hasbelkader Türkiye’ye dönmeye karar verip gelen nitelikli insanları, kısa zamanda geldiklerine pişman ederek dönmek zorunda bırakıyoruz.
KAYNAKLAR DOĞRU YÖNETİLMEYİNCE
Bu beyin göçü Türkiye’deki maddi imkansızlıklardan kaynaklanmıyor. Esas sebep imkanlarımızın kaynaklarımızın doğru yönetilmemesi, yerinde kullanılmamasıdır. Tercihlerin yanlış yapılmasıdır. Sinan’ın da okuduğu Fen liselerine 2017 bütçesinden 104 bin lira ayrılırken imam Hatip okullarına bir milyarın üzerinde tahsisat ayırıyoruz. Çeşitli teşviklerle İmam Hatip öğrencilerinin sayısını çoğaltıp, müfredatı düzenleyip dindar nesiller yetiştireceğimizi düşünüyoruz. Bu okulu bitirenlerin asker, polis ve kaymakam olmalarının kapılarını açarak, belirli meslekleri ‘’güvenilir ellere’’ teslim edeceğimizi sanıyoruz. Bunları yaparak Sinan gibi kabiliyetlerin elinizden uçup gitmesine seyirci kalırız yahut gidemeyenlerin önünü tıkayarak körelip kalmalarına yol açarız.
Eğitim sistemimizin nitelikli, kaliteli insan yetiştirmekte yetersiz kaldığını herkes görüyor. Sayın Cumhurbaşkanı en zayıf halkamızın eğitim kültür olduğunu eğitim olmadan sorunların aşılamayacağını söylüyor. Milli Eğitim Bakanlığı Sinan’ın belirttiği gibi, bu konuda çok başarılı olan Finlandiya’ya yıllardır heyetler göndererek eksiklerimizin telafisi hususunda arayışlar yapıyor. Ama sonuçlar ortada. OECD bünyesinde 15 yaş kategorisinde PISA araştırmalarında Türkiye’nin 60 ülke arasında hem matematik ve fizik gibi alanlarda hem de Türkçe okuyup kavramakta 42-45. Sıralarda yer aldığı görülüyor. İlk okuldan üniversiteye kadar uzanan eğitim yelpazesi bütün kademelerinde giderek büyüyen, kabiliyetlilerin gelişmesine değil örtülmesine yol açan kronik bir yetersizlik, ilgisizlik hüküm sürüyor. Matematikten önce cihadın öğretilmesinin gerektiğine inanan bir zihniyetle hazırlanan müfredat çözüm getiremiyor.
Üniversitelerimiz başka bir alem, 16. Yüzyıla kadar iyi birer eğitim müessesi olan, yarar sağlayan medreselerin bu özelliklerini neden ve nasıl kaybettiklerini düşünmeden, 21. yüzyılda benzer yanlışları tekrarlamaya kalkışıyoruz. Medreselerden felsefiyet derslerini kaldıran, pozitif bilimleri tasfiye eden matematiği-hendeseyi ‘’faydasız ilim’’ sayıp sadece Fıkıh Hadis gibi dersler üzerine tedrisat sistemi kuran, buraları hurafe öğreten miskinler tekkesine dönüştüren anlayışla ihtiyacımız olan nitelikli, kaliteli nesilleri bulamayız.
TERCİHLERDE KRİTER BİAT İTAAT SADAKAT OLUNCA
Devlette bürokraside üniversitelerde tercih kriteri ‘’biat, sadakat, itaat’’ olursa bunların ancak ‘’alnı secdeli insanlar’’ arasından çıkacağına inanılırsa küresel rekabet ortamında kimseyle baş edemeyiz, haklarımızı ve çıkarlarımızı koruyamayız. 300 yıldır yaptığımız gibi Batı’daki baş döndürücü bilimsel teknolojik gelişmelerin uzaktan seyircisi olarak kalırız.
Devlet hayatında tercihlerde temel kriter liyakat ve bilgi olmalıdır. Evrensel hukuk kurallarına saygı gösterilmelidir. Bunların yapılmamasının devletin ontolojik ve hiyerarşik yapısının nasıl alt üst ettiğini, esas fonksiyonlarını yapamaz hale getirdiğini FETÖ olayında yaşayan bir toplum olarak başka kanallar ve adlar üzerinde benzer faciaların tekrarlanmasına imkan vermemeliyiz.
Dr. Sinan Küfeoğlu, Nurettin Topçu’nun ‘’isyan ahlakını anımsatan girişimleriyle, duruşuyla, karakteriyle her bakımdan anlamlı, çok düşündürücü uyarılar yaptı.’’ Söyledikleri esas duyması gereken yerlere, makamlara, kişilere ulaşır mı bilemiyorum. Keşke toplumun kutuplaşmasına, ayrışmasına yol açan kısır siyasi polemiklerden karşılıklı hakaretlerden ve suçlamalardan zaman bulunup bu sese kulak verilebilse söylediklerinin anlamı düşünülüp değerlendirilebilse. Ama her şeye rağmen Sinan çok önemli bir şeyi şimdiden başarmış durumda. Bu çorak düşünce ve fikir ikliminde ‘’imalat hatası’’ aydınlarında hala yetişebildiğini gösterdi. Benim gibilerde var mesajını verdi. Allah yolunu açık etsin.